Ara

Hasîrîzâde Mehmed Elif Efendi

Hasîrîzâde Mehmed Elif Efendi

Osmanlı toplumunun zihin dünyâsını oluşturan ana damarlardan birisi de tarîkatlardır. Tarîkatların, Emevî ve Abbâsî dönemlerinde zemîni hazırlanmış, Selçuklular devrinde temelleri atılmış, Osmanlı asırlarında ise kurumlaşmaları, yaygınlaşmaları ve toplumla bütünleşmeleri gerçekleşmiştir.1 Tasavvuf (kurumları), Osmanlı Devleti’nin kuruluşundan, bu mîrâsın cumhuriyet devrine intikâli aşamasına kadar her dönemde önemli yerini muhâfaza etmiştir. Osman Gâzî – Şeyh Edebâlî; Orhan Gâzî – Geyikli Baba; Fatih – Akşemseddin; İkinci Abdülhamîd – Elif Efendi gibi ikililerin sayısı artırılabilir. Saray – tasavvuf ilişkisi gibi, askeriyenin bir dönem başat kurumu olan Yeniçeri Ocağı da Bektâşî Tarîkatı ile iç içedir. İstanbul’un hemen her mahallesinde bulunan tekkeler yalnızca zikrullâhın icrâ edildiği mekânlar değil aynı zamanda ilmî eserlerin de okutulduğu merkezler olarak halkın mânevî ve ilmî seviyesini artırmıştır. 

Bugün Beyoğlu ilçesi sınırlarında bulunan Sütlüce mahallesinde de böyle bir ilim ve mâneviyat merkezi bulunmaktadır: Hasîrîzâde Dergâhı… Hasîrîzâde Dergâhı, Şeyh Mustafa İzzî tarafından yaptırılmıştır. 1823 yılında Mustafa İzzî Efendi’nin vefâtından sonra yerine Nakşî ve Mevlevî icâzeti de bulunan oğlu Süleyman Sıdkı Efendi (ö. 1873) geçmiştir. Sıdkı Efendi’nin vefâtı üzerine oğlu Ahmet Muhtar Efendi (ö.1901) şeyhlik vazîfesini yürütmüştür. Ahmet Muhtar Efendi 1880 yılında Hacca giderken yerine 30 yaşındaki oğlu Mehmed Elif’i vekil bırakmıştır. Hac’dan dönünce de tekkenin yanındaki evinde vefâtına kadar münzevî bir hayat geçirmiştir. 1901 yılında Ahmet Muhtar Efendi’nin vefâtıyla Elif Efendi posta asâleten oturmuştur. Tâ ki 1925 yılında ilim, kültür ve sanat merkezi olarak topluma hizmet eden tekkelerin kapatılışına kadar.

Hattat, şâir ve âlim kişiliğiyle İstanbul kültür hayâtında esaslı bir yeri olan Elif Efendi, 1850 yılında Hasîrîzâde Dergâhı’nın hemen yanında bulunan konakta doğdu. 3 Ocak 1927 târihinde aynı konakta vefât etti. Annesi Fatma Bâise Hanım’ın tekke haziresinde bulunan kabrinin yanına defnedilmek isteyen Elif Efendi’nin bu isteği dönemin yöneticileri tarafından kabûl edilmeyince Hazret, mahalle câmiinde icrâ edilen sâde bir cenâze töreninin ardından dergâh ile Mahmud Ağa Câmii arasındaki arâziye defnedildi.2 

Elif Efendi, babası Ahmet Muhtar Efendi’nin yerine vekâleten oturacağı 1880 yılına kadar mânevî eğitiminin yanında devrin önemli isimlerinden çeşitli alanlarda dersler alır. Hocaları arasında; Mesnevîhan Hoca Hüsameddin Efendi, Hoca Faik Efendi, Hâdimizâde Ahmed Hulûsi Efendi, Ahmed Nüzhet Efendi, Bursalı Zeki Dede, Hafız Şakir, Büyük Ali Haydar Efendi, Yenikapı Mevlevîhânesi Şeyhi Osman Selahaddin Dede gibi isimler zikredilir.3 

Diyanet İslâm Ansiklopedisi’nde yer alan Hasîrîzâde Mehmed Elif Efendi başlıklı maddeye göre Elif Efendi’nin 13 eseri vardır. Eserleri arasında; Türkçe, Arapça ve Farsça şiirlerinin yer aldığı bir dîvân, El Mebde ismiyle kaleme aldığı bir mantık şerhi (Îsâgûcî Şerhi), Darwin nazariyesine eleştiri olarak yazdığı bir risâle bulunmaktadır. Bunların yanı sıra 1925 yılında kaleme aldığı risâle ile Elif Efendi,  sûre ve duâların namazlarda Türkçe okunmasının kesinlikle câiz olmadığını, dönemin yönetimine rağmen dile getirmiştir. Görülüyor ki Elif Efendi yaşadığı dönemin problemlerine kayıtsız kalmamış, İslâm düşüncesini ilmî olarak muhâfaza etmiştir. 

