Ara

Gözyaşı

Gözyaşı

Müslüman kimliği gözyaşları ile âşıklık makāmında elde edilen bir kimliktir.

Muhammed Mustafâ Efendimiz -aleyhi's-salâtu ve's-selâm- şöyle duā etmiştir: “Ürpermeyen kalpten, yaşarmayan gözden, icâbet edilmeyen duādan Sana sığınırım, Yâ Rabbi!”

Yayhâ b. Muaz şöyle demiştir: “Allah korkusu ile ağlamanın meyvesi cennette gülmektir.” 

En yüce mârifet; duāda ve secdede gözyaşları içinde kendini kaybetmektir. Selef-i sâlihînden birisi şöyle demiştir: “Rüyâmda güzelliği itibâriyle güneşe benzeyen bir hûri gördüm ve: 'Bu ne kadar da güzel bir yüz!' dedim. Hûri bana: 'Bu güzelliğin sebebini bilmiyor musun?' deyince ben: 'Bilmiyorum' diye cevap verdim. O da: 'Hani sen bir gece seher vakti oturup da ağlamıştın ya, işte senin o gözyaşlarından bana getirildi de ben de onunla yüzümü yıkadım. İşte [bu sebeple yüzüm] gördüğün gibi oldu!'”

Hz. Mevlânâ’nın kelâm-ı mübârekleri ile: “Şu ağlayan ve annesinin kendisine süt verdiği küçük bebeğe hayret ediyorum. Eğer; “Ağlamanın yararı ne? Sütün bana gelmesini sağlayan ne?” diye düşünse o zaman hiç süt bulamayacak. Ama ağlaması sebebiyle ona süt verildiğini görüyoruz. Küçük bebek ağlamasının kalpler üzerinde yaptığı etkiyi nasıl biliyor? Öyleyse ağla, sonucunu bilmesen bile! Cennetin ebedî bahçeleri ve ırmakları senin gözyaşlarından doğacak.”

“Seni titreten ne varsa, bil ki senin değerin odur. Bu nedenledir ki âşığın kalbi Allâh’ın tahtından daha yücedir. Bulut gözyaşı döktüğü zaman bahçe nasıl gülümser? Bulutun ağlaması ve güneşin parlaması bu dünyânın sütunlarıdır; bu iki ipliği tersine döndürün. Güneşin kavurucu sıcağı ve bulutların nemi dünyâyı tâze ve hoş tuttuğu için, siz de zekânızın güneşini aydınlık ve gözünüzü gözyaşlarıyla parlak tutun.”

“İnsanların O'nun rızāsı için akıttığı yaşlar incidir, onlar yaş olduğunu düşünürler.” buyurmaktadır. Gözyaşları kalbin incileridir. Gözyaşları sevginin ifâdesi ve dilidir. Gözyaşları bizden O’nun her şeyi kuşatıcı olan Celâl ve Kemâl’i karşısında dökülenlerdir. 

Bizi insan yapan gözyaşlarımızdır. İnsanlar duygularını gözyaşları yoluyla ifâde ederler.

Gözyaşı kalbinin dili. Yüreğinin gözyaşı sessiz ve sözsüz niyâz ediyor. Kalbin konuşmasının sessizliği. Gözyaşları, dünyânın içsel şâhitliğinin tezāhürüdür. Aşkın dili gözyaşları. Ayrılık acısı ve kavuşma sevinci gözyaşlarıyla ifâde buluyor. Gözyaşları Allâh'a duyulan özlemin dili.

Sevgili’ye olan özleminiz sizi öldürdüğünde, gözyaşlarından ibâret olursunuz.

Gözyaşların sel olup aktığında, okyanusa karıştığı zaman, gözyaşlarının aşk'a kavuştuğu zamandır. Gözyaşları aşkının içinden aktığında, aşk seni ağlattığında, rahmet ve merhamet okyanusunun içinde kayboluyorsun. Hz. Mevlânâ; “Uyan da gör ey bir katre gibi olan! Kendiliğini tereddütsüz kurbân et de bir katre karşılığında koca bir umman satın alasın! Aşığın işi okyanusta boğulmaktır.” buyurmaktadır.

Allah rızāsı için dökülen gözyaşları insan kalbinin kudsî hazîneleridir. İnsanoğlu fıtratında bir damla sudan yaratılmıştır; gözyaşları insanın özündeki saflık ve mâsumiyet hâline dönüşünü temsîl eder. Abdülkādir Geylânî Hazretleri, bize insanın gözyaşının kıymetini latîf bir örnekle tasvîr buyuruyor: “Âcil ihtiyaç alnını, ikrâr edilmiş çâresizlik toprağına dayamazsan ve hüzün gözyaşları göz bulutlarından sağanak hâlinde yağmazsa, zevk nebatların hayat bahçesinde yeşillenmez. İnsanlık bahçeleri maksadına hizmet için verimli bir halde yeşillenmez. Sabır dalları rızā yaprakları veyâhut yakîn dostluğun hoş râyihalarını vermez, ne de seni ünse taşırlar.” 

