Ara

Gözleri Bürüyen Hırs

Gözleri Bürüyen Hırs

“Üç Haslet vardır ki helâk edicidir: Açgözlülük, nefsî arzulara uyma ve kişinin kendisini beğenmesi.”1 NEBEVÎ TEŞHİS Efendimiz (sav), bu hadîs-i şerîfiyle insanın mânevî hayâtı için son derece tehlikeli olan ahlâkî zaaflara, şuursuz toplumlarda yaygın olarak görülen mânevî dertlere, mutlakâ tedâvi edilmesi gereken psikolojik hastalıklara işâret etmektedir.

  1. AÇGÖZLÜLÜK, MADDÎ HIRS, TAMAHKÂRLIK VE CİMRİLİK

Gönül hayâtımızı karartacak en büyük mânevî zâfiyet; aşırı dünyâ sevgisinden, şan ve şöhret tutkusundan, maddî refah talebinden ve lüks hayat yaşama arzusundan kaynaklanan maddî hırs, tamahkârlık ve açgözlülüktür. Açgözlülük “doymak bilmeyen nefis” sâhibi olmaktır. Açgözlülük, elde ettikleriyle yetinmeyip başkasının malına göz dikmektir. Pragmatist, kapitalist ve çıkarcı anlayış; şuur ve idealin, aşk ve heyecânın, hizmet coşkusunun düşmanıdır. Herkesi madde açısından hayâlî bir şablona oturtan maddeci anlayış mânevî hayâtı yok saymakta, inançlı insanı küçümsemekte, idealizmi ya gelip geçici arzular ya da ahmaklık olarak nitelemektedir. Mü’min kulun, âhireti ön plana alarak dâimâ ana hedef olan İslâmî hayat standardını yükseltmeye çalışması gerekirken sâdece dünyâlık peşinde koşmaya kalkışması ve âhireti ikinci plana atması, onun mânevî hayâtını olumsuz yönde etkilemekte, îmânî hassâsiyetlerini lekelemektedir. Refah çıtasını yükseltme arzusu berâberinde birtakım tâvizlere sebep olmakta, bu tâvizleri veren kişi gittikçe îmânına yabancılaşmakta, mânevî hayâtı dejenere olmaya başlamakta, üstün maddî refah seviyesine ulaşsa bile dünyevî arzularının sonu gelmemekte, giderek sâdece madde için yaşayan bir insana dönüşmektedir. Arzuladığı dünyevî hedeflere ulaşamayan doyumsuz insan psikolojik krizlere ve mânevî buhranlara girmekte, intihara teşebbüs etmekte, şikâyetler ve sızlanmalarla dolu umutsuz, mutsuz ve bahtsız bir hayat yaşamaktadır. Oysa mü’min kul, dünyevî açıdan kendisinden düşük seviyede olanlara bakıp kendi durumu için Allâh’a şükreder; mânevî açıdan kendinden üstün olanlara bakıp imrenip onları örnek edinmeye çalışır. Bu şekilde davranan mü’min kul, arzulanan ideal hayâta Cennette erişeceği ümîdiyle, gönül huzûruyla, tatlı hayâllerle dolu mutlu bir hayat yaşar.

  1. NEFSÎ ARZULARA UYMA

Meleklerin, insan nefsi gibi nefisleri yoktur. Dolayısıyla nefsânî arzulara ve şehvânî duygulara sâhip değildirler. Onlar sâdece ibâdet ve itâat için yaratılmışlardır. Melekler mâsumdurlar, günah işlemeleri mümkün değildir. Onlar sâdece kendilerine verilen ilâhî emirleri yerine getirmekle yükümlüdürler. İnsan ise hem itâat hem de isyan kâbiliyeti ile yaratılmıştır. Her insan nefis taşır. Her nefis arzu doludur. Nefsî arzular, hayır yolunda da şer yolunda da tatmîn edilebilir. Nefsî arzular şer yolunda tatmîn edilirse insan nefsinin esîri olur. Nefsî arzuların hayır yolunda tatmîni ise ecre vesîledir. Bu açıdan insan, çetin ve zorlu bir sınava tâbîdir. Bu sınav insanın nefsiyle, nefsî arzularıyla sınanması, irâdesiyle denenmesidir. İnsan her sabah yeni bir hayâta başlar. Bu durumda nefsiyle başbaşa kalır, günlük imtihâna tâbî tutulur. Nefsinin arzularına uyan kişi, nefsinin esîri olur. Böylece kendisinin mânevî açıdan tükenişini hazırlar. Nefsine uymayan kişi ise kendisini nefsinin esâretinden kurtarmış, gerçek hürriyete kavuşmuş olur. Bu gerçek, Sevgili Peygamberimiz (sav)’in ifâdesiyle şöyle dile getirilmektedir: “Her insan -her sabah- yeni bir hayâta başlar. Nefsini satışa arzeder. Ya -nefsinin çirkin arzularına uymayarak- nefsini kurtarır. Ya da -onun çirkin arzularına uyarak- nefsini helâk eder.2

