Ara

Hacı Hasan Efendi’nin (ks) Tasavvuf Öğretisi

Hacı Hasan Efendi’nin (ks) Tasavvuf Öğretisi

İslâm’ın ruh dünyâsını ve ahlâkî boyutunu yansıtması açısından tasavvuf çok önemli bir konuma sâhiptir. Tasavvuf, zâhirî mevzulardan ziyâde bâtınî konular üzerinde yol yürüse de zâhirî hükümlerden bağımsız değildir. Öncelikli gâyesi Allâh’a kulluk olan insanı kemâle erdirmek ve çıktığı yolculukta hedefine ulaşabilmesine engel teşkîl edebilecek etkenlere karşı yöntem oluşturması açısından tasavvuf son derece kıymetlidir.

Tasavvuf ilminin temel kaynağı Kur’ân ve sünnettir. Tasavvufu bir pergel gibi düşünecek olursak, pergelin sâbit ayağının Kur’ân ve sünnette olduğunu, hareketli ayağının ise ilimden sanata, kültürden felsefeye, bireyden topluma kadar pek çok alanda dolaştığını görebilmek mümkündür. Bununla birlikte tasavvufun teori kadar pratiği de gerekli gördüğü anlaşılmaktadır. Târihten günümüze pek çok sûfî tasavvufu kendi kişisel tecrübeleri istikametinde tanımlamaya çalışmıştır. Bu açıdan “tasavvuf” kavramına yapılan onlarca değişik tanımlama her bir sûfînin kişisel tecrübelerinin sonunda elde ettikleri mârifetlerle doğru orantılıdır. Kişiyi mükemmele doğru çıkardığı seyr u seferde tasavvuf, kimi zaman gizemli bir hâl alır kimi zamansa kendine has metaforik bir dille insana hitâp eder.

Tasavvuf, yün giymek anlamına gelen ‘sûf’ kelimesinden türemiştir. Hicrî ikinci asrın ortalarından sonra kullanılmaya başlamış bir isimdir. Tasavvufun târifi noktasında şu tanımları ifâde etmemiz mümkündür:

Tasavvuf zühddür.

Tasavvuf güzel ahlâktır.

Tasavvuf tasfiye, yâni kalbi kötü ahlâktan ve mâsivâdan temizlemektir.

Tasavvuf tezkiyedir, yâni nefs ile mücâhededir.

Tasavvuf istikamet, yâni Kur’ân ve Sünnete sarılmaktır.

Tasavvuf, Allâh’a (cc) tam teslîmiyet ve Rabbânîliktir.1

Tasavvuf İslâm’ın ruh hayâtıdır.2 

Tasavvuf, bireysel ilim dalı olarak ortaya çıkması diğer İslâmî ilimlere nazaran her ne kadar sonraki dönemlere denk gelse de aslında adı konulmamış bir şekilde Peygamberimizin (sav) hayâtında varlığını sürdürebilmiştir.  O’nun (sav) mânevî halleri insanlık için vazgeçilmez numûnelerle doludur. Sözleri ile insanları irşâd etmesinin yanı sıra, kelâma ihtiyaç duymayan ama muhataplarını derinden etkileyen hâllerini gözden ırak etmemelidir. Ahlâkı zirve noktadan yaşayan Peygamberimizin bu durumunu diğer insanlara anlaşılır bir halde ifâde etmeye çalışmak tasavvufun üstlenmiş olduğu bir görevdir.

Tasavvufun köklerine doğru yapacağımız yolculukta karşımıza çıkan hadislerden birisi “Cibril Hadîsi”3 olarak meşhur olan hadistir. Cibril hadîsinde sorulan sorulara Peygamberimizin verdiği cevaplar sâdece tasavvufun değil aynı zamanda diğer İslâmî ilimlerin de doğuşuna zemin hazırlamıştır. “Îman nedir?” sorusuna verdiği cevap kelâm-akaid ilminin kuruluşuna, “İslâm nedir?” sorusuna verdiği cevap fıkıh ilminin neşet etmesine, “İhsan nedir?” sorusuna verdiği cevap ise tasavvuf ilminin doğuşuna zemin hazırlamıştır. Durum bu iken kelâm ve fıkıh ilmi ne kadar önemli ilim dallarıysa tasavvuf da o kadar önemli bir ilim dalıdır.