Hazret’in kızı Elife Orbeyi Hanımefendi’nin naklettiğine göre; İstanbul’un işgâl edildiği günlerde hasta yatağında olan Elif Efendi, meş’um haberi alınca “bana kılıcımı getirin” diyerek ağır hastalığına rağmen silahlanıp bugün Elif Efendi Sokağı olarak bilinen sokağın başına çıkmış ve âdetâ nöbet tutan bir asker gibi orada beklemiştir. Bu olay, bâzı çevrelerin “tasavvuf mü’minlerin mücâdeleci rûhunu alıyor ve cihâda karşı engel teşkîl ediyor” bâbındaki mesnetsiz tenkitlerine karşı müşahhas bir cevap olması açısından önemlidir. 

Elif Efendi, 1907-1914 yılları arasında Meclis-i Meşâyıh Reisliği görevini îfâ etmiştir. Bu görevi yürüttüğü esnâda o dönem için İstanbul’un hayli dışında kalan evinden vilâyette bulunan makâmına kolay ulaşabilmesi için Sütlüce Vapur İskelesi bugünkü konumuna inşâ edilmiştir.4 

Esas olarak Sâdî Şeyhi olmasının yanında Mevlevî ve Şâzelî tarîkatlarından da icâzetli olan Elif Efendi, 1875 yılından 1925 yılına kadar Hasîrîzâde Dergâhı’nda Mesnevî-i Şerîf, Buharî-i Şerîf gibi eserleri okutmuştur. Elif Efendi’nin şeyhliği döneminde Hasîrîzâde Dergâhı tam bir ilim ve sanat merkezi konumundadır. Hat sanatında çok mâhir olan Elif Efendi’nin hatları dergâhın dört bir yanını süslemektedir. Bugün bu kıymetli hat levhalarının maalesef ekseriyeti çalınmıştır. Medeniyetimiz için birer hazîne niteliği taşıyan bu sanat eserlerinin korunamamış olması üzücüdür. 

Ayrıca Elif Efendi döneminde tekkenin zikir günleri, dervişler ve mahalleli tarafından iple çekilirmiş. Baha Tanman’ın Elif Efendi’nin kızı Elife Orbeyi Hanım’dan naklettiğine göre tekkenin âyin günü olan Çarşamba günleri, öğle namazı saatiyle âyin saati arasında Elif Efendi Mesnevî okur, şerh edermiş. Elif Efendi’nin Mesnevî derslerine katılanlar arasında Dârülfünûn müderrislerinden Mehmed Ali Aynî Bey, Bahriyeli operatör Dr. Rasih Bey gibi devrin önemli sîmâları da yer alırmış. Tasavvuf mûsikîsinin önemli isimlerinden Sâdettin Kaynak’ın da bir dönem bu tekkeye geldiği ve okuduğu kasîdelerle dervişânı mest ettiği bilinmektedir. 

Elif Efendi’nin oğlu Yusuf Zâhir Efendi, Koska’da bulunan Abdusselâm Dergâhı’nın son şeyhidir. 1956 yılında vefât eden Zâhir Efendi, tekkelerin kapatılmasından sonra kütüphanecilik yapmıştır. Süleymaniye ve Ayasofya kütüphanelerinde idarecilik memuriyetine atanmış âlim, fâzıl bir zâttır. Vefât ettiğinde doğup büyüdüğü tekkenin haziresine defnedilmek istenmişse de dönemin yöneticileri ilk etapta müsâade etmemiştir. Dâmâdı târihçi ve bürokrat Midhat Sertoğlu’nun araya girmesiyle babası Elif Efendi’nin ve annesinin kabrine yakın bir noktaya; tekke ile Mahmud Ağa Câmii arasındaki alana defnedilebilmiştir. 

1925 yılında 677 sayılı kânunla kapatılan tekkeler sonraki süreçte sâhipsiz bırakılmış, birçoğu yıkılmaya terk edilmiştir. Örneğin 19. yüzyılda İstanbul’da bulunan 24 Sâdî dergâhından bugüne sâdece Hasîrîzâde Tekkesi kalmıştır. Kaybolan bu tekkelerle berâber zengin kütüphaneler, nâdide sanat eserleri, mîmârî örnekler de kültür târihimizin sayfalarından silinmiştir.

Dipnotlar:

[1] (Kara, 2019)

2 (Tanman, 1977)

3 Elif Efendi’nin kendilerinden istifâde ettiği zevât-ı muhterem hakkında detaylı bilgi için TDV İslâm Ansiklopedisi’ne bakılabilir.

4 Zamanla iskele birçok tâmir ve yenileme çalışmaları görmüştür. Bu çalışmalardan önce iskelenin bir köşesinde bu bilgiyi veren bir levha bulunmakta imiş.

Aralık 2020, sayfa no: 30-31-32-33

Abone Ol

En son haberleri doğrudan gelen kutunuza alın. Asla spam yapmayız!

Sosyal Medya Hesapları

Mesaj Bırak