Ara

Hakk’a Vuslatının 747. Yılı Münasebetiyle Hz. Mevlânâ / Hamdi Hatipoğlu

Hakk’a Vuslatının 747. Yılı Münasebetiyle Hz. Mevlânâ / Hamdi Hatipoğlu

Yatırırken bu sedef kakmalı şimşir beşiğe

Neyle kundakladılar Hazret-i Mevlânâ'yı?

Perdelerden taşırıp neyleri çığlık çığlık

Neyle kundakladılar Hazret-i Mevlânâ'yı?

Bir ipekten ve köpükten yaratılmış yumuşak tüyle

Kundakladılar Hazret-i Mevlânâ'yı

Kıyılardan, ovalardan dererek inciyle, çiyle

Kundakladılar Hazret-i Mevlânâ'yı

Gece mehtâbı elekten geçirip kirpikler

Ayla kundakladılar Hazret-i Mevlânâ'yı

Mesnevîsinde bir altın lüleden nur akıtıp

Öyle kundakladılar Hazret-i Mevlânâ'yı

'Bu yürek durmayacaktır' dediler.. esmâdan

‘Hayy’la kundakladılar Hazret-i Mevlânâ'yı

Sakalar doldurarak kırbaların Kevser'den

Meyle kundakladılar Hazret-i Mevlânâ'yı

Ve açıp ağzını Nisan Tası'nın Besmelelerle

Suyla kundakladılar Hazret-i Mevlânâ'yı

Ruhlardan, kokulardan, durulardan duru bir şeyle

Kundakladılar Hazret-i Mevlânâ'yı

Ulu Tûbâ'ların altında gönüller, eller

Böyle kundakladılar Hazret-i Mevlânâ'yı."

(Ârif Nihat Asya)

Doğumu

Dizeleri ile tanımlanan Mevlânâ Celâleddîn-i Rûmî 6 Rebiu’l-evvel (604/1207) târihinde Belh şehrinde dünyâya gelmiştir. Asıl adı Muhammed Celâleddîn olan Mevlânâ’nın mahlası Rûmî’dir. Daha çok lakabıyla, Mevlânâ olarak anılır. Kaynaklar onu Ulu Hünkâr veya Hünkâr Mevlânâ diye de anmaktadır.1

Anası Mümin Hâtun, Harzemşahlardan Alâaddin Muhammed’in kızıdır. Mümine Hâtun Karaman’da Mâderi-i Sultân denilen cam-dergâhta yatmaktadır. Mevlânâ’nın babası, devrinin ünlü âlimlerinden biri olan ve Sultânü’l-ulemâ diye anılan Muhammed Bahaeddîn Veled b. Hüseyin el-Bekrî’dir (ö. 628/1231).2

Mevlânâ’nın Kemâle Erişi

Âlimler ve sûfîlerle çevrili bir muhitte yetişen Mevlânâ, tahsil hayâtına Belh’teyken başlamıştır. Herkesten önce kendisini o çevrede yetiştiriyordu. Babası da söz ve davranışlarıyla, telkinleriyle kendisini eğitmekteydi. Böylece Mevlânâ temel eğitimini özellikle 1221- 1228 yılları arasında almıştır.3

Mevlânâ Celâleddîn, Seyyid Burhâneddîn’in ilk kez ziyâretine vardığında, çok ciddî bir şekilde, çeşitli ilim dallarında imtihâna tâbî tutulur. Sorulan sorulara ehliyet ve liyâkatla iknâ edici cevaplar verince, onun durumundan etkilenen Seyyid Burhâneddîn, ayağa kalkarak hürmette bulunur. Seyyid Burhâneddîn Mevlânâ’nın kâl ilmine vâkıf olduğunu, kendisinin de babası gibi artık hâl ilmini tahsîl etmesi gerektiğini söyler.4

Mevlânâ ile Seyyid Burhâneddîn arasındaki mürid-mürşid, öğretmen-öğrenci ilişkisi dokuz yıl kadar sürer. Bu süre içinde Seyyid Burhâneddîn, şeyhi Sultânu’l-Ulemâ’nın Maârîf adlı eserini defalarca okumak sûretiyle Bahaeddîn Veled’in mânevî hâlini oğlu Mevlânâ’ya aynen intikâl ettirmek ister.

Seyyid Burhâneddîn, bu dokuz yılın yedi senesinde, daha fazla tahsîl etmesi için onu Şam ve Haleb’e gönderir. Seyyid Burhâneddîn bu süre içinde Kayseri’de ikamet eder.

Mevlânâ, yüksek ilimlerde daha çok derinleşmek için, Seyyid Burhâneddîn’nin izniyle Haleb’e gitti. Burada devrin tanınmış Hanefî fakihlerinden Kemâleddîn İbnü’l-Adîm’in Müderrisi olduğu Halvetiyye Medresesi’ne yerleşti. Müderris Kemâleddîn, Mevlânâ’nın babasını tanıyordu. Ona yakın ilgi gösterdi. Kısa zamanda, Mevlânâ’nın zekâ ve kâbiliyetinden memnûn oldu.