Tasavvufun bize kadar ulaşmasında sûfîlerin ortaya koydukları çabalar son derece önemlidir. Bu çabalar sâdece satırlar aracılığıyla değil sadırdan sadra aktarılarak da gelmiştir. Çünkü tasavvufun tecrübî yanı ağırlıkta olması hasebiyle duyulan mânevî zevkler/haller dile ve kaleme dökülmesiyle vuzûha kavuşmayabilmektedir. Bu kapalılığı gidermek için insanın meşrep ve fıtrat farklılıklarını dikkate alan tarîkatlar meydana gelmiştir. Tarîkatlar tasavvuf ilminin okulları ve pratik sahalarıdır. Tüm bu birikim tasavvufu ve onun muhâtabına hitâb eden öğretilerini meydana getirmiştir. Tasavvuf öğretilerinin bir rehber aracılığıyla muhataplara aktarılması da ayrıca tasavvuf metotlarındandır. 

Tasavvuf târihinin ilk dönemlerinden itibâren son dönemlerine kadar usûl ve esaslara dayalı seyr u sülûk yaptıran mürşitler olagelmiştir. Son dönem mürşid-i kâmillerinden Hacı Hasan Efendi’nin de, içinde bulunduğu geleneğin temsilcisi olarak tasavvufun usûl ve esaslarına bağlı kalarak öğretiler ortaya koyduğuna şâhit olmaktayız. Ona göre tasavvufî hayâtın en belirgin ölçü birimi Kur’ân ve sünnete bağlılıktır. Şerîatın kurallarına uyulmadan tasavvuftan ve tarîkattan bahsedebilmek mümkün değildir. Çünkü şerîattan zerre kadar şaşmak tarîkattan doğu ile batı mesâfesince sapmaya sebebiyet verir.4

Hacı Hasan Efendi (ks) tasavvufa dâir meselelerde kendisine has üslûbuyla tanımlar getirmiş, anlaşılabilmesi için çok çeşitli örnekleri kelâma dökmüştür. Onun için, muhâtabının anlayabileceği nitelikte konuşmak önemlidir. Yaşadığı çevrede bulunan insanların anlayış durumlarına âzamî dikkat etmiştir. Gerek tasavvufun seyr u sulûk’a yönelik kavramlarını açıklarken gerekse de tahalluk ve tahakkuka dâir konularını ele alırken bu hassâsiyetini görebilmekteyiz. 

Makâlemizin bünyesinde Hacı Hasan Efendi’nin (ks) tasavvuf öğretilerinin tamâmına yer verebilmemiz mümkün değildir. Zâten bu durum çalışmamızın sınırlarını bir hayli aşacaktır. Biz yine de Hacı Hasan Efendi’nin tasavvufa dâir ele aldığı konulardan çeşitli örnekleri nakletmeye gayret edeceğiz. Örneğin mürşid-i kâmil konusunu ele alırken o, mürşidi uzman doktora benzetmektedir. Ona göre; bedenî hastalıklardan kurtulmaya uzman bir doktorun muayenesi, teşhisi ve tedâvi için verdiği ilaçlar nasıl etkili ise, mürşid-i kâmil de mânevî hastalıklar üzerine uzmanlaşmış bir kişi olarak, Kur’ân ve sünnetten çıkardığı mânevî reçetelerle mânevî hastalıkları tedâvi etmektedir.5 

Tasavvufun seyr u sülûk’a dâir kavramlarından birisi olan râbıta Hacı Hasan Efendi’nin (ks) ele aldığı bir başka konudur. Hacı Hasan Efendi mürîdin kemâle erebilmesinde, bir başka deyişle seyr u sülûkünü tamamlayabilmesinde en önemli sâikin râbıta olduğunu beyân etmekte ve râbıta olmasaydı tarîkatta sâlikin bir adım dahi atamayacağını söylemektedir.6Bu düşüncesi ile Hacı Hasan Efendi’nin, râbıtayı en kestirme yol olarak gören İmam Rabbânî (ks) (ö. 1033/1624) ile aynı çizgide olduğu anlaşılmaktadır.7 Hacı Hasan Efendi (ks) râbıtayı şu şekilde tanımlamaktadır: “Râbıta; bir mürşid-i kâmili sevmek, onu örnek almak, onun gibi olmaya çalışmak, onu hayâl etmektir.”8 Hacı Hasan Efendi’ye göre râbıta seyr-i ilallâha vesîledir. Bu duruma şu cümlelerle açıklık getirmektedir: “Sen Allah ile ol! Eğer Allah ile olamıyorsan, Allah ile olan kutb-ı cihanlarla, mürşid-i kâmillerle berâber ol ki, onlar seni maksûdun olan Allâh’a ulaştırsın!”9