İnsanın gözyaşları denizin derinliklerinden çıkartılan incilerden daha kıymetlidir. Rivâyet edildiğine göre, Allah için dökülen bir damla gözyaşı mü'minin cehennem ateşini söndürmektedir. Büyük velî Cüneyd-i Bağdâdî (ks) şöyle buyurur: “Bizi ne namazlarımız, ne oruçlarımız kurtarabildi. Ancak seherlerde döktüğümüz bir damla gözyaşı müstesnâ." 

Rivâyet edilir ki cehennem günahkâr üzerine üfler ve ona ateşini hissettirir. Ona: “Îmânı hatrına ondan geri dur!'' denildiğinde o geri durmaz. Bu sefer: ''Oruçları hatrına ondan geri dur!” denilir, ancak o, yine geri durmaz. Sonunda: “Allah korkusundan döktüğü gözyaşları hatırına ondan geri dur!” denildiğinde ateş ondan kırk yıl geri durur.

Gözyaşı bizi temizler. Gözyaşı mutlak bir şifâ kaynağıdır, mânevî hastalıkların en güzel ilâcıdır. Hz. Mevlânâ da şöyle buyurmaktadır: “Bu görünen pislik bir parça suyla arınır, fakat içte olan pislik, artıkça artar. İçteki pislikler anlaşıldı mı gözyaşından başka bir şeyle temizlenemez.” Hz. Şems-i Tebrîzî bu konuda; "Ancak gözyaşları iç pisliğini temizler" buyurdu. “Şüphesiz iç temizlik şarttır ve içteki bir zerre kirlilik dıştaki binlerce zerre kirlilikten daha kötüdür. Üç veya dört damla gözyaşı iç kirliliğini ancak temizleyebilir. O da her gözyaşından değil, içtenlikle akıtılan gözyaşlarından. Böyle bir iç temizliğinden sonra insan kurtulur ve huzur kokusu ona ulaşır.”

Gözyaşları iç dünyâmızın yansımaları, içimizdeki sevgi ve şefkat hazînesinin ifâdesi, insanın mânevî hakîkatinin maddî timsâlleridir. Ne kadar çok ağlarsak, o kadar mânevî olgunluğa erişiriz. İnsanın gönül kapasitesi ne kadar yüksekse o kadar çok ağlar. Bir insan şuur sâhibiyse, idrak ufukları ne kadar açıksa o kadar çok ağlar.

İslâm dîninde kalp ve akıl gözyaşları birbirine bağlıdır. Necip Fazıl Kısakürek bize muazam bir hikmet veriyor: “Bugün ağla, yarın ağlayamazsın. Bugün anladığını yarın anlayamazsın. Ağlayabilseydiniz anlayabilirdiniz” diyor. Gözden kalbe doğru bir yol vardır. Kalp büyük bir haz yaşadığında mutluluktan ağlar. 

Mânevî olgunluk gözyaşları ile olur. Bencillik ne kadar ortadan kalkarsa, kişi o kadar samîmiyet ālemine yaklaşır ve gözyaşları bir sel gibi kaynağından akmaya başlar. Gözyaşları, yokluk āleminden doğru süzülür. Bahaüddin Veled: “Yokluğa bakarken, onun aşkından gözlerinden yaşlar akıtacak biri lâzım.” buyurmuştur. Şuurumuz bizi ağlatır–gözyaşları bizi şuurumuza götürür.

Biz varlık çölünden sabahlara kadar ağlayan ve yatağı bile gözyaşı seline dönen Peygamber Efendimizin dînine geldik. Ağlamaktan gözlere şişen Peygamberin geceleri televizyon izlemekten gözleri şişen ümmetiyiz. 

“Peygamber'e indirilen Kur’ân'ı dinledikleri zaman, onun hak olduğunu öğrendiklerinden dolayı gözlerinin yaşla dolup taştığını görürsün." (Mâide, 83.) Muhyiddîn İbnü’l-Arabî Hazretleri, şöyle buyurmaktadır: “Hz. Peygamber buyurmuştur ki, ‘Öyle Kur’ân okuyanlar vardır ki okudukları boğazlarından aşağı geçmez.’ İşte o, dillere inen ama kalplere inmeyen Kur’ân’dır. Allah bunun tam aksini bu inişten lezzet alan insan için söylemiştir: “Onu Rûhu'l-Emîn (Cebrâîl) senin kalbine indirmiştir.” (Şu’arâ, 193.) Böyle bir insan o insandır ki bu iniş ona her şeyi geçen târifsiz bir sevinç bahşeder. Bunu yaşadığı zaman, gerçekten o kimse kendisine hep canlı olan taptâze Kur’ân’ın nâzil olduğu kimsedir. Bu iki iniş arasındaki fark ise: Kalbe inen Kur’ân’la berâber idrak de iner.”

