Ağlamak, ikrâr edilmiş çâresizlik yaşlarıyla insanın varlık çölünü sulamak demektir.
Hazret-i Mevlânâ ulvî hikmet incileriyle şöyle buyurmuştur:
“Pişman bir insanın sözleri gözyaşları olmalı.”
“Gönlünde ateşi saklayan odun, yokluk sûretidir. Ateş ise, Allâh'ın aşkıdır. Ey can; aşka ulaşmak için sûretleri, şekilleri yak, yandır! Yürek yanmadıkça göz yaşarmaz!”
Yeni doğmuş bir bebeğin ilk tepkisi ağlamak olur ve etrâfında onu sevenler gülümser. Adam ölür, yüzünde bir tebessüm vardır ve etrâfında onu sevenler ağlar.
Şefkat ve merhamet insanlığın özüdür. Şefkat bizi bencillikten, kibirden ve iktidar hırsından korur. Muhyiddîn İbn-i Arabî der ki: “İnsanlara amellerinin karşılığında verilen hiçbir mükâfat, insanlara şefkat gösteren kişiye verilen hazzın yerini tutmaz.”
Gök yağmur verir ve toprak bereketlenir. Allah rızâsı için devamlı gözyaşı döken, sevgi ve şefkatle dolu kalp de gitgide yumuşar. Allah rızâsı için akan yaşlar yeryüzünü besler ve bu sâyede sevgi ve âhenk ağacı büyür. İşte o ağaç tüm insanlığa fayda verir; meyveleri yardım, rızık, sığınma, dostluk ve muhabbet dileyen susuz ve acılı ruhları besler.
Hz. Mevlânâ’nın kelâm-ı mübârekleri ile:
“Bulutlar ağlamazsa bahçeler nasıl gülsün? Bulutun ağlaması ve güneşin yakması bu dünyânın sütunlarıdır; bu iki yakayı bir araya getirir. Güneşin kavurucu sıcaklığı ve bulutların neminin bu dünyâyı tâze ve tatlı tutması gibi, sen de akıl güneşini yakıcı bir parlaklıkta tut ve gözlerini de yaşlarla parıldat.”
İnsan kaybettiği için ağlamaz; gördüğü için ağlar. Kaybettiği için değil, hakîkate duyduğu özlem yüzünden ağlar. Kaybettiği için değil, Sevgili ile kurmuş olduğu yakınlığı özlediğinden ağlar, cennet sofralarına oturup, Allah dostlarıyla âb-ı hayat içmeyi arzuladığı için ağlar, aşkın eksikliğini hissettiği için ağlar. Allâh'a olan sevgi gözyaşıdır. Ağlamak eşsiz bir duygu. Çünkü ağlatan O’dur!
Âdem (as) üç yüz sene ağlamış ve sonra kalbine şu ilham gelmişti: “Yâ Rabbi, Habîbin Ahmed, Resûlün Muhammed, hâmil olduğum Nûr-u Muhammed hürmetine beni affet!” Ve affedilmiş. Hak Teâlâ sormuş: “Yâ Âdem, hâmil olduğun nûrun benim indimdeki fazîletini nereden bildin?” “Bana ruh verdiğin vakitte Yâ Rabbi, nereye baktımsa Senin isminle onun ismini bir gördüm. Hep berâber yazmışsın. Anladım ki bu kâinat onun hürmetine halk olundu.”
Dil artık yetersiz kaldığında, yaşam tecrübeleri kendilerine uygun söz bulamadıklarında, insanın hissettiği duygular ifâde edilemez olduğunda, insan hayâtın geriye döndürülemezliği karşısında suskun kaldığında gözyaşları kalbin ve aklın dili olur.
