Ara

Hakkı ve Sabrı Tavsiye Ne Demek?

Hakkı ve Sabrı Tavsiye Ne Demek?

Hakkı ve Sabrı Tavsiye Ne Demek?

Rasim Özdenören

  1. Andolsun asra ki,
  2. muhakkak insan kat’î bir ziyandadır.
  3. ancak, îmân edenlerle sâlih amel (ve hareket)lerde bulunanlar, bir de birbirine hakkı tavsiye, sabrı tavsiye edenler böyle değildir (onlar ziyandan müstesnâdırlar). (Hasan Basri Çantay meâli)

“Vel Asr” üç kısa âyetten oluşmuş, Kitâb’ın en kısa iki sûresinden biridir (diğeri Kevser). Bizim nâçizâne tespitimize göre bu sûrede yedi farklı kavramın adı geçiyor: Asr, İnsan, Hüsran, Îman, Sâlih amel, Hak, Sabır... Bu kelimelerin her biri ayrı ayrı üzerinde durmayı ve her biri mâhiyetinin gereğini tüm boyutlarıyla kavramayı istilzâm ediyor. Eğer hakkı verilerek her biri üzerinde lâyıkıyla bir kavrayışa ulaşmak mümkün olsaydı sanırım ciltleri doldurmak gerekirdi. Nitekim İmâm-ı Şâfiî hazretlerinin tesbiti bu Sûre hakkında tam isâbetli: Bu üç âyetlik kısa Sûre, Kur’ân-ı Kerîm’in bütün ilimlerini kapsıyor; başka hiçbir sûre nâzil olmasaydı bile bu sûre insanların saâdeti için kâfî idi... Görebildiğim kadarıyla insan Kitap’ta kural olarak hep olumsuz sıfatlarıyla anılıyor. Onun acûl (aceleci) olduğu, zâlim olduğu vurgulanıyor. Burada da onun hüsranda olduğu belirtiliyor. Hüsran mahrûmiyet, kayıp, büyük ziyan anlamlarına geldiği gibi sukûtu hayâl anlamını da içerir, yâni hayâl kırıklığı... Acaba niçin insan hüsran hâlindedir? Çünkü o hiçbir edimini, ibâdetini lâyıkıyla gerçekleştiremez. Ne ticâretinde hayâl ettiği kazancı elde edebilir, ne ibâdetini tümüyle içine sindirerek edâ edebilir... Acaba kaç kişi herhangi bir vakit namazını mi’rac huşûu üzere edâ edebilmiştir? Orucunu, haccını, zekâtını, dahası kelime-i şehâdetini kemaliyle edâ edebilmiştir? Bütün bunlardan kuşku duyulduğu için her ibâdetimizden sonra Cenâb-ı Allah'tan ibâdetlerimizi noksanlarıyla kabûl etmesini yakarmıyor muyuz? Hüsranda olduğumuzun, böylece kısmen de olsa kendimizin de farkında olduğumuzu itirâf etmiş olmuyor muyuz? Ben burada daha çok, kanâatimce Sûre’nin bel kemiğini oluşturan hak ve sabır kavramları üzerinde durmak istiyorum. Birbirine hakkı ve sabrı tavsiye edenler niçin hüsrandan istisnâ tutuluyor? Burada belki kendisi hakkı ve sabrı lâyıkıyla yerine getiremeyen, ama kardeşine hakkı ve sabrı salık veren insandan bahsediliyor. İnsan, sürekli bir edim içindedir. Onun yaradılışı böyledir, o, sürekli bir halden diğerine evirilip durur. Hiçbir ânı bir öncekine denk değildir. Oysa insanın edimlerine göre kendisinden aşağıya inebileceği hayvan veya ondan daha yukarı yükselmesi imkân dâhilinde olan melek, her ikisi de sürekli aynı hâl üzerinde kalırlar... Dolayısıyla onların aynı hâl üzere kalmalarında bir meziyet aranmaz ve onlar irâdeleriyle içinde bulundukları hâli tercih etmiş olmadıklarından bu hallerinden dolayı sorumlu da tutulmazlar. Oysa insan akıl sâhibi bir yaradılışa mâlik olarak kendi özgür ve bağımsız istemiyle hareket eder. Sürekli bir halden ötekine değiştiği ve bu değişim kendi seçimiyle vukû bulduğu için edimlerinden sorumlu tutulur. Sonuçta işbu sürekli hareketlilik onun hatâ yapmasını da kaçınılmaz kılar. İnsan, melekten ve hayvandan farklı olarak günah işleyen bir fıtrattadır. Ve ne büyük bir bahtiyarlık ki, işlediği hatâlarına mukâbil ona tövbe kapısı işâret edilmiştir. Nitekim hadîs-i şerif: “Siz günah işlemeseydiniz, Allah sizi ortadan kaldırır ve sizin yerinize günah işleyip tövbe eden bir kavim yaratırdı.” buyuruyor. Öte