  1. KENDİNİ BEĞENME (UCB) HASTALIĞI

Kişinin kendisini, kendi amelini ve kendi görüşünü beğenmesi, ucb denilen hastalığa yakalanmasıdır. Kendini beğenme (ucb) hastalığı kişinin, kendisine Allâh’ın lütuf ve ikramını yok sayarcasına, yaptığı güzel amelleri ve iyilikleri büyük görmesi, başkalarını hor görmesi ve küçümsemesidir. Kendini beğenme (ucb) hastalığı, bir kişilik zaafı ve nefsi tatmin mekanizmasıdır. Kendini beğenme, İblis’i Allâh’ın emrine karşı çıkmaya sürükleyen bir isyan şeklidir. Hangi sebeple olursa olsun kişinin kendisini beğenmesi, İslâm ahlâkıyla aslâ bağdaşmayan bir karakter bozukluğudur. İnsan fizikî açıdan da psikolojik açıdan da zayıf ve âciz yaratılmıştır. Dolayısıyla insan; bilgisi, birikimi ve deneyimi ne kadar ileri seviyede olursa olsun zaaflarla dolu olduğu için kendisini başkalarından üstün görmemeli, kibir ve gurûra kapılmamalıdır. Gurur, başarı yolunda en tehlikeli virajdır. Çalışıp başarıya erişen ve başarısını sâdece kendi çalışmasına bağlayan kişi gurûra kapılmış olur. Kula düşen çalışmaktır. Başarıya eriştirmek ya da eriştirmemek Allâh’a aittir. Allâh’ın lütuf ve ihsânını yok sayarcasına, başarısının sâdece kendi çalışmasının sonucu olduğunu söyleyen kişi sanki kendisini başarının yaratıcısı saymış olmaktadır. Bu anlayış gururdan doğan, insanı şirke sürükleyen bir anlayıştır. TEDÂVİ YOLLARI Bu mânevî hastalıkların teşhisiyle yetinmemek, bu ahlâkî zaaflardan korunmaya çalışmak ve bu zaafları Kur’an ve Sünnet çerçevesinde tedâvi etmekle yükümlüyüz.

