İslâm korkusu, karşıtlığı ya da düşmanlığı olarak anılan “İslâmofobi” kavramı, uzun yıllardan beri Batı kamuoyunun gündeminde yer alan temel meselelerden biridir.
2001’deki 11 Eylül Hâdisesi, Eylül 2005’de Danimarka’da hâşâ Hz. Muhammed’i (sav) “terörist” gibi gösteren karikatür krizi, 2015’ten itibâren Avrupa’da DEAŞ’ın (IŞİD) terör saldırılarını artırması ve 7 Ocak 2015’de mizah dergisi Charlie Hebdo’nun Paris’teki merkezine düzenlenen terör saldırısı, Batı’da bir süredir tırmanış gösteren “İslâmofobik” hareketleri tekrar gündeme taşıdı.
11 EYLÜL’LE TIRMANAN SALDIRGANLIK
Kavramın kökenini Haçlı Seferlerinin yaşandığı dönemlere, hattâ İslâm’ın başlangıç dönemlerine kadar götürmek mümkündür.
Ancak kavramın Avrupa’da yaygın bir şekilde kullanılması ve hâfızalarda yer etmesinde, 1997 yılında İngiliz Düşünce Kuruluşu Runneymede Trust’ın yayınladığı “İslâmofobi: Hepimiz İçin Bir Meydan Okuma” başlıklı rapor mühim rol oynadı. Raporda, Avrupa ülkelerinde yaşayan Müslümanlar “ırkçı, tehditkâr, düşman, ayrılıkçı” vb. kavramlarla nitelendirilmiş, Müslümanların sosyal hayattaki ihtiyaçlarına cevap verilmemesi ve İslâm’ın hukûken bir din olarak tanınmaması gerektiği vurgulanmıştır.
11 Eylül Hâdisesi ve sonrasında El Kaide örgütü tarafından yapılan saldırılar, İslâmofobinin artmasında tetikleyici oldu.
Amerika bu saldırıları gerekçe göstererek, sözde İslâmî terörün(!) üssü olarak gördüğü ülkelere karşı global ölçekte “kutsal” bir savaşa soyundu. Afganistan, Sudan ve Irak’a karşı misilleme harekâtına kalkışmasıyla bunu uygulamaya koydu. Bu süreçte Batı kamuoyu İslâm’a ve Müslümanlara saldırdı; İslâm ile “terör” aynîleştirilerek, İslâm’ın kutsallarına hakâret kampanyaları düzenlendi.
11 Eylül’ün, başta ABD olmak üzere topyekûn Batı Dünyası’nı Müslümanlar için yaşanılmaz hâle getirdiği; Müslümanların “ötekileşmesine” sebebiyet verdiği; en kötüsü de hâlâ devam eden Müslümanları “terörist” kabûl eden, İslâmiyet’e “İslâmofobi” penceresinden bakan bir kamuoyu oluşturduğu ve nihâyet Batı Âleminde menfî bir İslâm-Müslüman algısı meydana getirdiği âşikârdır.
22 Temmuz 2011’de Norveç’in başkenti Oslo’da, Avrupa’yı ve Hristiyanlığı, Müslümanların hâkimiyetinden kurtarma ve İslâmiyet’in yayılışını engelleme adına 77 kişiyi katleden Anders Behring Breivik’in, “İslâmofobik ırkçı” çıkması; 30 Eylül 2005’de Danimarka’nın, Jyllands Posten gazetesinde Hz. Muhammed’e (s.a.v) hakâret eden karikatürlerin yayımlanmasına sözde demokrasi adına müsâmaha göstermesi; 29 Kasım 2009’da İsviçre’de referandumla minârelerin, 13 Nisan 2011’de Fransa’da peçenin yasaklanmasına karar verilerek din ve ibâdet özgürlüğünün baltalanması, Avrupa’da İslâmofobinin tırmanışa geçtiğinin tehlike sinyallerinden sayılmıştır.
