Târihle az çok uğraşanlar çok iyi bilirler ki, bu ülkede henüz 10 sene evveline kadar Sultan II. Abdülhamid Han Hazretleri hakkında gerçekleri söylemek son derece güçtü. Zira hakkında yazılanlar ve söylenenler ekseriyetle çok eksik veya yanlıştı. Sultan II. Abdülhamid hakkında gerçekleri söylemek için kanunen bir mâni olmasa da, yalan ve yanlışlıkların yoğunluğu sebebiyle gerçeklerin tam mânâsıyla ortaya konulması, neredeyse imkânsıza yakın derecede güçtü. Biz bu makalemizde, II. Abdülhamid Han’ın “Zor Zamanda Devlet Yönetimi”ni birkaç örnekle muhtasar bir şekilde ele almaya çalışacağız.
Târihinin en sıkıntılı döneminde olan Osmanlı’yı korumak için uyguladığı yöntem ve metodların her birisi siyâsî dehâ örneğidir ve bugün bile hayran kalmamak elde değildir.
Sultan II. Abdülhamid Han’ın siyâsî dehâsı denince ilk önce akla dış politikada gösterdiği çok önemli başarılar gelir. Sultan, izlediği dış siyaseti hatıralarında şu şekilde açıklamıştır.
“Apaçık görüyordum ki Avrupa’nın büyük devletleri kendi aralarında dünyâyı bölüşmeye çıkmışlardı. Bölüşülecek ülkeler arasında Osmanlı mülkü de vardı. Ben bu kuvvetlerin önünde tek başıma duramazdım, gücüm yetmezdi. Yapabileceğim tek şey aralarındaki rekabetten yararlanıp, her birine daha büyük lokma ümidi ile birini ötekine düşürmekten ibaretti.” Bu durumu müşahhas çizgiye indirirsek şöyle diyebiliriz; İngiltere’nin karşısına Almanya’yı, Rusya’nın önüne İngiltere’yi dikmek, fazla bir emel sahibi görünmeyen Fransa’ya tarafsız bir tutum muhâfaza ettirmek, İtalya’yı olduğu yerde bekletmek, Avusturya’yı da kâh Rusya’yla çatıştırmak kâh Almanların peşine düşürerek Balkanlar’da tek ve faal bir politika gütmekten alıkoymak, böylece büyük devletleri birbirine karşı rekabetleri ve tezatları içinden kavrayıp Osman Devleti’ne zararlı olmaktan çıkarmaktır. Sultan’ın bu büyük başarısı, içinde bulunduğu maddî kuvvet zararına karşı mânevî nüfuz ve siyâsî maharetle çevrilmiş; şahsiyetli fakat pek zor olan bir politika mümkün olmuştur.
HAYALLERİ ZORLAYAN OLAY
93 Harbi felâketinden sonra Bulgaristan bize pamuk ipliği ile bağlı, dâhilî idâresinde serbest bir prenslik haline getirilmişti. Onun da Yunanistan gibi ilk fırsatta istiklâlini ilân edeceği belliydi. Bu ihtimali bertaraf etmek için Sultan Abdülhamîd, o dâhiyâne siyâsetiyle şu tedbire başvurmuştu:
Bulgarlar da Yunanlar gibi ortodoks mezhebine mensubdular. Ancak asırlardan beri din adamı yetiştirmedikleri gibi kendilerine mahsus kiliseleri de yoktu. Sultan Abdülhamîd, onları dînî bakımdan Yunanlılar’dan ayırmayı düşündü. Bunun için İstanbul’da Balat’taki Rum ortodoks patrikliğinin karşısına bunların Rum patrikliğine muâdil ve onunla aynı hukûka sahip “erksahlık” adıyla Bulgar kilise riyâsetini te’sis etti. Patrikhâne demek olan bu müessesenin binasını, Berlin’de ve gizlice çelik parçalar halinde îmâl ettirip yine gizlice İstanbul’a getirtti. Ve ustaları sabaha kadar çalıştırıp bir gecede monte ettirdi. Sabahleyin rum papazları gözlerini açtıklarında, karşılarında kendilerine rakip bir patrik binâsını, levhası asılmış olduğu halde görünce, dehşete kapıldı. (Hâlâ yerinde duran Bulgar erksahlığı, Türkiye’de ilk prefabrik binâdır.)