Bütün mahlûkattaki özlemlerin en büyüğü; Ruhlar âlemini, “Kālû Belâ” meclisini özlemektir. Bu özlem Allâh'a duyulan ihtiyaçtan ve Allah’tan ayrılmış olmaktan kaynaklanır. İlk acı, Allah’tan ayrılmış olmanın verdiği acıdır. Bu acı hiç durmadan çağlayan gözyaşı nehirlerinin oluşmasına yol açar. Bu kaynaktan, bu özden O’nunla tekrar birleşmek isteyen samîmî gözyaşları çağlar.
Gözyaşları çâresizliğin, ihtiyâcın, fakrın ve tevâzuun kapılarını açar. Gözyaşları bir kişinin Rabbine olan mutlak ihtiyaç ve bağımlılığına dâir idrak ufuklarını açar. İnsan aczini, fakrını ve çâresizliğini anlamadan, bu dünyâ hayâtında kendisini terk edilmiş hissetmeden; insan varlık çölünde utanç duymadan, yüzü kızarmadan, çekinmeden gönlünden, gözünden yaş akmaz.
Erhamü'r-Râhimîn olan Rabbinin huzûrunda acziyetini ve hiçliğini idrâk etmiyorsa, şiddetli bir arzu, yakıcı bir özlem, yoğun bir iştiyak, sonsuz yakarmaya ihtiyaç duymuyorsa; kalbinden yaş çıkmaz! Ağlayıp inlemeden ve acı duymadan insan aşkın sırrını keşfedemez. İnsan yalnızlığı ve ayrılığı tadmazsa Rabbiyle tevhîdin lezzetini bilemez. İnsan açlık yaşamazsa, Allâh'ın lütuf ve nîmetlerinin farkına varamaz.
Gözyaşı dökmek ilâhî güzelliğe tanıklığın doğrudan ifâdesidir. Ebedî nur karşısında kalplerimiz yumuşar ve titreyip aczimizi idrâk ederiz. Bu hal Cenâb-ı Hakk’ın en çok arzuladığı haldir. Bir mü’min varlığının köklerine ulaştığında, ebedî güzellik vizyonu ile donanacak ve ilâhî nûrun güzelliği karşısında gözyaşlarını tutamayacaktır. Tıpkı güzellik ve nûrun birbirinden ayrılmaz olması gibi; güzellik ile gözyaşları da ayrılmaz biçimde birbiriyle bağlantılıdır.
İlâhî aynanın saflığına hakîkat vurduğunda, ilâhî yardımın nûru hissedildiğinde, kalbin aynasına ilâhî sırlar yansıdığında ilâhî saâdet denizindeki gözyaşı nehirleri sizi kendisine doğru çeker. Hakk’ın Cemâli sonsuz bir parlaklıkla tecellî edince rahmet deryâsı taşar ve haberlerin hoş tadı âşığa ulaşır, Rahmânî nefes solunur, âhiretin tatlı kokusu tadılır, kurbiyyet iklimlerinin cennet râyihaları insanı mest eder ve mutluluk gözyaşları döktürür.
Hz. Mevlânâ kendisinden şöyle bahsediyor:
"Beni tanımıyorsan o zaman geceye sor; gece âşığın sırdaşıdır; onun mâtemi ve gözyaşlarının şâhididir. Neden gece? Çünkü âşık binlerce alâmete sâhiptir; en küçüğü gözyaşları, sarı yanaklar, zayıf beden ve bozulmakta olan sıhhattir. O; ağlamakta bulutlar, sebatta dağlar, secdede su, zillette yolun tozu toprağı gibidir."
“Kalp acısının tozundan gözlerim için göz damlası yapıyorum ki böylece bu iki deniz incilerle dolsun.”
“Sevgili bu eser gözyaşıyla, ciğer kanıyla ortaya çıkmadan önce bana o kadar çektirdi ki! Bin tâne yangın, duman ve kalp acısı ve bunun adı Aşk! Bin tâne acı, pişmanlık ve sıkıntı ve bunun adı Sevgili!”