AVRUPA’NIN YENİ ÖTEKİLERİ
Prof. Anne Norton, 2013 yılında yazdığı “Müslüman Sorunu Üzerine” kitabında, 20. yüzyılda Avrupa’yı ve İslâm Dünyâsını tehdit eden Anti-Semitizm’in (Yahudi karşıtlığının) yerini 21. yüzyılda İslâmofobi’nin (İslâm korkusunun) aldığını yazdı. Norton’un da parmak bastığı gibi Müslümanlar, Yahudilerden sonra Avrupa’nın yeni “ötekileri”; terör, câmi, minâre, türban, peçe gibi tasvirler, Avrupa’nın sınırları içindeki “öteki İslâm’ın” korkulan sembolleri hâline getirilmek istenmektedir.
Avrupa Birliği’nin 27 ülkesinde 23.500 kişi üzerinde kapsamlı bir araştırma yapan Avrupa Birliği Temel Haklar Ajansı’nın (FRA) yayınladığı bir anket, bu ülkelerde yaşayan her üç Müslüman’dan birinin sâdece son bir yılda ayrımcılıkla karşılaştığını ve her on Müslüman’dan birinin de saldırı veya aşağılanmaya mâruz kaldığını ortaya çıkardı.
Gerçek İslâm’dan ve hakîkî Müslümanlardan kaynaklanmayan sun’î bir korkuya dayanıp Müslümanları günah keçisi i’lân ederek iktidar alanlarını genişletmek, hâkimiyet ve menfaatlerini garanti altına almak ve yeni sömürü alanları inşâ etmek isteyen Batılı güçler, İslâmofobiyi bir bahane ve karşı saldırı aracı olarak kullanmaktadır.
GÜÇLENEN IRKÇI SİYÂSÎ HAREKETLER
İslâmofobik partiler artık neredeyse bütün Avrupa’ya yayılmış vaziyettedir. Yüzlerce aşırı sağcı parti, İslâmofobik ırkçılığı temel ideolojilerinden biri olarak benimsemiş durumdadır.
Avrupa’da birçok parti oylarını artırmak amacıyla İslâmofobiyi bir araç olarak kullanmaya yönelmiş durumdadır. Breivik’in de 2004-2006 yılları arasında üyesi olduğu Norveç’teki aşırı sağcı İlerici Parti (PP), ülkenin en büyük ikinci siyâsî partisi konuma yükselmiştir.
22-25 Mayıs 2014 târihleri arasında Avrupa Birliği’ne üye ülkelerde gerçekleşen Avrupa Parlamentosu (AP) seçim sonuçlarına bakıldığında, birçok ülkede aşırı sağ partilerin yüksek oy oranlarına ulaştığı görülmektedir.
Bunun en iyi örneklerden biri de Belçika’daki sağ Vlaams Belang/Flaman Menfaati (VB) Partisi’dir. Parti, 30 Nisan 2010’da 30 burkalı (vücûdu ve yüzü tamâmen kapatan giysili) Müslüman kadın için yasak çıkartmayı başarmış ve câmi inşâatlarına karşı tertip ettiği mitinglerle gündeme gelmiştir. Ayrıca göç sorunlarıyla ilgili Müslümanların uyumsuz olmasından yakınmış ve onları tanımanın şuursuzluk olacağını propaganda etmiştir. Sonuçta, partinin oyları 1992’de yüzde 2 iken, önce yüzde 15’e ardından da yüzde 24’e ulaşmıştır.
Danimarka’ya baktığımızda, “İslâm’ın girdiği yerde hoşgörü olmaz; İslâm Avrupa’nın yeni vebâsı” sözünü slogan hâline getiren Pia Kjaersgaard’ın, ırkçı Danimarka Halk Partisi’nin (DPP) liderliğini yaptığı ve hükûmeti dışarıdan desteklediği dikkatlerden kaçmamıştır. 2009’da sâdece yüzde 14,8 oy olan (DPP), 2014’te oylarını yüzde 26,6’ya yükseltmeyi başarmıştır.
Hollanda’da ise “Lijst Pim Fortuyn” Partisinin lideri Pim Fortuyn (1948-2002), “Kültürümüzün İslâmlaşmasına Karşı” isimli eserinde, İslâm’ı entegrasyona engel, “geri” bir kültür olarak gördüğünü belirtmiştir.