Bu surette Bulgar kilisesi, Sultan Abdülhamid’in bu siyâsî manevrası ile teessüs etmiş oldu. Bunun bir ihtiyaç olduğu ortaya çıkınca, Bulgar ve Rumlar’ın müştereken oturdukları yerlerde kavga başladı. Rum papazların idâresinde ayin yapan bu gibi kiliseleri Bulgar erksahlığına bağlamak için mücâdele ederek Bulgarlar’ı ve buna karşı çıkan Rumlar’ı da yıllarca oyalayan Sultan Abdülhamid Han, her iki tarafa da bir mâvi boncuk vermek kabîlinden mes’eleyi devamlı bir sûrette te’hir ederek kedi-köpek gibi bu iki kavmin birbirlerine karşı gerginliğini sağlamıştı.
Gâfil İttihatçılar, iş başına gelince, “kiliseler kanunu” denilen bir kanun çıkardılar. Rum ve Bulgarlar’ın müştereken yaşadıkları yerlerdeki kiliseleri onlar arasında taksimi için nüfûs ekseriyetini esas aldılar. Sayım yaptılar. Hangi taraf çoğunlukta ise kiliseyi hükûmet kuvvetlerini kullanarak o tarafa teslim edip kilisesiz kalan tarafa da iki sene içinde devlet parasıyla yeni bir kilise yaptırarak aralarındaki ihtilâfı bertaraf ettiler.
Bu surette kiliseler kavgası sona erince, Bulgarlar ve Yunanlar, birkaç yıl içinde dost oldukları gibi, ezelî düşmanımız Sırplar’ı da yanlarına alarak Balkan Harbi’ni başlattılar. (Kadir Mısıroğlu, Bir Mazlum Padişah Sultan II Abdülhamid)
Aynı zamanda, bütün dünyâ müslümanlarının halifesi olan II. Abdülhamid Han, İslâm’ın şartlarından olan ‘Hac’ farizasını yerine getirmek için her yıl Hicaz’a giden binlerce hacının, develeriyle 60 °C’ye varan sıcaklık altında, çöl yollarında; susuzluk, bulaşıcı hastalıklar, eşkıyalar vb. zorluklarla karşı karşıya olduğunu, bu yolların emniyet ve asayişini sağlamak için ise, devletin büyük malî ve askerî fedakârlıklarda bulunduğunu biliyordu. Hicaz için bütün bu problemleri halledecek ve buradaki müslümanlarla Anadolu arasında bir köprü vazifesi görecek, ayrıca devletin saygınlığını İslâm dünyasında artıracak, bölgedeki denetimi güçlendirecek ve Süveyş Kanalı’nın yerini tutabilecek stratejik bir demiryolu projesini uygulamaya koymayı düşünüyordu. Sultan II. Abdülhamid’in hâtıratında da; “Çok eskiden beri hayâl ettiğim Hicaz demiryolu nihayet hakikât oluyor. Bu yol Osmanlı Devleti için sadece iktisâdi bakımdan büyük fayda getirmekle kalmayacak, aynı zamanda oradaki kuvvetimizi sağlamlaştırmaya da yarayacağından, askeri bakımdan da çok ehemmiyetli olacaktır..” diye bahsettiği ve bugün milli sınırlarımız dışında bulunan Hicaz demiryolu projesinin gerçekleştirilmesi, bütün müslümanların halifesi olan II. Abdülhamid’e yakışan bir yatırımdı. 1 Mayıs 1900’de irâdesi çıkarılan proje için başta halifenin kendisi 2.5 milyon altın olmak üzere, devletin sivil ve askeri memurları, aylıklarının %10’unu (harik ianesi) vermişlerdir. Bu iş için halktan kurban derisi toplanmış, posta pulları, damga kâğıtları, ilmühaberler ve madalyalar bastırılmıştır. Müslümanlar arasında örnek bir dayanışma örneği olarak; Mısır Hidivi, İran Şahı, Haydarabat Nizamı, Okyanus adalarındaki müslümanlar, özellikle bugünkü Pakistanı oluşturan Hint müslümanları, Afganistan, Fas, Muskat, Kırım olmak üzere bütün dünya müslümanları büyük maddî bağışlarda bulunmuşlardır. Sadece İslâm dünyâsınca yapılan bu yardımlar, “Hicaz Şimendifer Hattı İanesi”nde toplanmıştır.
