Ara

Gözetleniyoruz, Farkında Mıyız?

Gözetleniyoruz, Farkında Mıyız?

İnsanın yakalandığı en onulmaz marazlardan birisi şuursuzluktur. Şuursuzluk; kişinin kendini hakkıyla tanıyamaması, dünyâ hayâtındaki konumunu anlamlandıramaması ve yaratılış maksadına uygun davranışlar sergileme husūsunda gaflete düşmesidir. Şuursuzluk farkındalığı ortadan kaldırıp, Allâh’ın lütfettiği hayâtın ve nīmetlerin isrâfına sebebiyet verir.

İslâmî bağlamda, farkındalık bir nevi murâkabenin unsurudur. Hâlihazırda “farkındalık” ile “murâkabe” arasındaki yakın etimolojik ve dilsel yakınlık saptanabilir. Tasavvufî bir terim olan murâkabe; Allâh’ın her zaman, her yerde hâzır ve nâzır olup kendini görüp, işittiğini bilinç olarak yaşamaktır. Yāni, murâkabe hâlindeki bir Müslüman, Allâh’ın ondan mānen ve madden haberdâr olduğunu dâimâ bilir. Bu, kişinin Allah ile olan kalp, akıl ve beden ile ilişkisinde tam bir ihtiyatlı öz farkındalık hâlidir. Murâkabenin temeli, Allâh’ın her zaman bizi izliyor olduğu ve kendi davranışlarımız, düşüncelerimiz, duygularımız ve mevcûdiyetimizin mānevî halleri için daha fazla dikkat ve özen geliştirmemizdir.

Kur’ân-ı Kerîm’de Yüce Rabbimiz: “Şüphesiz ki Rabbin hep gözetlemededir.”1 buyurmaktadır. Cibrîl hadîsi diye meşhur olmuş hadiste “ihsan nedir?” sorusuna Peygamberimizin (sav) verdiği cevap da bu hakīkati dile getirmektedir: “Sanki Allâh’ı görüyormuşçasına ibâdet etmendir. Zîrâ sen O’nu göremiyorsan da O seni muhakkak görmektedir.”2 Bu noktada en önemli soru şu ki, insanlar Hak tarafından her an izlendiğinin ne kadar farkındadır? İşte bu farkındalığın oluşmasında, murâkabe bilinci etkin rol oynamaktadır.

İbn-i Kayyım el-Cevziyye murâkabe konusunda şunları söyler: “Murâkabe; kulun sürekli olarak, zāhir ve bâtında yaptığı her iş ve düşüncenin Yüce Allah tarafından bilindiğinin farkında olmasıdır. Onun bu farkında oluş ve bilgisinin devâmı “murâkabe” demektir. Bu da onun Yüce Allâh’ın kendisini sürekli gözlediğine dâir var olan yakīnî bilgisinin bir semeresidir. O, onu gören, söylediklerini işiten, her an ve her nefeste yaptıklarından haberdâr olandır. Bunun farkında olmayanlar, bidâyet ehlinin hâlinden dahi uzaktırlar.”3 

Murâkabe mutlakā, kişinin kendi niyetleri, düşünceleri, duyguları ve diğer mānevî hallerinin farkındalığını içerir. El-Mürtaiş (ks) şöyle demiştir: “Murâkabe, her düşünce ve söz esnâsında gayb ālemini düşünerek sırrını (gönlünü ilâhî rızāya uymayan şeylerden) korumasıdır.”4 Konuştuğumuz her kelimede ve ardına düştüğümüz her düşüncede, içsel deneyimlerimize en iyi şekilde tepki vermek için düşünce kalıplarımızın ve duygu hallerimizin farkında olmalıyız. İbn Kayyim Cevziyye’nin ortaya koyduğu gibi, murakabenin devamlılığı, “düşünceleri, niyetleri ve mānevî intikāli koruyarak…” gerçekleşir.

