Allah (cc) insanlarla ilk muhâtap olduğunda onlara şu soruyu soruyor: “Ben sizin Rabbiniz değil miyim?” Bu soruda dikkatimizi çeken nokta Allâh’ın, Kendisinin “rubûbiyyetini”, yâni “Rabb”lığını insana tasdîk ettirmesidir. Hem insanı bizâtihî kendisine şâhit kılarak. “Kıyâmet gününde, biz bundan habersizdik demeyesiniz diye Rabbin Âdemoğullarından, onların bellerinden zürriyetlerini çıkardı, onları kendilerine şâhit tuttu ve dedi ki: Ben sizin Rabbiniz değil miyim? (Onlar da), Evet (buna) şâhit olduk, dediler.”1
Ayrıca Rabbimiz, sevgili Peygamberimize indirdiği ilk âyetlerde yine aynı hatırlatmayı yaparak başlamaktadır. “Yaratan Rabbinin adıyla oku! O, insanı bir aşılanmış yumurtadan yarattı. Oku! İnsana bilmediklerini belleten, kalemle (yazmayı) öğreten Rabbin, en büyük kerem sâhibidir.”2
Yine Kur’ân-ı Kerîm’de “Allah” lafza-i Celâlinden sonra en çok “Rabb” ismi geçmekte ve doksan dört sûrede bu ism-i şerîfe vurgu yapılmaktadır. O zaman rubûbiyet vurgusu niçindir? Ve bize hangi mesaj verilmektedir?
Rab ne demektir? Sözlükte “bir şeyi yetkinlik noktasına varıncaya kadar kademe kademe inşâ edip geliştirmek” mânâsındaki rab (rabb) kelimesi mübâlağa ifâde etmek üzere daha çok sıfat gibi kullanılır ve kelimeye hepsi de Allah Teâlâ hakkında olmak üzere “mâlik, seyyid, idâre eden, terbiye eden, gözetip koruyan, nîmet veren, ıslâh edip geliştiren, mâbûd” gibi anlamlar verilir.”3
Şimdi sırayla “Rabb” ism-i şerîfinin anlamlarını açıklamaya çalışalım.
Mâlik (sâhip): Fâtiha-yı Şerîfe’nin hemen ikinci âyetinde “âlemlerin rabbi” olarak kendini bize tanıtan Allâhımız, Kur’ân-ı Kerîm’in birçok âyetinde de bunu defalarca vurgulamaktadır. Ve bize her şeyin sâhibi olduğunu değişik şekillerde hatırlatmaktadır. İşte bu hatırlatmalardan bazıları: “Rabbu’l-âlemîn” (âlemlerin sâhibi), “Rabbu’s-Semâvâti ve’l-ardi ve mâ beynehümâ” (göklerin, yerin ve ikisinin arasındaki her şeyin sâhibi), “Rabbu’n-Nâs” (insanların sâhibi), “Rabbe hâze’l-beyt” (kâbenin sâhibi).
Seyyid, İdâre Eden: Bütün âlemlerin idâre eden, hükmeden tek hâkim-i mutlakı demektir. Âlemlerin sayısını tam olarak bilmiyoruz ancak dünyâ, âhiret, insanlar, melekler, hayvanlar, cinler, yerler, gökler başta olmak üzere ne kadar âlem varsa hepsinin bütün işlerini yürüten tek idârecisi ve organizatörü demektir. Aynı zamanda hâkimiyeti altındaki bütün âlemlerin düzenli yürümesi için kānunlar koyan ve her an kānunlar yaratandır. Bunlar yerçekimi kānunu, mevsimlerin birbirini tâkip etmesi gibi kevnî kānunlar ve insanların hayâtının âsâyişi için konmuş içki, kumar, zinâ yasağı gibi haramlar olmak üzere şer’î kānunlardır.
Terbiye Eden: Bütün âlemleri ve içindeki canlı-cansız her şeyi terbiye eden O’dur. Onun terbiyesinden geçmeyen hiçbir yaratık yoktur. Güneş, ay, galaksiler, yıldızlar ve bütün semâvât bu terbiye ile 15 milyar yıldır hiçbir aksaklık olmadan yürümektedir. Yerdeki bütün canlılar onun eğitimiyle hayatlarına devâm etmektedirler. Dünyâya gelen bir bal arısı ondan aldığı eğitimle çiçeklerden polen toplayıp bal gibi şifâlı bir yiyeceği yapmaktadır.