Siyâsî Rakiplerine Göre Abdülhamid Han
Huntington'a göre Boğaz'da oturan ihtiyar, dünya çapında bir siyâsî idi.
İngiliz İstanbul elçisi Nicolas O'Connor'a göre, Avrupa’da barışı muhâfaza eden kişi idi.
Lamouche'a göre zeki, kurnaz ve gayet çalışkandı.
Fransız elçisi Maurice Bombard'a göre Avrupa'da onun ayarında dış siyaseti bilen bir diplomat yoktu.
İngiliz Bahriye lodu Fisher ''Abdülhamid bütün Avrupa'nın en mahir ve hızlı düşünebilen diplomatlarındandır.'' demiştir.
İngiliz Sömürge Bakanı Joseph Chamberlain'e göre Osmanlı'da devlet adamı vasfına sahip tek kişi Abdülhamid idi.
İngiltere Dışişleri Bakanı Edward Grey siyâsî hayatı boyunca düşman olduğu padişah hakkında ölümünden sonra ''Ne büyük kayıp! Düşmanımdı ama onun ölümü ile diplomasi mesleği artık zevkini kaybetti.'' diye hayıflanmıştır. (Uzakları Görebilen Hükümdar syf.116)
Alman Kralı II. Wilhelm’ın Atamız Abdulhamid Han’a Övgüsü
Fransız kralı ile görüştüm, benden aşağı buldum.
Japon imparatoru ile görüştüm, basit buldum.
İngiliz kralı ile görüştüm, kendi ayarımda buldum.
Ne zaman ki, Osmanlı Sultanı Abdülhamid Han ile görüştüm; onun heybeti, zekâsı ve nezaketi karşısında beni bir titreme aldı.
İsrail devleti kurulduğunda ilk Cumhurbaşkanı Chaim Weizmann'ın konuşması;
-"Biz yahudiler 20. yüzyılda Ortadoğu'da yıkılmaz denen devleti yıkıp 2 tane devlet kurduk. Onlara öyle güzel sistem inşa ettik ki Türkler bize Filistin'i vermeyen Abdülhamid'e en az 200 sene daha söverler! "
Maalesef ki böyle de olmuştur! Biz onu anlayamadık!
Bugün Abdülhamid'in birçok eserini görüyoruz, biliyoruz, yaşıyoruz. Sultan II. Abdülhamid Han hakkında belli başlı bazı bilgileri vermek istiyorum:
• İlk defa elektriği, gazı getiren, ilk modern eczanemizi açtıran,
• İlk otomobili getiren, 5 bin km kara yolunu yaptırtan,
• Dünyanın ilk metrolarından birini Karaköy-Taksim arasına yaptıran, atlı ve elektrikli tramvaylar kuran,
• Kudüs-Yafa, Ankara-İstanbul ve Hicaz demir yollarını yaptıran (Haydarpaşa Tren İstasyonunu da tabi),
• İstanbul’un binlerce fotoğrafını çektiren, Arkeoloji müzeciliğini başlatan,
• Kuduz aşısının bulunmasından sonra ülkemizin ilk Kuduz Hastanesini (İstanbul Darü’l-Kelb Tedavihanesi) açtıran,
• Okullara (Hristiyan okulları dahil) gönderdiği emirde, Türkçe’nin iyi öğretilmesini isteyen, Azerbaycan okullarında Türkçe yasağını kaldıran, Paris’te İslâm Külliyesi kuran!
• Teselya savaşı sürerken saraylı hanımlara askerler için çamaşır diktiren de, hastaneleri ziyaret edip hastaların ihtiyaçlarını soran da, sarayın bahçesinde bile hastalara hizmet ettirten de!