KARŞITLIĞI KÖRÜKLEYEN KARANLIK ODAKLAR
Almanya’da bulunan Friedrich-Ebert Vakfı’nın Kasım 2011’de yaptığı bir araştırmada “Müslüman karşıtlığının, Avrupa’da sâdece aşırı sağ gruplar arasında değil, halkın önemli bir kısmında taraftar bulduğunun ve geleneksel ırkçılığın geri döndüğünün” ortaya çıkması, yukarıda ifâde ettiğimiz ürkütücü gerçeğin çarpıcı delillerindendir.
Fransa toplumunda ırkçı ve yabancı düşmanı fikirlerin son yıllarda yükselişte olduğu, bir devlet kurumu olan İnsan Hakları Ulusal Danışma Komisyonu (CNCDH) tarafından 2013 yılında yayımlanan raporla âdetâ tescillenmiştir. Fransızların yüzde 94’ü peçeli çarşafın Fransız toplumunda yaşama konusunda “sorun oluşturduğunu” düşünmektedir. Bu oran türban için yüzde 80, kurban bayramı için yüzde 46, namaz için yüzde 45’dir. Ayrıca Fransızların yüzde 54’ü câmi inşâatlarının “kolaylaştırılmamasını” istemiştir.
Karikatür krizleriyle gündeme gelen Danimarka’da vatandaşların yüzde 45’inin “başörtüsü yasaklanmalı ve Müslümanlar toplumda huzursuzluk meydana getiriyor” görüşünü paylaştıkları ortaya çıkmıştır. Araştırmayı gerçekleştiren Danimarkalı Jens Peter Frölund Thomsen: “İnsanların büyük kısmı bilmeden korkuyor ve nefret ediyor. Büyük bölümünün Müslümanlarla irtibâtı yok.”
2015 AVRUPA İSLÂMOFOBİ RAPORU
Batı’da hızla artma eğilimi gösteren, dahası bir endüstri hâline gelmeye başlayan İslâmofobiyi önlemeye yönelik Avrupa ülkelerindeki yasal düzenlemeler oldukça yetersiz kalmaktadır. Avrupa Birliği Temel Haklar Ajansı (FRA) gibi birçok sivil toplum kuruluşu, İslâmofobinin varlığını belgelemek ve bu probleme dikkat çekmek adına önemli çalışmalar yapmaktadırlar.
Bu bağlamda Türkiye’nin önde gelen düşünce kuruluşlarından Siyaset, Ekonomi ve Toplum Araştırmaları Vakfı (SETA), Avrupa’nın 25 ülkesinde, alanın uzmanı 37 bilim insanına hazırlattığı 2015 Avrupa İslâmofobi Raporu ile uluslararası alanda ses getiren bir çalışmaya imzâ attı.
25 farklı Avrupa ülkesinde yaşanan İslâmofobik saldırıları, Müslümanların sosyal hayatları ve özellikle iş hayâtında mâruz kalınan ayrımcılıkları ve hak ihlallerini detaylı örneklerle ortaya koyan raporda, Avrupa’da yükselen aşırı sağın ve İslâm karşıtlığının ulaştığı boyutlar derinlemesine analiz edilmiştir.
Raporun önemli bulgularından biri de İslâmofobinin ortaya çıkması için Müslümanların varlığına ihtiyaç olmadığıdır.
Raporun editörlerinden olan Salzburg Üniversitesi Öğretim Üyesi Farid Hafez, İslâmofobinin bir nefret suçu olarak kabûl edilmesi ve tüm Avrupa ülkelerinin ulusal bazdaki istatistiklerine dâhil edilmesi gerektiğinin altını çizmiştir. Avrupa’daki siyâsî partilerin İslâmofobiye karşı ortak tavır sergilemelerinin, Avrupa ülkelerinde İslâm’la ilgili negatif bilgileri engellemeye yönelik çalışmalar yapılmasının ve gazeteciler, avukatlar, polis ve yargı sisteminin İslâmofobi konusunda eğitilip bilinçlendirilmesinin âciliyet kazandığını da belirtmiştir.