Biz, en derin acının dînine, ‘Taif şehrine’ āitiz. En yüksek kurbiyete ‘mi'râc'a’ āitiz. Bu en derin ve en yüksek makamlar, gözyaşı okyanusu ile birbirine bağlıdır. Kişi gözyaşları ile bu okyanusa katılırsa, bizzat Hz. Muhammed Mustafâ'nın gözyaşlarına katılmış olur. Resûlullah gözyaşlarıyla çölünü sulayandır!

Peygamber Efendimiz (sav); “Benim bildiğimi bilseydiniz az güler çok ağlardınız.” buyurdu. O bütün insanlık için dertlenmiştir. Kendisinden bin dört yüz sene sonra gelecekler için titremiştir. Ümmetinin çektiği her türlü acıyı çekmiştir. Birinin ayağına iğne batsa, kendi ayağına batmış gibi hissetmiştir. Resûl-i Ekrem Efendimizin ümmeti hakkındaki endîşesinden akıttığı acı gözyaşlarıyla ıslanmıştır. Dünyâda hiçbir insan onun kadar insanlık için şefkat beslememiştir.

Büyük filozof Rilke; “Ağlayacak güçte insanlar yaşamıyor artık günümüzde” diyor.

İsrâiloğullarından biri Allâh'a hitâb ediyor: "Yâ Rabbi, ben ne günahlar işledim ve Sen bana onların cezâsını vermedin!" Allah Teâlâ zamânının peygamberine vahyediyor: “Git ona de ki, Ben kendisine cezâların en büyüğünü verdim, ama farkında değil... Ondan gözyaşı ve duāyı kaldırdım!”

İslâm dîni Er-Rahmânu'r-Rahîm’in Huzûrunda neşe gözyaşları dökebilmek için bir dâvettir. Ağlamadan dîne giriş yoktur. Ağlamamak Hak’tan uzak oluşun bir alâmetidir ve kalp katılığının bir nişânı. 

Kalp katılaştığında kalpten gözlere giden yolun akışı durgunlaşır ve gözyaşları kurur. O sürekli akıntı sekteye uğrar, mânevî yaşam çürür, solup gider. Gözyaşı akmayan duygusuz, merhametsiz yaşar, mânâsız, hedefsiz yaşar. Âhirete sırt çevirip bu dünyâya dönmek kalbi kilitler, o mübârek lütfun ve ilhâmın akışını keser. Bir insanın kalbinde öfke, nefret, saldırganlık hüküm sürüyorsa, akan gözyaşı nehirleri kurur. Bu güneş ışığının gidip geriye karanlığın kalması gibidir. Bu yüzden, öfke yangını sâdece mânevî bir “itfaiye” ile söndürülebilir. İlâhî güzellikler karşısında ve insanoğlunun acıları, ıstırapları karşısında ağlamıyorsak bu ölü bir kalbimiz olduğuna işâret eder.

Resûlullah Efendimiz aleyhi's-salât ü ve's-selâm şöyle buyurmuştur: “O gün cehennem yetmiş bin yularla ve her yularda da onu çeken yetmiş bin melekle berâber getirilir. Cehennem ehline bir ağlama verilir. Öyle ağlarlar ki gözyaşları tükenir. Ardından kan ağlarlar. Öyle ağlarlar ki yüzlerinde yarıklar meydana gelir. Şâyet onlardan akan bu gözyaşlarında gemiler yüzdürülse elbette yüzerdi.” 

Ağlayıp inlemeden ve acı duymadan insan aşkın sırrını keşfedemez. İnsan yalnızlığı ve ayrılığı tatmazsa Rabbiyle tevhîdin lezzetini bilemez. İnsan açlık yaşamazsa, Allâh'ın lütuf ve nîmetlerinin farkına varamaz. İnsan fakirlik yaşamazsa, Allâh'ın zenginliklerinin kıymetini takdirden âciz kalır. Yakıcı bir hasretle, gözyaşı ile yalvarmayla Allâh'a olan ihtiyâcımız ve Allah aşkı ortaya çıkabilir. 

Devam edecek…

Temmuz 2024, sayfa no: 48-49-50-51

Abone Ol

En son haberleri doğrudan gelen kutunuza alın. Asla spam yapmayız!

Sosyal Medya Hesapları

Mesaj Bırak