Ara

Hangi Yûnus “Bizim Yûnus”?

Hangi Yûnus “Bizim Yûnus”?

Gelenekte Yûnus Emre ile ilgili algılamalarda hemen herkesin ve her kesimin ortak bir anlayış içinde olduğu görülür. Buna göre Yûnus Emre, sûfî bir şâirdir. Ona bundan başka kimlik biçilmez. Sûfîliği de tamâmen İslâm inanç dâiresi içinde ele alınır. Şiiri açısından ona yaklaşanlar da bu metinlerin Türkçe söyleniyor oluşuna dikkat çekerler. Halvetiye tarîkatına da mensup bir sûfî olan Taşköprüzâde’nin “Eş-Şakâiku’n-Nu’mâniyye fî ulemâ’id-Devlet’il Osmâniyye” (Osmanlı Bilginleri) isimli eserindeki şu satırları, geleneğin ortak Yûnus algısını göstermeye yeter: “Devrin tanınmış şeyhlerinden biri de Hakk ârifi Yûnus Emre’dir. (…) Zâhiri kerâmetlere sâhiptir. Vecd ve hâl sâhibi bir zattır. Türkçe söylenmiş birçok manzûmesi vardır. Bu manzûmelere bakıldığında tevhid bakımından çok yüksek bir mertebeye sâhip olduğu ve esrâr-ı ilâhîye muttalî olduğu görülmektedir.”

Farklı Yûnus’lar

19. asırdan itibâren ise özellikle Cumhuriyet döneminde ortaya çok farklı Yûnus algıları çıkar. Bâtınî Yûnus, Hurufî Yûnus, mistik Yûnus, hümanist Yûnus…. Bu sıfatlara zaman içinde yenileri de eklenir. Böylece o, “çok kimlikli” bir şahsiyete dönüşür. Meselâ, son günlerde okuduğum iki makâlenin başlıkları da böyle problemli bir durumu ifâde ediyor. Bu başlıkların ilki "Yûnus Emre'nin Hümanizminde İslâmiyetin Etkisi” adını taşıyordu. Ortalama Türkçe konuşup yazan ve düşünen birinin bundan anlayacağı şudur: “Yûnus Emre hümanizm adıyla bir felsefe kurmuştur. Bu felsefe İslâmiyet’ten de etkilenmiştir.” İkinci makâle ise daha vahim bir anlayışı taşıyor: “Yûnus Emre’nin Dinler ve Tarîkatler Üstü Tasavvuf Görüşü” Bundan anlaşılacak olan da aynı: “Yûnus Emre tasavvufu bütün dinlerin ve tarîkatlerin üstünde özel bir anlayıştır.”

Bu tür yaklaşımların bilgisizlikle yâhut bilgi yetersizliğiyle alâkalı olduğu düşünülebilir. Bu durum meseleyi mâzur göstermez ama bunlara bir şekilde anlaşılabilir yargılar diye bakılabilir. Fakat makâlelerin tamâmı okunduğunda işin aslının hiç de öyle olmadığı görülür. Niyet okuyuculuğu yapmak tavrımız değil ama anladığımızı da söylemek durumundayız. Böyle düşünen yazarlar, tasavvufu dinden ayrı bir yere koyarak ikisi arasındaki bağı koparmak gibi bir niyete sâhipler. Oysa tasavvufun dinden bağımsız olarak anlaşılması da anlatılması da mümkün değildir. Zîrâ tasavvuf dînin zâhirî hakîkatlerinin iç dünyâsını, anlamını veren bir anlayıştır. Meselâ namazın nasıl kılınacağı dînin zâhirî tarafıyla ilgili iken niçin kılınacağı bir anlama ilişkin olacağı için tasavvuf tarafından anlamlandırılır. Başka şekilde söylemek gerekirse şerîat, tarîkat, hakîkat ve mârifet birinin diğerini dışarıda bırakarak anlayacağımız meseleler değildir. Bunlardan birinde olmak diğerini yok saymak mânâsına gelmez. “Dinler ve tarîkatler üstü” yaklaşımı ise benzer bir anlayışa tekâbül etmekle birlikte daha vahim bir yaklaşımı ifâde etmektedir.

Bu tartışmalarla ilgili bir hâtıramı da burada paylaşmak isterim. 1970’li yıllarda Eskişehir’de Mayıs ayının ilk haftasında Yûnus Emre ile ilgili programlar yapılırdı. Bunlardan birinde kürsüye çıkan konuşmacılar, yine benzer yorumlarla Yûnus Emre’yi anlatıyorlardı. Programda rahmetli Abdülbaki Gölpınarlı Hoca da vardı. Konunun en önemli ismi olarak son sözü ona verdiler. Rahmetli kürsüye çıktı: “ Arkadaşlarımız Yûnus Emre hakkında epeyce ma’lûmât verdiler. Kusura bakmasınlar ama ben bu anlatımlarda bizim Yûnus’u göremedim. Arkadaşlar, Yûnus müslümandı” dedi ve kürsüden indi.

Bizim Yûnus

Bu, Yûnus Emre tartışmalarında meseleye son noktayı koyan bir cümle olarak aklımdan hiç çıkmadı. Ben o zamanlar lise öğrencisiydim. O yıl, liseler arası bir Yûnus Emre kompozsiyon yarışması düzenlemişti. Benim yazdığım metin birinci gelmişti. İşte o bahsettiğim programın akabinde ödül töreni de yapıldı. Bana verilen ödül, Gölpınarlı Hoca’nın hazırladığı ve Eskişehir valiliğince yayımlanan “Yûnus Emre Dîvânı ve Risâlet’ün Nushiyye” kitâbı idi. Bu kitabı rahmetlinin elinden aldım. Bana “Mâdem Eskişehirli’sin, Yûnus’u önce okuyup anlamalı ardından anlatmalısın” demişti. Bu söz beni çok sevindirmiş ve motive etmişti. Bu bağlamda bir de babaannemden bahsetmeliyim. Zîrâ çocukluğumda Yûnus Emre şiirlerini ilâhî adıyla önce ondan dinlemiştim. “Kim bu Yûnus?” dediğimde bana “Evliyâ, Allah dostu” demişti. 