ÖNLEMLER VE ÇÖZÜM ÖNERİLERİ
Uluslararası Hak İhlalleri İzleme Merkezi’nin (UHİM) Mayıs 2015’de hazırladığı “Avrupa’da Yükselen Ayrımcılık Nefret, İslâmofobi ve Irkçılık” başlıklı çalışmada yer verilen, Batı’da ayrımcılık ve İslâmofobinin ortadan kaldırılmasına ilişkin alınacak önlemler ve çözüm önerilerini aynen benimsiyor ve paylaşıyoruz:
a) Avrupa devletleri, topraklarına gelen ve nesillerdir kendi ülkelerinde bulunan yabancı kökenli vatandaşlarını artık kendi öz unsuru olarak kabûl etmeli ve kıtaya sonradan gelen milyonlarca insana diğer vatandaşlarıyla eşit şartlarda muamele etmelidir.
b) Yabancı kökenlilerin haklarını koruyacak yasal düzenlemeler hızlı bir şekilde hayâta geçirilmeli, tehlike altında olan can ve mal güvenlikleri sağlanmalıdır.
c) BM nezdinde İslâmofobi bir suç olarak kabûl edilmeli ve gerekli cezâî müeyyideler yasalara bağlanmalıdır.
d) İslâmofobi kavramının bizzat kendisinin İslâmofobik bir kavram olduğu gerçeğinden hareketle, Müslümanların mâruz kaldığı ayrımcı politikaları ve şiddeti ifâde etmek üzere, olgunun mâhiyetini yansıtan “İslâm düşmanlığı”, “İslâm karşıtlığı”, “Müslüman düşmanlığı” vb. ifâdeler tercih edilmelidir.
e) TC Avrupa Birliği Bakanlığı bünyesinde İslâmofobi için özel bir tâkip birimi oluşturulmalıdır.
f) Türkiye’nin dış temsilciliklerinde konuyla ilgili ihbar ve danışma hatları oluşturulmalıdır. Bu birimler aracılığıyla ulaşan bilgiler düzenli şekilde dosyalanmalı, arşivlenmeli ve elde edilen istatistikî bilgiler ilgili mercilere periyodik olarak takdim edilmelidir.
g) Siyâset mercileri ve medya organları aracılığıyla özellikle Müslümanlar üzerinden sun’î algılar oluşturmaktan vazgeçilmeli, bu sun’î algılarla oluşturulan korku kültürünün bertarâf edilmesi için kuşatıcı bir tavır sergilenmelidir.
h) Medya organları İslâmofobi konusuna hassâsiyetle eğilmeli ve bu konuda müstakil birimler oluşturulmalıdır.
i) Avrupa devletleri, barış, hoşgörü, bir arada yaşama kültürü, farklı inançlara saygı gibi evrensel değerleri hakkıyla temsil ettiğini göstermeli, bu noktada samîmî ve iknâ edici bir yaklaşım sergilemelidir.
j) İslâm İşbirliği Teşkilatı, İslâmofobi konusunda yaşanan gelişmelerin hukûkî süreçlerini tâkip etmeli ve bu konuda uluslararası hukuk nezdinde girişimlerde bulunmalıdır.
k) Üniversitelerde İslâmofobi konusunda daha fazla akademik çalışma yapılması sağlanmalı ve bu konuda ilgili merciler teşvik edici bir rol oynamalıdır.
l) Avrupa ülkelerinde yaşayan yabancı kökenliler, mâruz kaldıkları ayrımcılığa karşı gerekli duyarlılığı göstermeli ve sorunların çözümü noktasında inisiyatif almalıdırlar. Ancak ferdî duyarlılıkların yaşanan sistematik ayrımcılığı ortadan kaldırmaya yetmeyeceği bilinmeli, bu sebeple bu alanda kalıcı kurumsal çalışmalar yapılmalı ve siyâsî katılım arttırılmalıdır.
m) Avrupa’da bu alanda faaliyet gösteren sivil toplum kuruluşları ortak bir hedef doğrultusunda faaliyet göstermeleri gerektiğini unutmamalı ve koordinasyon içerisinde hareket etmelidir.
n) Avrupa’da yükselen ayrımcılığı konu edinen, nefret, İslâmofobi ve ırkçılığı gündeme taşıyan daha fazla akademik çalışma ortaya konmalı, bu alanın uluslararası kamuoyunda etkin bir şekilde tartışmaya açılması sağlanmalıdır.
İsmail Çolak
Abone Ol
En son haberleri doğrudan gelen kutunuza alın. Asla spam yapmayız!
Mesaj Bırak