“Bana daha az kalp sancısı gönderirsen, üzüntüden helâk olurum ve kalbim daralıp kasılır. Ama bana kalp sancıları yağdırırsan nâzenînliğinden mahcûp olurum. Senin kalp sancın bana aslen bir an dünyâya dâir kalp sancısı yaşatmadı; Cemâl’inin iştiyâkından su ve çamur olamadım!”
“Şâyet iki cihan gönlüme girecek olsaydı, acınacak halde olurlardı. Aşkınla şu yaralı gönlüme ne büyük bir genişlik ihsân ettin!”
Rivâyet odur ki; Hz. Mevlânâ soğuk bir kış gecesi medresede teheccüd namazıyla meşgûl olmuş. Secdede duâyı o kadar uzatmış ki gözyaşları sakallarına karışıp donarak döşemeye yapışmış. Çevresindekiler onu sıcak su getirerek kurtarmışlar. Yine rivâyete göre, kendine geldiğinde: "Beni bıraksaydınız keşke..." demiş.
Tövbe gözyaşları, kalp yangını ve sîne çatlatan hasret, aşk çağlayanlarını tetikler.
Cüneyd Bağdâdî şöyle der: “Ne namaz ne de oruç kurtarır bizi; yalnızca seher vakti dökülen gözyaşları kurtaracaktır”.
Şehr bin Havşeb şöyle buyurmaktadır:
“Âdem (as) yeryüzüne düşünce Allah’dan utancından üç yüz sene başını kaldıramadı. Eğer bütün dünyâ ehlinin gözyaşları toplansaydı, Dâvûd (as)’ın bir hatâsına döktüğü gözyaşı kadar olmazdı. Dâvûd (as)’ın ve bütün dünyâ ehlinin gözyaşları toplansaydı, Âdem’in cennetten çıkarıldığında döktüğü gözyaşları kadar olmazdı.”
Hz. Mevlânâ pişmanlık gözyaşlarının hakîkî af için ne kadar önemli olduğunu vurguluyor:
“Her gönle secde için izin yok, her ücretlinin ücreti rahmet değil. Kendine gel de: 'Tövbe eder, Allâh'a sığınırım' diye cürümde bulunma, günah etme. Tövbeye de bir parlaklık gerek. Tövbeye de bir şimşek bir bulut şart. Meyvenin olması için harâret ve su lazımdır. Bunun için de bulut ve şimşek îcâb eder. Gönül şimşeğiyle iki göz bulutu olmadıkça tehdit ve hışım ateşi nasıl yatışır?”
“Allah yardım etmek dilerse, bize yalvarmak ve münâcâtta bulunmak meylini verir. Onun için ağlayan göz ne mübârektir. O'nun aşkıyla yanıp kavrulan yürek ne mukaddestir. Akarsu neredeyse orası yeşerir; nerede gözyaşı dökülürse oraya rahmet nâzil olur. Ağlamak istersen, gözyaşı dökenlere acı… Merhamete nâil olmak istersen, zayıflara merhamet et!”
Âdem (as), Allâh'ın (cc) gazabından gözyaşları dökerek kurtulabildi. Pişman bir insanın sözleri gözyaşları olmalı. Âdem dünyâya ağlayarak, mâtem ve hüzünle indi. Gözyaşlarından beslen, bulutlar ve güneşle de kalbindeki cennet ateşi ferli dursun. Bu dünyâ ekmeğinden hoşlandığın sürece bir âşığın gözyaşlarının kıymetini nasıl takdîr edesin? Kur’ân’da buyruldu: "Rabbimiz! (Biz) kendimize zulmettik, artık bizi mağfiret etmez ve bize merhamet etmezsen, mutlakā hüsrâna uğrayanlardan oluruz.” (A'raf, 23.)
