Tasavvuf bir tür yolculuktur. Önce yolu bilmek gerekir. Titizliği, ciddiyeti, tercîhi ve seyri ile tasavvuf uzun ince bir yolculuktur. Yol, yolcu, kılavuz ve azık dervişin temel hassâsiyetleridir. Sebîl-i Hak, sırât-ı müstakīm, râh-ı ehlullâh, tarîk-i ricâl, usûl-i māneviyat terimleri yol tercîhinin önemine işâret etmektedir. Mezhep ve tarîkat kavramlarının kendisi de Allâh’a inanç sistemimiz ve kulluk sürecimizde tākip edilen yolu, sistemi, usûlü ve yöntemi yansıtan iki temel kavramdır. Tasavvufî terbiyeyi ifâde eden seyr u sülûk kavramı da sâlikin tasavvufî terbiyesinde kat edeceği yolu, yürüyeceği hakīkat diyârını ve gideceği menzilleri ifâde etmektedir. Dervişlerin ulaşmak istedikleri makam ve menzilleri, gerçekleştirecekleri yolculukları ifâde için tasavvufî gelenekte Menâzilu's-sâirîn ve Makāmâtu's-sālihîn gibi isimlerle anılan eserler verilmiştir. Yol oğlu olan, yolda olan ve yolun hakkını veren dervişlere seyyar ve seyyah isimleri verilmiştir. (Kara, “Yûnus Emre’nin Tasavvufi Kavramlar Dünyası”, 2012:271)
Bu dervîşlik yolına ‘ışkıla gelen gelsün
Ya dervîşlik neydügin bir zerre tuyan gelsün
Hele biz iş bu yola gelmedük riyâyıla
Bu melâmetlik tonın bizümle geyen gelsün
Göziyle gördügini örte etegiyile
Bu yol key ince yoldur yüregi döyen gelsün. (Yûnus Emre, Dîvân, 1997:II/319)
diyen Yûnus Emre bizleri özenle dervişlik yoluna dāvet eder. Dervişlik yolunun samîmiyet testi olduğunu, gösterişe yer olmadığını, desinler diye hareket edilemeyeceğini, dervişlik güzergâhının melâmet seyri olduğunu beyân eder. Dervişlik yolu o kadar hassastır ki duydukları ve gördüklerinin, olayların ve eşyânın gündemine takılmamayı gerektirdiğini, incelikleri olan bu yolculuğun ancak yüreğimizi ortaya koyarak gerçekleştirilebileceğini dile getirir. Hangi yol? Gidilecek yol neresidir? Hangi istikāmete yolculuk yapılmalıdır? sorularına Yûnus Emre:
Hâs u ‘âm mutî ‘âsî dost kulıdur cümlesi
Kullar yol varmayınca şâha kim varıbile
Dosta gidenün yolı gönül içinden geçer
Bir ‘amel eylemedüm gireyidüm gönüle
Dosta giden kişiler unıdur kendözini
Ben nereye varursam beni ileden bile. (Yûnus Emre, Dîvân, 1997:II/431)
diye cevap vermekte ve Şâh’a giden yolu önermektedir. Dost’a gitmeye azmedenlerin bilmesi gereken husus ise bu yolun gönül dünyâsında gerçekleşeceğini idrâk etmeleridir. Gönle girmek, gönle girmeyi sağlayacak amel işlemeye dāvet etmektedir. Dost’a gidenlerin gönül yolculuklarının kendini unutmaktan, kendi benliğini terk etmekten geçtiğini, Dost’un rızāsını celbedecek davranışlara bürünerek yol azığını hazırlamak gerektiğini belirtir. Birtakım heveslere, birtakım telkinlere ve kimi şaşkınlıklara kanıp divâne dolaşanlara uyarıda bulunan Yûnus Emre:
Yaban yolın gözetme yol evde taşra gitme
Cân yolı cân içinde cân râzını cân tuyar. (Yûnus Emre, Dîvân, 1997:II/88)
hatırlatmasında bulunmaktadır. Dosta gidecek olanların saçma sapan yollara sapmamalarını, yaban yola koyulmamalarını, gidilmesi gereken yolun gönül evinde olduğunu söylemektedir. Candan davranmadan, can içinde can olmadan, canlar cânını râzı etmeden yol kat etmenin mümkün olmadığını ifâde buyurmaktadır. Yol’a koyulan Yûnus Emre Dost’a giden kendi yolculuğunu özetlemek sadedinde:
Yoluna basaldan kadem varlıgumı kıldum ‘adem
Gözden tolanma dem-be-dem kim sensüz ben olımazam. (Yûnus Emre, Dîvân, 1997:II/261)
demektedir. Hakīkat yoluna ayak bastığından beri kendi izâfî varlığını yok addetmiştir. Dost yüzüne o kadar hasrettir ki, hayran kaldığı o azîz dosttan ayrı kalmayı aklının ucundan bile geçirmemektedir. Şâha gönül veren Yûnus Emre, baş koyduğu gönül yolculuğunda nefsini zelîl kıldığını, düşmanın başarı şansını ortadan kaldırdığını şu şekilde dile getirmektedir:
Bu yolda muhkem durduk nefsin boyunın urduk
Sen şâha gönül virdük düşmân ne zafer itsün. (Yûnus Emre, Dîvân, 1997:II/314)
Dosta giden yolda gönül kıvâmı kadar aklın rehberliği de bir gerçekliktir. Tasavvuf yolu idrak gücü yüksek, bilinçli tabiata sāhip, başkalarının göremediklerini görebilecek inceliğe bürünen uyanık ve dikkatli insanlar ister. Yûnus Emre de bu hassâsiyetini şu şekilde dile getirir:
Oglan iken sultân kopar kim elin kim yüzin öper
‘Akıl bana yoldaş oldı sultânlıga düşdi gönül. (Yûnus Emre, Dîvân, 1997:II/214)
Gönül seyrini, aklın kılavuzluğunu Dost’a giden yolun şiārı olarak betimleyen Yûnus Emre, gözünü gönlünü bürüyen Dost makāmına gerçekleşen yolculuğunda aşkı yoldaş edindiğini özellikle şöyle vurgulamaktadır:
Kaçan kim ol dilber benüm gözlerüme tutaş oldı
Gönlüm cânum virdüm ana ‘ışkı bana yoldaş oldı. (Yûnus Emre, Dîvân, 1997:II/448)
Gönül, akıl ve aşkın hazırladığı yolda erenlerin himmeti kendisine haldaş olmakta, erenlerin nazarını celbetmesi yolun hakkını vermeye vesîle olmakta olduğunu Yûnus Emre şu şekilde dile getirmektedir:
Erenlerün himmetini ben bana yoldaş eyleyem
Her kancaru varurısam cümle işüm hoş eyleyem. (Yûnus Emre, Dîvân, 1997:II/273)
Diyâr diyâr dolaşan, Anadolu topraklarında rahmet nazarıyla Anadolu insanının gönlünde taht kuran Yûnus Emre:
Vardugumuz illere şol safâ gönüllere
Baba Tapduk ma‘nîsin saçduk el-hamdüli'llâh. (Yûnus Emre, Dîvân, 1997:II/376)
sözleriyle Tapduk Emre’nin mesajını geniş kitlelere ulaştırdığından bahsetmektedir. (Şahin, “Yûnus Emre’nin Şeyhi Tapduk Emre”, 2019:195) Gittiği yerlere şeyhi Tapduk Emre’den aldığı ma’nâ incilerini saçan, gönülleri fetheden Yûnus Emre, Anadolu halkına çalkantılı bir dönemde, siyâsî ve ictimâî buhrânın yaşandığı bir ortamda umut ışığı olmuştur. Tasavvuf erbâbı gibi Yûnus Emre de gönlünü açmak ve gönüllere su serpmek için selmana çıkmıştır. Derdine derman bulmak, yaraları sarmak, gözyaşlarını silmek, ilim uğruna baş koymak, merhamet iklîmine bürünmek gāyesiyle selmana çıkan Yûnus Emre, seyahatlerini gurbet psikolojisi içerisinde icrâya koymuştur. Selmana çıkmasıyla o, dünyânın ne denli gurbet mahalli olduğunu derinden hissetmiştir. Fakr-ı tâm hissiyatıyla gariplik duygusu onun boynunu bükmüş, kendisini benlik duygusundan âzâde kılmış, olanca varlığıyla kendisini arzın sāhibine teslîm etmiştir. Gurbet diyârında selmana çıkan garip bir derviş olarak o, varını yoğunu sebîl edip bezirgân olarak anılmıştır.