  1. AÇGÖZLÜLÜĞÜN İLACI: RIZÂ, KANÂAT, ŞÜKÜR VE İNFAK

Açgözlülüğün, maddî hırsın, cimriliğin ve çıkarcılığın ilacı rızâ, kanâat, şükür ve Allah için infaktır. İlâhî rızâya erişmek isteyen, Cenâb-ı Hakk’ın verdiğine râzı olur, O’nun kazâ ve kaderine teslîm olur. Rivâyete göre; Hz. Mûsâ (as) Cenâb-ı Hakk’a: -“Yâ Rabbi! Bana öyle bir amel göster ki onu işlediğim zaman Sen benden râzı olasın.” diye ilticâda bulunur. Bunun üzerine Cenâb-ı Hakk şöyle buyurur: -“Benim senden râzı olmam, senin Benim verdiğim hükümlere, kazâ ve kadere râzı olmana bağlıdır.” Sa’d b. Ebi Vakkas (ra) diyor ki: “Ben, Hakk’ın kazâ ve kaderini gözümün nûrundan daha çok severim. Ona râzıyım. Onun hikmetlerine itirâz etmem.” Allâh’ın verdiğine râzı olan kişi kanâat sâhibi olur, elindeki ile yetinir, mânevî doyuma ulaşır. Kanâat sâhibi olan kişi, bu nimetlerin gerçek sâhibine şükreder. Şükür, dil ile ifâde edildiği gibi ayrıca zekât, sadaka ve Allah yolunda infak gibi müşahhas şekillerde de icrâ edilmelidir. Her nefis hırslıdır. Her nefiste açgözlülük vardır. Her nefis fakirlik korkusu yaşar. Bunu dengelemek ve dizginlemek, nefsin açgözlülüğünü törpülemek için bol bol sadaka vermek tavsiye edilmektedir. Ayrıca bütün hastalıklarda olduğu gibi hırs hastalığına yakalanma durumunda âlemlerin Rabbine ilticâ edilmeli, şöyle niyâz edilmelidir: “Allâhım! Senden; Seninle karşılaşacağına ÎMÂN eden, kazâ ve kaderine RIZÂ gösteren, verdiğin nimetlere KANÂAT eden huzur dolu -mutmain- bir gönül niyâz ediyorum.”

  1. NEFSÎ ARZULARA UYMANIN İLACI: NEFSİ TERBİYE VE TAKVÂ

Haram olan nefsî arzuların dizginlenmesi “takvâ” ile ve nefsi terbiye etmekle mümkündür. Helâllerde ve mübahlarda aşırı gitmemek, şüpheli olan şeylerden sakınmak takvâ ehlinin yoludur. “Kul, sakıncalı olur korkusuyla sakıncalı olmayan -şüpheli- şeyleri terk etmedikçe takvâ sâhiplerinin derecesine ulaşamaz.”3 Gerçek mü’min, nefsî arzularının esîri olmayan, sözleri ve davranışları gibi arzuları da Kur’ân ve Sünnet’e uygun olandır: “Sizden birinizin arzusu Benim getirdiğime -Kur’ân’a- uygun olmadıkça gerçek mü’min olamaz”4 Günümüzde nefsin iştah duyacağı zevkler, eğlenceler ve arzular renk renk, çeşit çeşittir. Haram arzuları tatmîn için kurulmuş meyhane, kumarhane, fuhuş evleri yanı sıra, hayır yolunda kullanılması gerekirken bir kısmı şerre hizmet eden (Tv, basın yayın, sinema, tiyatro, internet gibi) araçlar da nefsin arzularını kamçılamakta, münkerâtı ve haramları özendirmektedir. Nefsin haram ve çirkin arzularına karşı koyabilmek, imkânı olduğu halde haramlara ve iğrençliklere yönelmemek -özellikle gençlere- “nefisle cihad” sevâbı kazandırır. Nefsinin esîri olanlar ise mânevî derecelerden mahrum kalır, dünyevî ve uhrevî açıdan felâkete doğru yuvarlanırlar. Zîrâ “Cennete giden yol, nefsin hoşuna gitmeyen şeylerle – fedakârlıklar, zorluklar ve imtihanlarla- doludur. Cehenneme giden yol ise -haram, çirkin ve iğrenç- nefsî arzularla doludur.”5 Cennete tâlip olan mü’min dâimâ fedâkârlık ve vefâkârlık yolunu tercîh etmeli; nefsî arzularının kulu-kölesi, şehvet ve şöhretin esîri olmamalı, gerçek anlamıyla Allâh’ın kulu olmalıdır.