yandan Peygamber Efendimiz (sav) bir başka hadîsinde: “Bir günü ötekine eşit (denk) olan hüsrandadır.” diyor. Demek ki bir halden ötekine bir sarkaç halinde sürekli med ve cezir hâlini yaşamak insanın tabiatında meknuz bir özelliktir. Bu hal bir tek bireyde vâki olmuyor. Hakkı ve sabrı tavsiye eden de, kendisine tavsiyede bulunulan da aynı hâli yaşamaya devâm ediyor. İmdi burada hak kavramı ön alıyor. Hak, Cenâb-ı Allâh’ın sıfatı olduğu kadar, doğruluk anlamıyla da ilişkilidir. Biz burada kavramın yalnızca doğruluk içeriği ile ilgi kurmaya çalışacağız. Doğruluk, dürüstlükten farklı olarak nesnel düzlemde tespit edilebilecek bir olgu... Dürüstlük özneldir: Dürüst olup olmadığını kişinin kendi öz bilinci belirler. Oysa doğruluk nesnel olarak belirlenebilir. Hava sıcak önermesinin doğru olup olmadığını termometreye bakarak tespit edebiliriz. Limon ekşi önermesinin doğru olup olmadığını onu tadarak yoklayabiliriz. Öyleyse doğruluk (hak) tavsiyesinde bulunan kimsenin bu edimiyle ne yapmak istediği sorusu karşımıza çıkıyor. Hakkı (doğruluğu) tavsiye eden bu edimiyle ne yapmış oluyor? Tabii ki o, Allâh'ı (cc) anımsatıyor. Ancak burada Allâh’ın zâtını anımsatmak gibi tasavvufî derinliklere girmek bizi aşar. Biz pratikte Allâh'ı anımsamaktan ve anımsatmaktan maksadın O’nun Kitâbı’nı ve Resûlü’nün sünnetini aklımızda tutmakla yetinelim. Daha da özelde, bu anımsatma, şerîatın kurallarıyla sınırlı kalmış olsun. Hakkı tavsiye eden kimse, bizim burada kısaca ifâde etmeye çalıştığımız bağlamda, muhâtabına şerîata uymada gayret gösterip göstermediğini, işlerini (ibâdeti de dâhil) doğru yapıp yapmadığını hatırlatmaya mâtuf bir edimde bulunmaktadır. Herkes birbirine karşı bu hatırlatma ile yükümlü tutulmuştur. Buradaki doğruluk nesnel olarak ölçülebilir durumdadır. Yâni namazın, rükünlerine riâyet edilerek kılınıp kılınmadığı hâricen de gözlemlenebilir. Diğer edimlerin doğru icrâ edilip edilmediği de hâricen gözlenebilir durumdadır. Kişinin niyeti ise Allah (cc) ile kendi arasındadır, onu kişinin bilinci bilir... Sabıra gelince... Sabır miskince bir bekleme hâli değildir. Etken, faâl, gayretli bir bekleme hâlidir. Sabırlı kimse gerek içine düştüğü belâlara karşı, gerek yapmakta olduğu işin sonucunu elde etmeye karşı, durumun mâhiyetine göre ona verdiği mühleti usanmadan, yakınmadan, yılmadan, bıkmadan beklemeyi iş edinir kendine... O bekleme ona katlanma, tahammül etme bağlamında yerine getirilmiyor, bilakis eylemli ve etken bir meydan okuma tavrıyla yerine getiriliyor. Sanıldığı gibi “başa gelen çekilir” söylemi söz konusu değil burada, kişi başa gelene meydan okuduğu gibi, ona verdiği mehili de dirençle göğüsleme hâlini gösteriyor. İşte insandan beklenen, gerek hakkı tavsiye gerek sabrı tavsiye onun bu etken ve meydan okuma tavrını işâret ediyor olmalıdır. Biz bir halden bir hâle geçerken hatâ işleyeceğimiz için bize tövbe kapısı işâret ediliyor ve insan tövbe ile insan olduğu bilincine yükseliyor. Melekte ve hayvanda tövbe kapısı mevcut değildir. Çünkü onlar tövbe etmeyi gerektirecek fiil îkâ etmekten yoksun bulunurlar. İnsan ise hatâ işlemeye, çünkü seçme imkânına mâliktir. Ve her an bir halden ötekine geçerken hatâ ile yüz yüze, karşı karşıya bulunur. Bu nedenle de ona hak ve sabır tavsiye edilir. Çünkü o, aceleci hâliyle her an hakkı ve sabrı ihlâl etme muhâtarasıyla iç içe yaşar.

Abone Ol

En son haberleri doğrudan gelen kutunuza alın. Asla spam yapmayız!

Sosyal Medya Hesapları

Mesaj Bırak