Ara

Hâdiselere Can Gözüyle Bakmak

Hâdiselere Can Gözüyle Bakmak

 “Çölü kumlardan ibâret görmek, kertenkele bakışıdır.”

Hz. Mevlânâ

Su’yun, havanın, toprağın “kimyâsal bir bileşik” olduğundan haberdâr olmak bir bilgidir. Aynı bilgi çerçevesinde var olan her şeyi bu şekilde izah etmek mümkündür. Ama bütün bu bilgiler, işin esâsını anladığımız mânâsına gelmez. Bunu en iyi gösteren ifâde de Hz. Mevlânâ’nın yazının başına aldığımız cümlesidir. Buna göre “çöl=kum” demek bir kertenkele bakışıdır. İnsana ise daha farklı bir bakış gerekiyor. Aksi takdirde bakışı kertenkelenin bakışından öteye geçemez. Oysa insan, bir kertenkele değildir. Onun bakış tarzı mutlaka farklı olmalıdır.

Beden Gözü, Can Gözü

Mutasavvıflar, bize bu bakış tarzını “can gözüyle bakmak” şeklinde ifâde ediyorlar. Bilhassa Yûnus Emre’de bu kavram bir hayli yer tutar. En çok bilinen ifâdesi ise “Can gözüyle bakan görür/Yûnus gözile gördüğün/Yoksa yaban gözü ile/Kimesneye ne söyleyem” dörtlüğünde söyledikleridir. Demek ki bir beden gözümüz olduğu gibi bir de can gözümüz vardır. Beden gözü zâhiri, can gözü bâtını yâni asıl hakîkati gösterir. Fakat çoğu insan kendi özünde böyle bir göz olduğunun farkında değildir. Bu yüzden hakîkati beden gözüyle gördüğü şekilde anlamakta/anlatmaktadır.

Bu söyleyişten hareketle şunu ifâde edebiliriz: Beden gözü bedenimizdeki gözdür. Ya can gözü? O nerededir? Yûnus, bunun için gönül kavramından söz eder. Bu göz gönüldedir. Lâkin onun önüne perde çekmişsek bu göz işlevsiz kalır. Öyleyse meseleyi anlamaya insan tanımıyla başlamak gerekiyor. Nasıl hava, toprak vs. sâdece kimyâsal bileşiklerden ibâret değilse insan da fizikî varlığını oluşturan su’dan, havadan, ateşten, nefesten ibâret varlık değildir. Bir gönlü vardır ve onu şâyet perdelememişse oradaki can gözüyle hakîkatin künhünü görebilecek iç aydınlanmaya, arınmaya sâhip olabilecektir.

Hepimizi şubat ayı içerisinde derin üzüntülere sevk eden deprem olayını da işte bu gözle görmek gerekir. Aksi takdirde depremi yer kabuğunun en üst katmanında bulunan tabakada yer alan kırıkların hareket etmesi şeklinde bir olay olarak açıklamayla yetinmek durumunda kalırız. Nitekim yapılan/söylenilen de budur. Söylenilenler elbette fizikî göze göre bakıldığında doğru bilgilerdir. Buna bağlı olarak yine fay hatları üzerine binâ yapılması, inşaatlarda kaliteli malzeme kullanılmaması, yeterli denetimin olmaması gibi bahislerden de söz edilebilir. Ama bilelim ki bu maddî, fizikî, sınırlı bakış depremin hakîkatini anlamamızda yeterli olmayacaktır. 

Sebep Nasılsa Netîce Öyle Çıkar

Peki can gözüyle bakıldığında neler söylemek mümkündür? İşte bu noktada bu defa Mehmet Âkif’e mürâcaat edelim. Anadolu’nun dört bir yandan işgâl edildiği o zor yıllarda -ki felâket mânâsında bu olanlar da birer depremdir- Beyazıt Câmii'nde verdiği vaazın bir yerinde şöyle demektedir: “Allâh'ın bütün emirlerinde hayat vardır. Bunların terki helâke sebep olur.” Söze bu cümlelerle başlayan Âkif, devâmında ise şöyle demektedir: “Geziniz dünyâyı; arza, semâya bakınız, muhtelif kıtalardaki harâbeleri görünüz, sizden evvel geçmiş milletlerin târihini okuyunuz. Göreceksiniz ki hepsi aynı esbâb aynı şerâit tahtında terakkî etmişler, yine aynı esbab, aynı şerâit tahtında mahvolmuşlardır. Çünkü aynı esbab, dâimâ aynı netîceyi tevlîd eder.”

Bu sözler işte can gözü dediğimiz bakışın ifâdesidir aslında ve bizim ne yaparsak saâdetle ne yaparsak yâhut yapmazsak felâketle karşı karşıya kalacağımızın dersidir. İşin özü “Allâh'ın emirlerinde hayat olduğu” meselesidir. Zîrâ Allah, bizi yarattıktan sonra başıboş bırakmamış, hayat içinde nasıl yaşamamız gerektiğine dâir ölçüler, kurallar koymuştur. Bu ölçüler, kurallar; uyulmaları hâlinde bize hayat bahşeden kurallar ve ölçülerdir. Terki ise bizi felâkete sürükler. Çünkü Âkif’in de dediği gibi aynı sebepler aynı netîceyi verir.