Zikrin insan rûhunda meydana getireceği huzūr ve itmi'nândan sonra, nefsi kontrol altında bulundurmak ve onun tasallutundan uzaklaşmak için murâkabe tavsiye edilmiştir. Murâkabe, maksada ulaşmayı te'min eden şeyin ne olduğunu bilmek ve onu aramaktır. Avâmın murâkabesi, emr bi'l-ma'rûf ve nehy an’il-münkeri gözetmektir. Havâssın murâkabesi ise, kalbin Hak Teālâ'nın huzūrunda huzur bulmasını arzulamaktır.5 

Kulun Allâh’ı, Allâh’ın Kulunu Murâkabesi

Kul, kendi yönünden murâkabede, her nefes alış verişte, her fiil ve davranışta kalbini denetleyerek Allâh’ın rızāsını kazanmaya gönlünü nazargâh-ı ilâhî hâline getirmeye çalışır. Bu yüzden murâkabesini Hakk'a yöneltir. Allah Teālâ yönünden murâkabede ise kul her düşünce, her hareket, her söz ve davranışı sırasında Hakk'ın gözetiminde olduğunu hissetmekte ve O'nun denetiminden aslâ uzakta kalamayacağını kavramış bulunmaktadır. 

Kalbin murâkabe ile kontrol altına alınması, onun olumsuz düşüncelerle olan alâkasını ve kötülüklerle olan bağlantısını keser. Kur'ân'daki: “Her nefsin kazandığını görüp gözetene ortak koşulur mu?”6 âyet-i kerîmesi bu tür murâkabenin sağlayacağı faydaya işâret etmektedir. Büyük mutasavvıflardan Ebu'l-Abbâs Câfer (ks), murâkabeyi bu anlamıyla ele alarak: “Hak Teālâ'nın sana nazar etmekte olduğunu düşünerek kalbine gelen her tür düşünceden korunmaktır.” şeklinde tanımlamıştır.

Murâkabe konusunda söz söyleyen ilk mutasavvıflardan biri de Ebû Muhammed Cerirî'dir. Tasavvufu iki temel üzerine binâ edilmiş olarak gören bu sūfî, bu iki temelden birinin murâkabe olduğunu anlatarak şöyle konuşur: “Tasavvufun iki temelinden biri murâkabedir. Diğeri de şerîatı ikāmedir. Nefs, Allâh’ı murâkabe sâyesinde korunur, şerîatı ikāme sâyesinde de zāhir ve bâtın māmûr olur.” Murâkabe bir bakıma kalbi ve zihni teksiftir. Gönüldeki ve kalpteki düşüncenin “Allah” zikri ve fikri etrâfında yoğunlaştırılmasıdır.7 

Sonuç olarak; Müslüman kendisinin, çevresinin, insanlarla iletişiminin, en önemlisi de Yaratıcısıyla olan münâsebetlerinin sorumluluğunun farkında olmalıdır. Farkındalığının en üst seviyeye ulaşmasında murâkabe bilincinin ne denli önemli olduğu ortadadır. Çünkü gerek gizli gerekse de âşikâr yaptığımız maddî ve mānevî tüm tutum ve davranışlarımız Allah Teālâ tarafından gözetlenmektedir. Böylesine bir şuur bizi kesîf bir dikkate sevk etmelidir. Dünyâda atacağımız her bir adımı, âhireti hedefleyerek atmalıyız. Âhirette muhatap olacağımız o çetin hesâbın farkında olan Müslüman, iki cihan saādetini elde etmenin peşinde olacaktır. 

Dipnotlar:

1 Fecr, 89/14.

2 Buhārî, İman, 37; Müslim, İman, 1,5,7.

3 İbn Kayyım el-Cevziyye, Medaricu’s-Salikîn, İnsan Yay, İstanbul 2013, s. 539.

4 Kuşeyrî, er-Risale, s.390.

5 Selçuk Eraydın, Tasavvuf ve Tarikatlar, Müifav Yay. İstanbul 2012, s. 159.

6 Ra’d, 13/22.

7 Hasan Kamil Yılmaz, Ana Hatlarıyla Tasavvuf ve Tarikatlar, Ensar Neşriyat, İstanbul 2014, s. 165.

Mart 2022, sayfa no: 22-23-24

Abone Ol

En son haberleri doğrudan gelen kutunuza alın. Asla spam yapmayız!

Sosyal Medya Hesapları

Mesaj Bırak