Halep’te iki yıl kalan Mevlânâ, tekrar yola düşüp Şam’a gitti ve burada Mukaddemiyye Medresesi’ne yerleşti. Şam’da yedi seneye yakın bir süre kalan Mevlânâ, gece gündüz okuyup öğrenmeye devâm etti.

Şam’da iken Muhyiddîn İbn Arabî, Saâdettin Hamevî, Şeyh Osman er-Rûmî, Evhadüddîn-i Kirmânî ve Sadreddîn Konevî ile sohbetlerde bulundu.

Seyr u sülûk eğitimi sırasında Seyyid Burhâneddîn, Mevlânâ’ya tarîkat edeplerini, usûllerini, lâzım gelen erkânı öğretti. Bu eğitim sırasında, Mevlânâ üç çile çıkardı.

Netîcede mânevî tekâmülünü tamamlayan Mevlânâ’ya, şeyhi Seyyid Burhâneddîn, irşad görevi için icâzet verdi.

Mevlânâ’nın Eserleri

Mevlânâ’nın beş eseri vardır. Bunlardan ikisi manzum, üçü ise mensurdur. Eserlerinin tamâmı dönemin edebî dili olan Farsça ile yazılmıştır. Manzum eserleri Mesnevî ve Dîvân-ı Kebîr, mensur olanlar ise Fîhi Mâ Fîh, Meclis-i Seb’a ve Mektûbât adlı eserleridir.5

 

Ölümü

Ölüm târihi ve yeri: 17 Aralık 1273, Konya

 

Şeb-i Arus

Şeb-i Arus ifâdesi “Düğün Gecesi” demektir. Mevlânâ ölüm gününü “Hakk'a vuslat” yâni “Yaratana Kavuşma” (Düğün Gecesi) saymıştır. Gerdek gecesi de denir.

 

آزْمُرْدَمْ مَرْكِ مَنْ دَرْ زَنْد نِيست

چُونْ رَهِمْ زِینْ زند پایند گی پا یند گیست

“Ben denedim ki yaşamak benim için ölümdür. Fânî hayattan kurtuluşum ise ebedî hayâta kavuşmam olacaktır”6

Mevlânâ ve Teslîmiyet

Hz. Mevlânâ buyuruyor ki: “Hz. İsmâîl ilâhî buyruğa nasıl teslîm olduysa sen de öylece teslîmiyet göster.”7

Mevlânâ ve Kur’ân

“Mâlûm olsun ki Kur’ân’ın bir zâhirî mânâsı olduğu gibi, o zâhirin altında kat kat bâtınî mânâsı da vardır.”8

Mesnevî, Tefe’ül ve Kur’ân

Anlayışındaki Kusur Dolayısıyla Mesnevî’yi Ta’n etmiş Olanlar.

İran’da basılmış olan fihristli Mesnevî’nin 306. sayfasında deniliyor ki: “Feyzî, bâzı kitap satın almak için kardeşini İran’a göndermiş, o da alıp getirmişti. Feyzi ilk önce Kur’ân’ı aldı: “Bu Muhammed’in telifidir” diyerek yere koydu. Sonra Mesnevî için: “Bu da eski masallar kitâbıdır” dedi. Feyzi: “Öyle ise bir tefe’ül edelim” diyerek herhangi bir sayfayı açtı. Aşağıda gelecek beyitlerin çıkmasıyla mahçup oldu. Birkaç gün sonra boğazı şişerek helâk oldu. Feyzi’nin kimliği hakkından söz edilmemiştir.

O beyitler şunlardır:

“Ey (Mesnevî’yi kötüleyen) köpek! Ne havlayıp duruyorsun? Kur’ân’ı kötülemeyi kendin için kurtuluş vesîlesi mi sanıyorsun?”9

“Her kim Mesnevî’yi masal diye okursa onun için masaldır. Her kim de kendisinin hâlini bu kitapta görse o kimse merddir.”

“Mesnevî, Nil suyu gibidir: Kıptîler’e kan görünmüştür. Mûsâ’nın kavmine O, kan değil, sudur.”10

Hz. Mûsâ’nın dâvetini kabûl etmeyen Firavun ile Mısırlıların uğradıkları felâketlerden biri de Nil suyunun onlara kan görünmesiydi. İsrâîloğulları’nın ise onu berrak su olarak içmesiydi.