Hacı Hasan Efendi (ks) ihlâsı; her ameli Allah için yapmak, saf, katışıksız, riyânın ve sum’anın bulaşmadığı amel olarak tanımlamaktadır. Temiz bir sütün içine bir damla kanın karışması o sütü içilmez duruma nasıl getirirse, riyâ ile yapılan bir amelin durumu da aynen böyledir. Çünkü ona göre riyâ, şeytânın kanıdır. Ameller ihlâstan uzak, riyâ ile yapılmışsa semâ kapılarında tahlîle tâbi tutulur. Şeytânın kanı olan riyânın karıştığı ameller reddedilen amellerdir.10

Hacı Hasan Efendi (ks) başkaları görsün diye yapılan amelleri buz üzerine binâ edilmiş gibi düşünür. Buzun üzerine bir binâ inşâ etmenin akıllıca olmadığı, buzun erimesiyle o binânın da yıkılacağı âşikârdır. Gösteriş ve şöhretin kemâle erme yolunda engel teşkîl edeceği düşüncesindedir. Bu düşüncesini bir dörtlüğünde şöyle dile getirir:

El gördülük yaptın amel,
Buzdan kurmuş idin temel,
Şöhret ile olmaz kemâl,
Bellerimi büktün nefis.11

“İhlâslı amel nasıl hâsıl olur?” sorusuna cevap veren Hacı Hasan Efendi şunları ifâde eder: “Başkalarının derdiyle dertlenmekle hâsıl olur. Misâl; mahallemizde, köyümüzde evlenmemiş kız çocuklarının sıkıntıları uykularımızı kaçırmalıdır. Her kimin derdi varsa onun derdiyle dertlenmek pek mühim. Gönüller yapmak pek mühim. İnsanlara hilm ile muâmele pek mühim. Çünkü ihlâs elbisesi, gönül kırmayanlara, insanlarla muamelelerinde af yolunu seçenlere giydirilir. İhlâs Hz. Ebûbekir’in (r.a) yolundan gidenlere verilir. Ebû Cehil’in yolundan gidenlerin amellerinde ihlâs, samîmiyet bulunmaz.”12 Hacı Hasan Efendi’nin bu cevâbından, kişinin hiçbir zâhirî mecbûriyeti yokken, sırf Allah için dertli kulların dertleriyle hemhâl olabilmeyi ihlâslı bir amel olarak gördüğü anlaşılmaktadır. Kimsenin kalbini kırmamak, insanlara yumuşak davranmak ve af yolunu tutmak ona göre ihlâs elbisesiyle çepeçevre kuşatılmaya vesîledir. Mânevî büyüklerin yolundan gitmek de Hacı Hasan Efendi’ye göre ihlâsı elde etmenin yollarındandır. 

Hacı Hasan Efendi (ks), belâlara karşı sabretmenin ve nîmete karşı şükretmenin kişi için büyük bir kazanıma vesîle olacağını savunmaktadır. Îmanlı olmayı en büyük nîmet olarak kabûl eden Hacı Hasan Efendi (ks), en fazla şükrün îman nîmeti için olması gerektiğini söylemektedir. O, İslâm nîmetinin şükrünü edâ etmeyen kimsenin son nefesinde îmanla ölebilmesinin pek mümkün olamayacağını savunmaktadır. Müslüman bir anne babadan dünyâya gelmiş olmak da Hacı Hasan Efendi için şükrü edâ edilmesi elzem bir nîmettir.13 

Hacı Hasan Efendi (ks) mânevî kemâlâtın gerçekleşmesi konusunda Allah’tan gelen belâ ve musîbetlere, insanlardan gelecek ezâ ve cefâya karşı sabırlı olunması gerektiğinin altını çizmektedir. Bu husûsu peygamberlerden örnekler vererek açıklamaya çalışır ve mânevî mertebesi yüksek olan kişilerin belâ ve musîbetlerle daha fazla imtihâna tâbi tutulacaklarını ifade eder. Bunun için böyle kişilerin sabretmeye karşı hassâsiyetlerinin daha fazla olacağını bildirmektedir.14 

Aşksız ve muhabbetsiz geçen günlerin sâlik için bir zarar olduğunu dile getiren Hacı Hasan Efendi, hakîkî âşığın, mâşûkunu aramadan durabilmesinin mümkün olamayacağına işâret ederek şöyle seslenir:

Âşık mâşûkunu durmadan arar,
Muhabbetsiz geçen gün ihvâna zarar,
Tabii bu meslekten etmedin firar,
Gel bir görüşelim yâhu nerdesin?15