Bu iki hâtırayı şunun için paylaştım: Babaannemin yâni ümmî bir kadının algısında Yûnus “Evliyâ” idi. Bir ilim adamı olarak da Gölpınarlı Hoca “müslümandı” demekteydi. Demek ki uzun tartışmalara gerek yok. “Bizim Yûnus”umuz böyle biriydi. Milletimizin ona gönlünde çok özel bir yer vermesi bununla ilgiliydi. Modern zamanlarda ise ilimden gönüle geçemeyenler onu kendi inanç ve düşünce ikliminin kavramlarıyla değil batılı kavramlarla anlatmak istiyorlar. Bu hem kendimize âit bir değere batının tanımladığı bir anlayış içinde yaklaşmanın sıkıntısını ortaya çıkarmakta hem de yeni zamanlarda ondan istifâde etmenin yolunu tıkamaktadır. Oysa Necip Fazıl’ın ifâdesiyle bal kavanozunu yalamakla bal yemiş olmayız. Kavanozun kapağını açmak ve balı yemek gerek.

Bunun yolu da öncelikle Yûnus Emre ile tanışmaktan geçiyor. Zîrâ birini tanımadan anlamak mümkün değildir. Bu konuda biyografik mâlûmât işe yarayabilir ama bu bizi yine de onun anlam dünyâsına götürmez. Doğru olan yol, Yûnus’un eseriyle tanışmak ve buluşmaktır. Ne var ki onun Dîvân’ından alınan birkaç şiirle bir Yûnus anlayışı oluşturmaya çalışıyoruz. Oysa onun her şiiri bir bütünün parçalarıdır. Bu yüzden tamâmını okumak gerekir. Bu tür bir okumaya geçmeden önce de asgarî mânâda da olsa dînî ve tasavvufî kavramlara âşinâlık gerekir. Bu olmazsa yine karşımıza doğru anlama konusunda problemler çıkacaktır. Yine yaşadığı devrin şartlarını bilmek de bizim anlama işimizi kolaylaştıran bir durum olacaktır. Öyle ya neden vahdet (birlik) dedi, sevgi kavramını o denli öne çıkardı? Bu, tasavvuf düşüncesinin temel kavramları olduğu kadar devrin şartları ile de ilgili bir durumdu. Burada İ. Hakkı Baltacıoğlu’nun “Yûnus Emre’nin tasavvuf anlayışında Türk kültürü, İslâm tasavvufu ve bu anlayış çerçevesinde yansır. Böyle bir kültürün insanı olarak tasavvufu bir hayat tarzı olarak benimseyen Yûnus, zulümlerle dolu bir çağda tasavvufu, insanlığa bir kurtuluş projesi olarak sundu. Yûnus Emre’nin bu düşüncesi yüksek şiir dili ve yüksek bir ahlâkî kültürle ifâde edilebilir.” şeklindeki sözleri meseleyi daha iyi anlamayı sağlayabilir.

 

Tasavvufla Ayağa Kalkmak

Burada dikkatimizi çevirmemiz gereken ifâde “zulümlerle dolu bir çağda tasavvufu, insanlığa bir kurtuluş projesi olarak sundu.” ifâdesidir. Bahsi geçen zulmün Anadolu’yu kasıp kavuran Haçlı, Moğol ve Bâtınîlerin zulümleri olduğunu hatırlamalıyız. Bu zulümlerle bozulan sâdece siyâsî, sosyal ve ekonomik düzen değildi. Bunlara bağlı olarak din konusunda ortaya çıkan sıkıntılardı. Nitekim Yûnus Emre kendisi de “Müselmanlar zamâne yatlı oldı/Helâl yinmez haram kıymetli oldu” beytiyle başlayan şiirinde bu durumu dile getirir. İşte “Bizim Yûnus” olan Yûnus Emre, böylesi bir ortamda bir mürşid tavrıyla dînî ve tasavvufî paradigmayı insanlığın önüne bir kurtuluş reçetesi olarak sundu. Örnek ve önder insan olmanın ne mânâya geldiğini önce kendi şahsında gösterdi ardından da her biri mânâ yüklü şiirleriyle insanlara tebliğ ve telkinde bulundu. Böylece Anadolu, bir aydınlanma dönemine girdi. Bu yüzden bizim rönesansımız 13. Asır’da gerçekleşti. Yeniden ayağa kalktık. Yeni bir devlet kurduk.

İşte bu kuruluşun şifreleri bâzen açık bâzen müphem bir şekilde Yûnus Emre’nin şiirlerinde yer alıyor. Ama söyledikleri Kur’ân ve sünnetten bağımsız şeyler elbette değildir. İnsanı bu iki temel kaynağı anlamaya ve ona göre yaşamaya çağıran sözlerdir. Bunları anlamak da Yûnus’un sâdece edebiyat açısından değil, çok yönlü bakış açılarıyla ele alınmasına bağlıdır. Felsefe, sosyoloji, psikoloji bakımından da ona yaklaşmak bu anlama imkânlarını daha da artıracaktır.

Abone Ol

En son haberleri doğrudan gelen kutunuza alın. Asla spam yapmayız!

Sosyal Medya Hesapları

Mesaj Bırak