Ara

Haktan ve Haklıdan Yana Olmak

Haktan ve Haklıdan Yana Olmak

Objektif olalım diye moda bir tâbir vardır. Tarafsız davranmak, tarafsız olmak demektir. Peki insan tarafsız olabilir mi, Müslüman için tarafsız olmak mümkün müdür? Elbette hayır. Tarafsız kalacağım, tarafsız olacağım iddiasında bulunanlar için bile bu zordur. Onun için bîtaraf olan bertaraf olur denilmiştir. 

Îman adamı da taraftır. O hakkın tarafıdır. Kendi aleyhine bile olsa hakkın tarafında olmak, haklıdan yana olmak zorundadır. Rabbimiz şöyle buyurur: Ey îmân edenler! Adâleti titizlikle ayakta tutan, kendiniz, ana-babanız ve akrabânız aleyhinde de olsa Allah için şâhitlik eden kimseler olun.1 Haktan ve haklıdan yana olmak bu dünyâda insana bâzı şeyleri kaybettirebilir, ama sonunda kazanan, Hak’tan taraf olandır.

Kur’ân mü’minleri tanıtırken “onlar Hizbullah/Allah taraftarları’dır” der. Ötekileri ise şeytânın taraftarı olarak tanımlar. Buna göre insan için iki yol vardır. Ya hakkın ve haklının tarafı olacak, ya da diğer tarafta kalacak.

Kim Allâh’ı, Peygamberini ve inananları dost edinirse bilsin ki, şüphesiz Allah'tan yana olanlar üstün gelirler.2Allâh’a ve âhiret gününe inanan bir milletin, babaları veya oğulları veya kardeşleri ya da akrabâları olsa bile Allâh’a ve peygamberine karşı gelenlere sevgi beslediklerini görmezsin. İşte Allah, îmânı bunların kalplerine yazmış, katından bir nur ile onları desteklemiştir. Onları, içlerinden ırmaklar akan, içinde temelli kalacakları cennetlere koyar. Allah onlardan hoşnûd olmuştur, onlar da Allah'tan hoşnûd olmuşlardır. İşte bunlar, Allah'tan yana olanlardır. İyi bilin ki saâdete erecek olanlar, Allah'tan yana olanlardır.3

Doğrusu, insanlar arasında Allâh’ın sana gösterdiği gibi hükmedesin diye Kitâbı sana hak olarak indirdik; hakkı gözet, hâinlerden taraf olma.4

Şeytan onların başlarına dikilip Allâh’ı anmayı unutturmuştur. İşte onlar şeytânın taraftarlarıdır. İyi bilin; şeytânın taraftarları elbette hüsrandadırlar.5 Şeytan şüphesiz sizin düşmanınızdır; siz de onu düşman edinin; o, kendi taraftarlarını, çılgın alevli cehennem yârânı olmaya çağırır.6

Müslüman, içerisine bâtıl karışmamış salt hakkın tarafıdır. O, hakkın ve taraftarlarının sayı çokluğuna yâhûd maddî bakımdan güçlü oluşuna bakmaz. Bir kişi de olsa, hakkın tarafında yerini alır. İbn Mes’ûd ne güzel söyler: Cemâat hakta birleştiği sürece cemâattir, isterse bir kişilik olsun! Çoğunluk yâhûd güçlü olanlar her zaman hak ve haklı olmayabilirler. Yeryüzündekilerin çoğunluğuna uyarsan seni Allah yolundan saptırırlar. Onlar ancak zanna uyarlar, sâdece tahminde bulunurlar.7

Mü’min, iki câmi arasında kalan beynamaz(bînamaz) gibi olmamaya gayret eder. Câmiye gider, saf tutar, safını belli eder. Aksi takdirde herkese yaranacağım diyenler hiç kimseye yaranamaz, sonuçta iki câmi arasında kalan beynamazların durumuna düşer.

Tarafsızlık vurdumduymazlığı, boşvermişliği, aldırmazlığı, nemelâzımcılığı berâberinde getirir. Âkif’in dediği gibi Müslüman, kanayan bir yara gördü mü ciğeri yanan, onu dindirmek için ileri atılan, çifte yiyen kamçı yiyen, sıkıntılara göğüs geren kimsedir. Gerçek mü’min güçlüden yana değil, haklıdan yana olandır. Mazlumların mağdurların yanındadır. Halîfe seçildiği zaman Hz. Ebubekir’in dediği gibi ki O, halîfe seçildiği gün şöyle diyordu: 

“Ben sizin en hayırlınız olmadığım halde sizin başınıza halîfe seçildim. Ancak Kur’ân nâzil olmuş, Hz. Peygamber (sav) dînin hükümlerini açıklamıştır. Sizin en zayıfınız, hakkı alınıncaya kadar benim yanımda kuvvetlidir. Ey insanlar! Ben ancak Hz. Peygamber’in (sav) yoluna uyarım. Kendiliğimden bir şey îcâd edici değilim. Eğer iyilik yaparsam bana yardımcı olun. Eğer sırât-ı müstakîmden kayarsam beni düzeltiniz. Ben bu sözümü söyler, hem kendim için hem de sizler için Allâh’ın affını talep ederim.”

O halde Müslüman, hakkın adamı olmaya, hakkı hâkim kılmaya, her hak sâhibine hakkını vermeye gayret edecektir. Bu, Cenâb-ı Hakk’ın kulu olmanın gereğidir. Bu, Hak dîne inanmanın gereğidir. Bu, Hak Kitâba inanmanın, Hak Nebî’ye tâbî olmanın gereğidir. İnsanın kendisinin hak üzere olması yetmez, başkalarına da hakkı tavsiye etmelidir. Hüsrandan kurtuluşun yolu buna bağlıdır. Çünkü îman adamı yalnızca kendisini kurtarmakla kalmaz, başkalarını kurtarmak için gayret eder. Zîrâ o, İslâm’ın bütün insanlığın dîni olduğunu bilir, cennette herkese ayrılmış bir yer olduğuna inanır ve eliyle bir kişinin hidâyetine vesîle olmanın, dünyâ ve dünyâlıklar kazanmaktan çok daha değerli olduğuna yakînen inanır. Asr sûresi’nde Yüce Rabbimizin buyurduğu gibiAncak inanıp yararlı iş işleyenler, birbirlerine hakkı ve sabırlı olmayı tavsiye edenler hüsrandan kurtulmuşlardır.8

Mehmet Âkif, Asr sûresindeki bu gerçekleri şöyle terennüm eder:

“Hâlık'ın nâ-mütenâhî adı var, en başı: Hakk.

Ne büyük şey kul için hakkı tutup kaldırmak!

Hani Ashâb-ı Kirâm, ayrılalım derlerken,

Mutlakâ 'Sûre-i ve'l-Asr'ı okurlarmış, bu neden?

Çünkü meknûn o büyük sûrede esrâr-ı felâh:      

Başta îmân-ı hakîkî geliyor, sonra salâh,

Sonra hak, sonra sebat. İşte kuzum insanlık.

Dördü birleşti mi yoktur sana hüsran artık.”9

 

Dipnotlar:

1 Nisâ, 4/135.

2 Mâide, 5/56.

3 Mücâdele, 58/22.

4 Nisâ, 4/105.

5 Mücâdele, 58/19.

6 Fâtır, 35/6.

7 En’âm, 6/116.

8 Asr, 103/3.

9 Mehmet Akif Ersoy, Safahat, Âsım, s, 352.

Abone Ol

En son haberleri doğrudan gelen kutunuza alın. Asla spam yapmayız!

Sosyal Medya Hesapları

Mesaj Bırak