Gurbet ilinde yürürem dostı düşümde görürem
Uyanup Mecnûn oluram gel gör beni ‘ışk n'eyledi (Yûnus Emre, Dîvân, 1997:II/506)
Dosta giden yol Yûnus Emre’de gurbet illerinden geçmektedir. Aşka koyulup deli divâne olan Yûnus Emre, yaşadığı gurbet psikolojisiyle çıktığı selmanda inci ve mercan elde etmenin imkânına kavuşmuştur. Gurbet illerinde bencileyin bir derviş olarak yollara revân olan Yûnus Emre irfan ve hikmet dolu ilâhileri, gerçekleşen rahmet nazarıyla bu toprağı mayalamış, yaşadığı zamânı aşmış ve milletimizin gönlünde taht kurmuştur. (Kemikli, 2015:36-37)
Yûnus’un bu tesbitlerinden anlaşılacağı üzere seyahat, tasavvufî hayâtın özünde yer alan bir uygulamadır. Seyr u sülûk çıkaran derviş yolculuğunu icrâya koymuştur. Sülûk eğitimi dervişin kalbine yolculuğu, içsel ve derûnî ālemlerdeki cevelânıdır. Sülûkla gerçekleşen bu içsel yolculuk dış dünyâda gerçekleşen seferle tamamlanmaktadır. Tasavvufî eğitimde durağanlık, statik bir tavır, bir yere çakılıp kalmak, yerinde saymak söz konusu değildir. Ortamın değiştirilmesi, mekânın yenilenmesi, gezip dolaşmanın sağlanması, bir yerden kalkıp başka bir yere gidilmesi, alışılmışın ve ādetlerin dışına çıkıp açılım sağlanması, dinamik bir hayat sürdürülmesi, girişimci ve yenilikçi bir rûhun kazanılması, her an yeniden doğup diyardan diyara dolaşılması dervişin kabuğunu kırmasını, dar çerçeveden kurtulmasını, yerellikten sıyrılıp evrensel kimlik kazanmasını sağlar. Sülûku sırasında açılamayan, kabuğunu kıramayan, kendi içinde sıçrayamayan ve açılamayan derviş ferahlasın, kendini gerçekleştirsin, farkındalık bilincine ersin, hayâtın anlam dokusuna bürünsün diye selmana çıkarılırdı. Yûnus’un kilidini açan da selmana çıkmasıyla yaşadığı değişimler olmuştur. (Tatcı, 2019:165)
Şeyh Efendinin açılım sağlamasını istediği dervişe bir müddet dolaş da gel diyerek seyahate çıkmasını emretmesi, selmana çıkmak tābir edilmiştir. Selmana çıkan dervişin gerdanına bir keşkül asılır. Sonrasında mürşidin göstereceği istikāmette gider ve aynı istikāmette geri döner. “Tığteber Şâh-ı Merdan” deyiminin de işâret ettiği üzere selmana çıkan dervişin elinde vahşî hayvanlardan korunmak için kullanacağı kesici bir âleti bulunur. Şâh-ı Merdân olan Hz. Ali Efendimiz gibi tehlikeler karşısında kendisini koruyan mertlerin şâhı konumuna gelmesi istenir. Merd-i Hudâ olan dervişin başı uryân ve sînesi püryân olup gerdanında keşkül bulunur. Kimi zaman yaya olarak kimi zaman da atlı olarak yollara düşer. Ne kesesi dolu ne azığı yağlıdır, ne de Hakk’tan gayrı bir güvencesi vardır. “Şey'en lillâh” diyerek Hakk dostunun arz-ı endâm etmesi sağlanır, “eyvallâh” beyânıyla kimseye minnet etmeyişinin duruşu sergilenir. (Tatcı,2019:166)
Selmana çıkan dervişin gurbet illerindeki bu yolculuğu onun sıkıntılara göğüs germesini sağlar, zorlu hayat şartlarına alışarak nefsini terbiye etmesine yol açar, yolunu ve inancını yaymak için bir fırsat yakalamasını sağlar. Selmana çıkmak sûretiyle Yûnus Emre de gönülleri Allah aşkıyla tutuşturmuş, irşad faaliyetine girişmiş, gezdiği yerlerde kendisinden garip kimseyi görmediğini anlamış, fenâfillâha eremeyişinin derdine düşmüş, garipliği ve kimsesizliği ile Miskin Yûnus olarak görünmüştür. (Boz, “Yûnus Emre’ye Ait Bir İlahinin Ontolojik Tahlili”, Uluslararası Türkçe Edebiyat Kültür Eğitim Dergisi, 10(3), 2021:847)
Mayıs 2022, sayfa no: 16-17-18-19
Abone Ol
En son haberleri doğrudan gelen kutunuza alın. Asla spam yapmayız!
Mesaj Bırak