Hz. Mevlânâ kitâbını Nil suyuna benzetiyor. Mü’minlerin harâretini söndürür, Firavun ve ona tâbî olanlar gibi münkirler ise onun feyzinden mahrum kalırlar. Onlara su değil kan olur.11

Mevlânâ ve Şeyh

“Kendisine uyulan ve rehber olan bir şeyhi, bir mürîd imtihân etmeye kalkışırsa o eşektir.”12

Şeyh ve Mürşid

“Kılavuzsuz yola çıkınca, aslan da olsan kendini beğenmiş ve gurura kapılmış, dalâlet ve zillete uğramış olursun.”13

“Ancak şeyhinin kanatlarıyla uç ki şeyh ordularının yardımını göresin.”14

Mevlânâ ve Aşk

Sofiye meşâyihinden Yahyâ b. Muaz Râzî, Bâyezîd-i Bestâmî’ye gönderdiği bir mektupta:

“Muhammed (sav) kadehinden o kadar içtim ki, nihâyet mest oldum” demişti.

Bâyezîd-i Bestâmî ise cevâbında:

“Muhabbet şarabını kâse kâse içtim. Lâkin ne şarap bitti ne de benim harâretim geçti” beytini yazmıştır.15

Mevlânâ ve Edep

“Allâh’ın has kullarına, sevgili kullarına edepsizce söz söylemek kalbi öldürür, amel defterini karartır.”16

Mevlânâ ve Şekilcilik

“Eğer Âdemoğlu, şekil bakımından insan olsaydı Hz. Ahmed (as) Efendimiz’le Ebû Cehil bir olurdu.”17

Evet, kalıbı îtibâriyle bir kimsenin Müslüman olması gerekseydi, Sallallâhu Aleyhi Vesellem Efendimiz’le Ebu cehl’in (hâşâ) bir olması gerekirdi. O vakit de gündüz ile gecenin, aydınlık ile karanlığın, hidâyetle dalâletin eşit olması gerekirdi.

Muallim Nâci merhum (Zâtü’n-nıtakeyn) adlı şiir kitâbında Hz. Hüseyin (r.a) ile Yezid’i mukâyese ederken:

Kara taş mı, giran baha zer mi

Hind’in oğlu Hüseyn’e benzer mi?18 der.

Evet, görünüşle insan, insan olsaydı Hz. Fâtıma (ra)’nın oğlu (Hz. Hüseyin’le) Hz. Hamza’nın ciğerini dişleriyle koparan Hind kızı Utbe’nin torunu da bir olurdu.

Eylesem tûtîye tâlim-i edâ-i kelimât,

Sözü insan olur amma özü insan olamaz.19

Yunan filozoflarından meşhur Diyojen bir gün eline bir fener almış Atina sokaklarında dolaşıyormuş. Gündüzün fener yakmış olmasının sebebini sormuşlar:

“Adam arıyorum!” cevâbını vermiş. Hz. Mevlânâ da “Şehrin ihtiyârı, şeytandan ve canavarlarından usandım, adam arıyorum…” diyor.

“Duvarda asılı levhadaki resim de adam gibidir. Bak ki görünüş îtibâriyle onun ne eksiği var?”20

İnsan şeklinde yaratılmış olup da kendilerinde insanlık bulunmayan mahlûklar da böyledir.

“Eshâb-ı Kehf’in köpeğini, Eshâb-ı Kehf hizmetlerine kabûl ettikleri gibi o köpeğin önünde dünyâ aslanlarının başı eğildi.”

Onun için bir insanda dış görünüşün yakışıklı olmasına değil sîretine, yâni ahlâkının güzelliğine bakılmalıdır. Sûreti güzel olduğu halde sîreti (yaşantısı) çirkin ne kadar kimse vardır. Yine yüzü çirkin, fakat mânen ne kadar güzel kimseler vardır.21

Dipnotlar:

1 Diyanet İslam Ans. Mevlânâ Md; Prf. Dr. Kadir Özköse, Anadolu Tasavvuf Önderleri, s.182, Mavi Yayıncılık, 2.Baskı, 2016

2 İA; K. Özköse, s. 183

3 İA; K. Özköse, s.193

4 İA; K. Özköse, 194,195, 196, 242

5 İA, (Mevlânâ) Md.

6 Tahiü’l-Mevlevî, Mesnevî XI/11492

7 Mesnevî I / 225,184

8 (Mesnevî XI/11896).

9 (Mesnevî XI/ 11934/s. 1112).

10 (Mesnevî XII/ 12494).[1] -( Mesnevî XII/12495).

11 (Tahirü’l-Mevlevî, Mesnevî Şerhi, XII/13).

12 (Mesnevî XII/ 12832).

13 (Mesnevî XII/12998).

14 (Mesnevî XII/12999)

15 (Mesnevî I, s.72).

16 (Mesnevî VII/5690).

17 (Mesnevi AI/1012).

18 Kara taş mı, yoksa altın mı kıymetli, Hindin oğlu Hüseyin’e benzer mi?

19 (Eğer) dudu kuşuna konuşmayı öğretsem, sözü insan olur ama özü insan olamaz.

20 (Mesnevî I/ 1013).

21 (Mesnevî I/1015), , Mesnevi, s.573).

Aralık 2020, sayfa no: 56-59

Abone Ol

En son haberleri doğrudan gelen kutunuza alın. Asla spam yapmayız!

Sosyal Medya Hesapları

Mesaj Bırak