• Israrla yerli kumaş giyen, Hereke bez fabrikası ve Feshaneyi kuran,
• Ziraat Bankasını kuran, Ticaret, Sanayi ve Ziraat Odalarını açtıran,
• Yıldız Çini fabrikasını, Beykoz ve Kâğıthane kâğıt fabrikalarını,
• Toplu sünnet merasimleri yaptırıp her bir çocuğa çeyrek altın gönderen, bu yüzden yaz aylarında toplu sünnetleri moda eden,
• Mezuniyet törenlerinde öğrencilere hediye kitap gönderen,
• Yoksul halkına kendi cebinden ödeyerek kömür dağıtan,
• Ermeni Onnik’in mektubu üzerine kendi parasından takma bacak yaptırtan,
• Biriktirdiği parasından bir kısmını her sene borç yüzünden hapse düşenleri kurtarmaya tahsis eden,
• Modern matbaa makinelerini Türkiye’ye getirten, ücretsiz kitap dağıttıran, 6 bin kitabın çevrilmesini sağlayan, Beyazıt kütüphanesini kurup 30 bin kitap bağışlayan (10 bini el yazmasıdır),
• Yabancı bilim adamı ve yazarlara Nişanlar veren,
• Her yıl 30 bin saksı satın alıp çiçek ektiren,
• Bizim Hekimbaşı çöplüğü dediğimiz yerde gül yetiştiriciliği yaptıran da (Isparta’daki gül yetiştiriciliği de O’nun öncülüğünde başlamıştır),
• Türkiye’nin birçok yerinde saat kuleleri yaptıranda O dur! (İzmir,Dolmabahçe..),
• Hindistan, Cava, Afganistan, Çin, Malezya, Endonezya, Açe, Zengibar, Orta Asya ve Japonya ya elçiler ve din adamları gönderen,
• Yalova Termal kaplıcalarını kurduran, Terkos’un sularını İstanbul’a taşıtan, Bursa’nın bir köyünde bile çeşme yaptırabilen O dur, (Sadece İstanbul’a 40 çeşme yaptırmıştır),
• Kendi elleri ile yaptığı marangozluk eşyalarını hediye etmeyi seven,
• Doğu Türkistan’a gönderdiği askeri yardım ile Çinlilere karşı onları örgütleyen, Çin'in göbeği Pekin'de Hamidiye Üniversitesini kurdurtan da,
• Beş vakit namazını aksatmadan kılan, hiçbir evrakı abdestsiz imzalamayan (hatta yere bile basmayan [yatağının dibinde teyemmüm tuğlası bulunduruyordu]),
• Yeni gemiler alan, toplar(Çanakkale Savaşı’ndaki çoğu top), tüfekler getirten de!
• Telefonu Avrupa’dan 5 yıl sonra ülkemize getiren de O dur!
• Kiliselere, sinagoglara yardım eden (hatta Vatikan’da kilise yapılmasına bile yardım eden),
• Peygamberimize (sav), dinimize veya Osmanlıya hakaret içeren oyunları kaldırtan (Fransa-İngiltere-Roma-ABD) (Bir piyes için bile Alman İmparatorunu devreye sokmuştur),
• ABD’nin Erzurum’da konsolosluk açmasını reddeden, İzmir limanına izinsiz girmeye kalkan ABD savaş gemisini top ateşine tutturan,
• İstanbul boğazı için iki köprü projesi çizdiren (bir tanesi tam bu günkü Fatih S.M. köprüsünün bulunduğu mevkidedir),
• Abdülhamid ve Abdülmecid (dünyanın ilk torpido atan denizaltısı) adında denizaltılarımızı Taşkızak tersanesinde yaptırtan da (üstelik kendi cebinden..), O!
• Öğretmen yetiştirmek için okullar yaptıran (32 tane) (ör.şimdiki adı ile Bursa Çelebi Mehmet okulu), Kız Öğretmen Okullu açan (Daarül Malumat),
• Cami yaptırdığı her köyde birde ilkokul yaptıran (Mesela sadece Sivas’taki ilkokul sayısı 1637), okuma yazma oranının 5 kat arttıran, (1900 yılında ilkokul sayısı 29.130’u bulmuştu, sadece Anadolu’da 14 bin ilkokul vardı)
• Ortaokul (Rüşdiye) sayısı 619’a çıktı, Fransızca dersleri konuldu,
• Lise eğitimi için İdadiler açan (109 tane), (İstanbul Erkek-Kabataş Lisesi..)
• İstanbul’da Darülfünün (Üniversite) açan, dünyânın ilk dişçilik okulunu kuran,
Ve daha niceleri…
Abone Ol
En son haberleri doğrudan gelen kutunuza alın. Asla spam yapmayız!
Mesaj Bırak