  1. KENDİNİ BEĞENMENİN İLACI: TEVÂZU- ALÇAKGÖNÜLLÜLÜK

Benliğin, bencilliğin, egoizmin ve hodgâmlığın ilacı tevâzu, mahviyet ve alçakgönüllülüktür. Allâh’ın kulu olduğunun bilincini taşıyan kişi, Allâh’ın kullarına karşı kibirlenmez ve gururlanmaz. Mü’min, hiçbir başarıda nefsine pay çıkarmayan, yaptığı güzel amelleri büyük görmeyen, alçakgönüllü, mütevâzi bir kişidir. Müslüman, önce kendi nefis putunu kıran, ardından başka insanların ya da düşüncelerin putlaştırılmasına izin vermeyen, fıtrat medeniyetini kuran kişidir. Tevâzu, kulu mânen yükseltir ve yüceltir: “Bir kul Allah için alçakgönüllü olursa Allah onu yüceltir.”6 Çevremizdeki insanlardan bâzı konularda farklı ve üstün, zengin, güçlü ve bilgili olmamız bizlere Allâh’ın lütuf ve ihsânıdır. Bizler gurûra kapılmak yerine bu nimetleri bizlere ihsân eden Rabbimize şükretmeliyiz. “Başkaları gibi olumsuz şartlarda yaşayan biri olabilirdim. Ya da deprem, savaş, hastalık, trafik kazâsı gibi sebeplerle bugünkü durumumu ve konumumu her an kaybetmekle karşı karşıya gelebilirim.” diye düşünerek nimetin asıl sâhibine şükretmek, îmânın ve İslâmî edebin gereğidir. Mü’min dâimâ mütevâzi ve alçakgönüllüdür. Rabbisinin huzûrunda her konuda âcizliğini itirâf eder. İlim yönünden kendini yeterli görmeyerek Rabbisine karşı aczini itirâf eder, dâimâ emredildiği gibi “Ey Rabbim! İlmimi artır.”7 diye duâ eder. Müslüman, yaptığı ibâdetleri yeterli görmeyerek; “Yâ Rabb! Seni tenzîh ederiz. Sana hakkıyla ibâdet edemedik.” diye niyazda bulunur. Dâimâ Rabbisine şükreder, buna rağmen şükür noktasında aczini itirâf eder; “ Yâ Rabbi! Seni tenzîh ederiz. Sana hakkıyla şükredemedik.” diye yakarışta bulunur. GÖZLERİ BÜYÜYEN HIRS İslâm dünyâsının başına belâ olan, gözlerini, İslâm dünyâsının enerji kaynaklarına ve petrole hâkim olma hırsı bürüyen Haçlı ordularının Bosna, Kosova, Çeçenistan, Afganistan ve Irak gibi İslâm beldelerine vahşice saldırıp oraları işgâl etmeleri, mâsum insanların kanlarını dökmeleri doymak bilmeyen açgözlülüklerinin, tamahkârlıklarının ve hırslarının sonucudur. Açgözlülük, târih boyunca pek çok kavmin helâkına sebep olduğu gibi modern dünyâdaki insan hakları düşmanı, vahşî, terörist İslâm düşmanlarının ve Siyonistlerin de sonunu getirecektir: “Açgözlülükten sakının. Zîrâ açgözlülük, sizden önceki kavimleri helâk etti. Açgözlülük onları halkın kanlarını dökmeye ve mallarını helâl saymaya sevk etti.”8 Yrd. Doç. Dr. Halil İbrahim Kutlay (Nisan 2016) Dipnotlar: 1 Beyhaki, Şüabü’l-İman: 1/471 No: 745; Münziri, Tergib: 1/286 (İntizaru’s-Salât 14); Ebu Nuaym, Hılye: 2/343; İbn Abdilberr, Camiu Beyani’l –ilm: 1/142. Ayrıca bkz. Ebu Davud: Melahım 17; Tirmizi: Tefsir, Maide 8; İbn Mace: fiten 21. Hadisimiz sahih ligayrihi derecesindedir. 2 Müslim: Taharet 1; Tirmizi: Deavât 85; İbn Mace: Taharet 5. 3 Tirmizi: Kıyame 19; İbn Maca: Zühd 34. 4 Nevevi: Erbain: 41.Hadis; Makdisi, Kitabü’l-Hucce, 5 Müslim: Cennet 1; Ebu Davud: Sünnet 22; Tirmizi: Cennet 21; Nesai İman 3. 6 Müslim: Birr 69: Tirmizi: Birr 82: Darimi: Zekât 34: Malik, Muvatta: Sadaka: 12. 7 Ta-Hâ: 20/114. 8 Müslim: Birr 56.  

Abone Ol

En son haberleri doğrudan gelen kutunuza alın. Asla spam yapmayız!

Sosyal Medya Hesapları

Mesaj Bırak