Meseleye deprem özelinde bakarsak görülen şudur: Bize emânet verilen tabiatı tahrip ettik. Yeşil alanları yok ettik. Başka canlıların hak ve hukûkunu gözetmedik. Yaptığımız binâları sağlam yapmadık. Tehlikelere karşı tedbirli olmadık ve böyle bir sonuçla karşılaştık. Dağ, deniz, hava, toprak kendi diliyle konuştu ve bize bir şey söyledi. İşte bu söyleneni anlamak meseleye can gözüyle bakmakla mümkün olabilecektir.

Cemâl ve Celâl

Burada şimdi de Niyâzî Mısrî hazretin söylediği bir beyte bakalım. “Tecellî eyler ol dâim celâl ü geh cemâlinden/Birinin hâsılı cennet birinden nâr olur peydâ/Cemâli zâhir olsa tiz celâl yakalar ânı/Görürüsün bir gül açılsa yanında hâr olur”.Bu sözler, hâdiselere can gözüyle bakan birinin ifâdeleridir. Söylediği şudur: Cenâb-ı Hakk her dâim tecellî hâlindedir. Bu tecellî kimi zaman celâl kimi zaman cemâl şeklinde olur. Nasıl gül bahçesinde dikensiz olmazsa cemâl de celâlden kopuk değildir. İşte deprem de dâhil felâket olarak nitelenen bütün hâdiseleri bu beyit etrâfında yapacağımız bir tefekkürle hakîkate bağlı olarak anlamak mümkün hâle gelmektedir. Buna göre cemâl, yaptıklarıyla bunu hak eden kullara bir ilâhî bağış, hak etmeyenlere ise bir ders niteliğindedir.

Celâlî tecellîden sonra cemâlî tecellîye lâyık olmak için neler yapılmalıdır? Can gözüyle bakıldığında depreme dâir bütün mühendislik bilgilerini ve jeolojik bilgileri devreye sokmanın yanında can güzünün görüp söylediği hakîkat çerçevesinde insan önce içindeki depreme yoğunlaşmalıdır. Neyi kaybetmiştir ki onun içindeki deprem dışa vurmuş ve kendini çok acı şekilde göstermiştir? Ne yapmış yâhut yapmamış da böyle bir felâketle karşılaşmıştır? Şimdi bu hâdise üzerinde düşünürken mutasavvıfların neden “gönül yapmak” konusuna çok özel bir önem verdikleri daha iyi anlaşılmaktadır. Evet asıl sorunumuz budur. Gönüller inşâ edemedik, aksine gönüller yıktık. Savaşlar, sömürü, çıkarcılık kısacası insanın felâketine sebep olacak ne varsa hepsiyle ilâhî dengeye, düzene savaş açma cüretinde bulunduk. Yoksulu ezdik, bencilleştik. Ötekini düşünmedik. Ama bütün bunlar ve benzeri sorunlara sebep olacak şekilde, bu dünyâda neden var olduğumuzu ve burada nasıl yaşamamız gerektiğini unuttuk. Bilelim ki unutma, gaflet hâlidir. Bedenin de aklın da gönlün de duyarsız, işlevsiz hâle getirilmesi demektir.

Ders Almak

Allah, kulunu sâhipsiz ve çâresiz bırakmaz. Nitekim de öyle olmuştur. Bu süreçte uzun süredir içimizde varlığını dahi unuttuğumuz yardımlaşma, paylaşma, kardeşlik gibi bizi gerçek mânâda insan yapan özelliklerimiz yeniden hayat bulmuştur. Devlet-millet birliğinin daha büyük depremlerle sarsılma tehlikesi gösterme ihtimâli olan günlerde bu kendine gelişle felâketin asıl mesajını alıp yeni bir başlangıç yapabiliriz. Tamam, sağlam zeminlere evler yapalım, yaparken hîleye hurdaya baş vurmayalım. Sıkı denetleyelim. Ovalara, sulak yerlere evler yapmayalım. Çok katlı binâlardan vazgeçelim. Bunlar bize ilmin, fizikî gözün, aklın söylediği gerçeklerdir. Bütün bunlar en hassas şekilde yapılmalıdır. Lâkin önce kendimizi sağlam bir zemin üzerinde inşâ edelim. İçimizde depremlere yol açacak kötü huylardan uzaklaşalım. Sonra dalga dalga bu iyilik hareketini çevremize yayalım. Yâni konunun halli için metafizik bir bakışa, inşâya ihtiyâcımız var. Bunu görmediğimiz sürece, fizikî depremlerle karşılaşmasak bile sosyal depremlerle, ahlâkî depremlerle hep karşılaşacağız demektir. İşin özü ise kul olmanın âcizliğini, Allâh'ın kudret sıfatını hiç unutmadan hareket etmekten geçmektedir. Bu yüzden Allah bize kendimizi inşâ, gönülleri inşâ, hayatı inşâ konusunda bir dersle birlikte bir de imkân vermiştir. Bu imkânı kullanabilirsek dünyâmız inşâallah daha güzel bir dünyâ olacaktır.

Nisan 2023, sayfa no: 38-39-40

Abone Ol

En son haberleri doğrudan gelen kutunuza alın. Asla spam yapmayız!

Sosyal Medya Hesapları

Mesaj Bırak