Hacı Hasan Efendi, aşk ve muhabbeti tasavvuf erbâbının temel meselesi olarak görmekte, aşk ve muhabbeti sâlikin gönlüne iyiden iyiye yerleştirmesini tasavvufun ana gâyeleri arasında kabûl etmektedir.16 Ona göre, sâlikin tasavvuf yolunda ilerleyebilmesi ve feyz-i ilâhîden istifâde edebilmesi hep muhabbeti ölçüsündedir. Yâni sâlikin gönlündeki feyzin azlığı ya da çokluğu muhabbetin azlığına/çokluğuna bağlıdır.17 Muhabbetullâh’ı denize benzeten Hacı Hasan Efendi, o denize kavuşan kişinin nefsinin çılgınlıklarından sıyrılıp, sükûnete ve ebedî huzûra kavuşacağını savunmaktadır.18 O, duâlarında aşkullâha erebilme vurgusunu yaparken, Allâh’ın aşkını elde edebilmeyi nihâî amaçlar arasında görmüştür. Aşkullâh’a erebilmenin yolunun zikrullahtan geçtiğinin altını çizmektedir.19 Asıl olanın muhabbet olduğundan dem vuran Hacı Hasan Efendi, muhabbetin bir mıknatıs gibi diğer bütün güzel hasletleri çekeceğini söylemektedir. 

Hacı Hasan Efendi fenâ kavramını tasavvuf geleneğinde olduğu gibi “yok olmak, sıyrılmak” şeklinde anlamaktadır. O, tasavvuf eğitimini dört basamaklı bir merdivene benzeterek, merdivenin ilk basamağının fenâ fi’l-ihvan, ikincisinin fenâ fi’ş-şeyh, üçüncüsünün fenâ fi’r-rasûl ve dördüncüsünün fenâ fil’lâh olduğunu söylemektedir. Hacı Hasan Efendi fenâ fi’l-ihvânı din kardeşlerin birbirini sevmeleri olarak açıklamaktadır.20 “Mü’minler ancak kardeştirler.”21 âyet-i kerîmesinde de din kardeşliği vurgulanmaktadır. Tarîkat ehli kişiler, genelde tüm mü’minlere karşı sevgi beslemekle berâber, aynı yolun yolcusu olması hasebiyle kendi tarîkat kardeşine karşı husûsî bir sevgi beslerler. Hacı Hasan Efendi de fenâ fi’l-ihvânla sâlikin kendi nefsinin istek ve arzularından sıyrılıp ihvan kardeşini öncelemesini kastetmiş olmalıdır. Zîrâ fenâ fi’l-ihvan, fenâ fi’ş-şeyh mertebesinin başlangıcı mesâbesindedir. 

Hacı Hasan Efendi ikinci basamak olarak gördüğü fenâ fi’ş-şeyh mertebesini, mürşid-i kâmili çok sevmek şeklinde yorumlamaktadır. Ona göre mürşid-i kâmil yanında yoksa bile sâlik mürşidini hayâlinden ayırmamakla fenâ fi’ş-şeyhe ulaşmalıdır. Zîrâ o, fenâ fi’ş-şeyhi, fenâ fi’r-rasûlün başlangıç kapısı olarak görmektedir.22 Sâlik fenâ fi’ş-şeyh mertebesinde kendi kötü huylarından sıyrılıp, Allah yolunda rehber olarak gördüğü kâmil mürşidinin güzel ahlâkında fenâ bulmalıdır. Yâni şeyhin tüm güzel davranışlarını kendisine transfer etmelidir. Bir başka deyişle fenâ fi’ş-şeyh, mürîdin şeyhiyle aynîleşme çabasıdır. 

Hacı Hasan Efendi üçüncü basamak olarak zikrettiği fenâ fi’r-rasûl mertebesini Hz. Peygamberin (sav) sevgisinde fânî olmak şeklinde açıklamaktadır. Ona göre sâlik, (dünyevî) her şeyi unutup, her yerde Hz. Peygamberi (sav) görüyormuş gibi olmalıdır.23 Hacı Hasan Efendi bu açıklamasıyla Allah Teâlâ’nın bize “üsve-i hasene”24 olarak gösterdiği ve “Sen elbette yüce bir ahlâk üzeresin”25 buyurup ahlâkını övdüğü Hz. Peygamberin (sav) ahlâkıyla ahlâklanmayı kastetmektedir. 