Gönülden yapılan tövbe, Allâh'ın rahmet kapılarını açan nur gibidir, insanı arındırır. Pişmanlık ve tövbe; gözü yaşlı niyâz içinde, tüm kalple Yaratıcı'ya dönmektir. Hakîkî tövbeye erişmek için, insanlar ağlayabilme kābiliyetlerini tekrar kazanmalılar. Ağlamak, ikrâr edilmiş çâresizlik yaşlarıyla insanın varlık çölünü sulamak demektir. Ağlamak; tevâzu, hayâ ve mahviyetle kalpleri yumuşatır.
En kuvvetli birleştirici bağlardan biri, insanlık trajedilerine ve sefâlet içinde geçen hayatlara yakından şâhit olmanın verdiği acıyla gözden akan yaşlardır. Bunlar çâresizliğin ve acının gözyaşlarıdır, insanlık dramlarının dehşeti karşısında āciz kalındığı için akarlar. Bir kişi, elinden hiçbir şey gelmediğini fark ettiği anda gözyaşlarına hâkim olamaz; içinden fışkıran gözyaşları artık gözlerinden akar hâle gelir. Bu yaşlar, tüm insanlara olan muhabbetin işâretleridir. Bunlar bizim en kıymetli mânevî sermâyemizdir, çünkü bizi birbirimize yaklaştırır. Bu yaşlar; hüzün yaşlarıdır.
Allah (cc) için akıtılan gözyaşları öyle büyük bir etkiye sâhiptir ki bunlar, azîm hakîkatlerin üzerini örten perdeleri kaldırabilir. Gözyaşları sâyesinde Sevgili Peygamberimiz aleyhi's-salât ü ve's-selâm ve O’nun âl ve ashâbının hayatlarına ortak olabilir ve aradaki bin dört yüz yıllık mesâfeyi kapatabiliriz.
İnsanlık târihindeki en acı veren hâdise şüphesiz Peygamber Efendimizin aleyhi's-salât ü ve's-selâm mübârek torunu Hz. Hüseyin’in şehîd edilmesi hâdisesidir. Kederli bir kalbin acı dolu gözyaşları bizi zaman ve mekânın ötesine geçirerek Kerbelâ hâdisesinin yaşandığı yer ve zamâna götürebilir. Böylelikle biz bu hâdiseleri sanki bugün olmuş gibi tecrübe edebiliriz.
Dr. Halûk Nurbâki bu hususda gözyaşının muazzam sırrını açıklamıştır:
“Cenab-ı Hak suyun canlı olup olmadığını göstermek için insanların gönül pınarlarına su zevki vermiştir. Ondan dolayıdır ki Fahr-i Kâinat Efendimiz ve onun yakınları anlatılırken gönül duramaz, gözyaşı çıkarır. Bu da suyun bir sırrıdır. Bu sır Hz. Hüseyin Efendimiz'e intikāl edememekten ağlayan suyun gözlere intikālidir. Buna inanırız, Allâh'ın seyrettiği ekran budur. Gönlün bu etten kalbin içerisinden çıkardığı gözyaşı gözün pınarlarına indiği zaman Allâh'ı hissetmiş olur. Başka türlü onun nûruna tahammül etmek düşünülemez. Yalnız gönüldeki ekran Allâh'ı seyredebilir ki Cenâb-ı Hakk'a âit bir sırrı bulduğu zaman da mutlakā Hz. Hüseyin aşkına gözünden iki damla yaş çıkarır.”
Kalbimiz devreye girdiği zaman gözyaşını akıtma sanatını öğrenmiş oluruz, yakîn sanatını, kalb-i selîm sanatını, aşk mesleğinde uzmanlaşma sanatını, şifâya erişme sanatını öğrenmiş oluruz.
Gönül abdestimizi alalım, canımızı, kanımızı temizleyelim, organlarımızı yıkayalım, gönül aynamızı parlatalım, zihnimizi temizleyelim.
Ağustos 2024, sayfa no: 34-35-36-37
Abone Ol
En son haberleri doğrudan gelen kutunuza alın. Asla spam yapmayız!
Mesaj Bırak