Eşref-i mahlûkāt olan insanı ise aralarından seçtiği ve eğittiği Peygamberlerinin aracılığıyla terbiye etmektedir.
Gözetip Koruyan, Nîmet Veren: O, kendisine sığınan bütün çâresizlerin tek sığınağıdır. Bütün mahlûkāta merhametle muâmele eden ve onları gözeten tek güçtür. Onun için bütün mahlûkātın darda ve genişlikte başvurduğu tek ilâhtır. Kendisine sığınanları aslâ geri çevirmez. Onları görüp gözetir. O, sıkıştığımız zaman “yâ Rabbi, Rabbenâ, Rabbî” dediğimiz Allâh’ımızdır.
Yine Allah Rabb olarak, yarattığı bütün mahlûkātı görüp gözettiği gibi onları her türlü nîmetleriyle perverde etmekte ve rızıklarını vermektedir. Buna bütün mahlûkāt dâhildir. Ve hepsinin rızkını Rabb olarak tekeffül etmektedir.
Islâh Edip Geliştiren: Kâinâtı ve içindeki her şeyi yoktan yarattı. Ama olduğu hal üzere bırakmadı. Yaratması devâm ediyor. Ayrıca yaratılıştaki tekemmül de devâm ediyor. Yâni Rabbimiz aktiftir. Kâinâta her an müdâhalesi devâm etmektedir. “fa’âlün limâ yürîd”4 dilediğini dilediği zaman yaratandır. Kâinâtın altı evrede yaratılması, insanın nutfe olarak oluşumundan, ana rahminden yaşlılığına kadar geçirdiği evreler veya herhangi bir bitki ve tohumun yaratılış evreleri buna örnek gösterilebilir.
Ayrıca Rabbimiz seçtiği Peygamberlerle insana gönderdiği mesajlarla insanın burada yaşaması gereken hayâtı emretmiştir. Bu insanın sosyal hayâtına direkt bir müdâhaledir. Ve Rab olmanın gereğidir.
Mâbûd: Kendisine ibâdet edilen ve ibâdete lâyık olan tek ve gerçek mâbud O’dur. Onun içindir ki bütün Peygamberlerin insanlara ilk tebliğleri “Ey insanlar Rabbinize ibâdet ediniz.”5 olmuştur. Zîrâ insanı yoktan yaratan, ona hayâtı veren, bu hayatta yaşaması için her şeyi veren, kullandığı vücut organları ve hayâtındaki her şeyin sâhibi olan Rabbine karşı bir teşekkür borcudur ibâdet. İşte burada onun için özellikle rubûbiyet vurgulanmaktadır.
“Kur’ân-ı Kerîm’de ilâhî isim olarak Allah lafzından sonra en çok kullanılan kelime Rabb’dir. Âyetlerdeki konumundan anlaşılacağı üzere bu ismin içerdiği şefkat, merhamet ve geliştirerek yaşatma fonksiyonları (rubûbiyyet), Peygamberlerden münkirlere kadar bütün şuurlu canlıları ve evrendeki diğer varlıkları kuşatmaktadır. Bütün ilâhî sıfatları kapsadığı kabûl edilen Allah lafzı bir bakıma ulûhiyyetin zâtî/aşkın yönünü temsîl ederken Rabb ismi O’nun yaratılmış âleme yönelik fiilî tecellîlerine işâret eder.”6
Allah “Rabb” ism-i şerîfiyle bizlere Kendisini şöyle tanıtmaktadır:
Size hayâtı veren Benim. Yâni hayâtınızın, kullandığınız vücut organlarınızın, alıp verdiğiniz her nefesin, vücûdunuzu ayakta tutmak için yediğiniz, içtiğiniz her nîmetin, üzerinizde tavan olarak duran gök kubbenin, deniziyle, bitkisiyle hayvanıyla üzerinde yaşadığınız yerkürenin sâhibi Benim. Kâinâttaki bütün işleri koyduğum kānunlarla Ben yürütürüm. Zerreden küreye, atomdan galaksilere kadar, küçük büyük, yaş ve kuru her şey Benim iznimle ve bilgim dâhilinde olur. Ben istemezsem hiçbir şey olmaz. Dilediğime dilediğimi dilediğim kadar veririm. Dilediğimden de alırım. O zaman siz de Rabb olarak Benim mülkümde dolaşacaksanız Benim istediğim gibi yaşayacaksınız. Bana isyân etmeyeceksiniz. Kim olduğunuzu, kul olduğunuzu unutmayacaksınız.