Hacı Hasan Efendi tasavvufî eğitimin dördüncü basamağı olarak beyân ettiği fenâ fi’llah mertebesini, her an Allah (cc) ile berâber olmak ve vücûdun her zerresinin Allah (cc) muhabbetiyle dolması hâli olarak izah etmektedir.26 Yine onun, anâsır-ı erbaadan “toprağı toprağa, suyu suya, ateşi ateşe, havayı havaya verip kendinizi Mevlâ’ya verin” tembîhâtında da fenâ fi’llâh’ın işâretlerini verdiğini görmekteyiz.27

Sonuç olarak; tasavvuf, İslâm’ı takvâ kalitesinde yaşamayı amaçlayan bir hayat tarzıdır. İslâm’ın ilk günlerinden günümüze uzanan köklü bir geleneğe sâhip olan sûfî geleneğin her dönem önemli temsilcileri olmuştur. Her bir sûfî kendilerine has metotlarla tasavvuf öğretilerini anlatmaya ve açıklamaya çalışmışlardır. Bu temsilcilerden birisi olan Hacı Hasan Efendi de bu gelenekten kendi payına düşeni almış ve onu olgunlaştırarak mürîdânına sunmuştur. Yukarıda özet mâhiyette sunmaya çalıştığımız tasavvufî görüşlerinden de anlaşılacağı üzere Hacı Hasan Efendi (ks) tasavvufun engin birikiminden istifâde edip, istifâde ettirmiştir. Vefâtının 37. yıldönümünde Hacı Hasan Efendi’yi rahmetle yâd eder şefâatlerini ümîd ederiz. 

Dipnotlar:

1 Allah’a her şeyi ile adanmak

2 Ethem Cebecioğlu, “Prof. Nicholson’un Kronolojik Esaslı Tasavvuf Tarifleri”, Ankara Ünv. İlahiyat Fak. Dergisi, c. 29, Ankara 1987, s. 387-406.

3 Buhârî, İman 1; Müslim, İman 1.

4 Hacı Hasan Efendi, Sohbetler I, s. 99; İdris Kocabaş Nur Meşalesi, Mavi Yay. İstanbul 2020, s. 75.

5 Hacı Hasan Efendi, Sohbetler III, s. 99; Sohbetler IV, s. 30; Kocabaş, Nur Meşalesi, s. 123.

6 Hacı Hasan Efendi, Sohbetler I, s. 89.

7 Bkz. İmam Rabbanî, Mektubât, 187. Mektup. (İmam Rabbanî ilgili mektupta şöyle demektedir: “Bilesin ki, bir zorlama ve yapmacık olmadan, şeyhin müride rabıtasının husulü, mürid ile mürşid arasındaki münasebetin tam olduğuna alamettir. İş bu rabıta, faydalanma ve faydalı olma sebebidir. Asla rabıta yolundan daha yakın bir yol da yoktur.” Bkz.: İmam Rabbânî, Mektûbât, trc. Abdulkadir Akçiçek, Dergâh Ofset, İst. 1998, s. 426.)

8 Hacı Hasan Efendi, Sohbetler I, s. 89; Kocabaş, Nur Meşalesi, s. 150.

9 Hacı Hasan Efendi, Sohbetler I, s. 89; Kocabaş, Nur Meşalesi, s. 150.

10 Hacı Hasan Efendi, Sohbetler I, s. 64.

11 Hacı Hasan Efendi, Gönül Âleminden, s. 57.

12 Hacı Hasan Efendi, Sohbetler IV, s. 51.

13 Hacı Hasan Efendi, Sohbetler I, s. 102, 103.

14 Hacı Hasan Efendi, Sohbetler IV, s. 62-67.

15 Hacı Hasan Efendi, Gönül Âleminden, s. 54.

16 Hacı Hasan Efendi, Sohbetler I, s. 149.

17 Hacı Hasan Efendi, Sohbetler I, s. 114; Sohbetle IV, s. 34.

18 Hacı Hasan Efendi, Sohbetler I, s. 87.

19 Hacı Hasan Efendi, Sohbetler I, s. 91.

20 Hacı Hasan Efendi, Sohbetler I, s. 85.

21 Hucurat, 49/10.

22 Hacı Hasan Efendi, Sohbetler I, s. 85, 118.

23 Hacı Hasan Efendi, Sohbetler I, s. 85.

24 Ahzab, 33/21.

25 Kalem, 68/4.

26 Hacı Hasan Efendi, Sohbetler I, s. 86.

27 Alemdar, “Allah’ın Kubbeleri Altında Saklı Bir Veli” Yenidünya Aylık İlmî, Fikrî, Aktüel Dergi, Yıl: 10, S. 111, Ocak 2003, s. 16.

Ocak 2024, sayfa no: 8-9-10-11-12

Abone Ol

En son haberleri doğrudan gelen kutunuza alın. Asla spam yapmayız!

Sosyal Medya Hesapları

Mesaj Bırak