Bu açıdan baktığımız zaman deistlerin ve Allâh’a inandığını söyleyip “Allah benim hayâtıma karışmasın! Ben hayâtımı istediğim gibi yaşarım.” diyenlerin Allâh’ın rubûbiyetini tam olarak kabûl etmedikleri anlaşılmaktadır. Çünkü deizm: “Tanrı’nın varlığını ve âlemin ilk sebebi olduğunu kabûl etmekle birlikte akla dayalı bir tabiî din anlayışı çerçevesinde nübüvveti şüphe ile karşılayan veya inkâr eden”7 demektir.
Yâni bu deistler ya da onlar gibi düşünenler de âdetâ şunları söylemektedirler: “Biz Allâh’a inanıyoruz. Onun mülkünde geziyoruz. Onun nîmetlerini yiyoruz. Ancak O, bizim hayâtımıza karışmasın. O göklerin hâkimi olsun ama yerkürenin hâkimi biziz. Allah bizim hayâtımıza, yememize, içmemize, giyinmemize, ev hayâtımıza, ticâretimize, düğünümüze, derneğimize vs. karışmasın. Allah bizim alanımıza girmesin. Onun bize Peygamber göndermesine de gerek yoktur. Biz hayâtımızı istediğimiz gibi yaşarız. İbâdet etmemize de gerek yoktur.”
İşte son zamanlarda Müslümanlar arasında yayılan çağdaş ve güncel şirk çeşidi budur. Ve bu bir nevi rubûbiyet iddiasıdır. Bunun adının deizm, deistlik veya başka bir şey olması fark etmez. İnsanın Allâh’ın verdiği imkânlarla Allâh’a meydan okumasıdır. Ve azgınlıktır. Ve bu şirk anlayışı dalga dalga yayılmaktadır. İnsanlar kim olduklarını unutmaktadırlar. “Kendini unutan Rabbini unutur. Kendini bilen Rabbini bilir.” diye boşuna denmemiştir. Dolayısıyla öncelikle Müslümanların sonra diğer insanların kendilerine gelmeleri gerekir.
Bundan dolayı Rabbimiz bu tehlikeye Peygamberleriyle dikkat çekmiş ve insanların Rabbânîler yâni Allâh’ın has kulları olmasını istemiştir: “Allâh’ın, kendisine Kitâb'ı, hükmü (hikmeti) ve Peygamberliği verdiği hiçbir insanın, "Allâh’ı bırakıp bana kullar olun” demesi düşünülemez. Fakat (şöyle öğüt verir:) "Öğretmekte ve derinlemesine incelemekte olduğunuz Kitap uyarınca rabbânîler (Allâh’ın istediği örnek ve dindar kullar) olun.”8
O zaman bizi çepeçevre kuşatmakta olan güncel ve çağdaş şirk olan rubûbiyet iddiasından kurtulmanın tek yolu Rabbânî olmaktadır. O’na âit, O’na lâyık, O’nun istediği gibi kul olmak, O’nun istediği gibi yaşamaktır.
Dipnotlar:
1 A’raf 7/172
2 Alak 96/1-5
3 Râgıb el-İsfahânî, el-Müfredât, “rbb”md, Ayrıca bkz. DİA, “Rab”md.
4 Burûc 58/16
5 Bakara 2/21, Nisa 4/36, Maide 5/ 73-117, Araf7/ 59,65,73,85 vb.
6 Topaloğlu Bekir, Prof. Dr. “Rab” TDV. İslam Ansiklopedisi, 2007 (İstanbul) 34., 372-373
7 DİA, “deizm”md.
8 Âl-i İmran 3/79
Ekim 2021, sayfa no: 20-21-22-23
Abone Ol
En son haberleri doğrudan gelen kutunuza alın. Asla spam yapmayız!
Mesaj Bırak