Sevgili Sultânımız Hacı Hasan Efendimiz’in (ks) Hakk’a vuslatının 35. sene-i devriyesinde, ona olan hasretimizin dinmesine yardımcı olan Gönül Dosta Gider belgeselinin yönetmeni, târihin karanlık yüzlerine ışık tutmaya çalışan, insanın seyr-i sülûkunu yapıtlarında konu edinen Mesut Uçakan ile Hacı Hasan Efendimiz'den tasavvufa, tasavvuftan Müslümanca sinema anlayışına birçok konuyu konuştuk.
Röportaj: Muhammed Ali Baydı
Kendinizi kısaca tanıtabilir misiniz?
Kırıkkale’de doğdum. Orta Anadolu’nun karakteristik bir kenti. Çorum’da İmam Hatip Okulu’ndan, Adapazarı’nda Klasik Lise’den mezun oldum. Yüksel tahsil için İstanbul’a geldim. Yüksek tahsil bahaneydi. İstanbul’a gelmek ve sanatçı olmak hedefimdi. Sanatçı derken şâir ve roman yazarı olmak vardı kafamda, iddialı şekilde. MTTB Sinema Kulübü’ndeki arkadaşlarla tanıştım. Sinemada millî değerleri anlatmada büyük boşluk söz konusuydu. Çeşitli çabalardan sonra yüksek tahsilin son sınıfında iken yönetmen olduk. İlk filmimizi çektik. Çektik ama ne mâcerâ. Beş parasız, tamâmen değerlerine uzak bir piyasa falan filan. İzahı uzun. Merâk edenler web sitemi gezebilirler. www.mesutucakan.com. Kendimi anlatabildim mi? Bilemiyorum ama sorulacak sorunun en zoruyla girdiniz konuşmaya. Kendini anlat sorusu beni çok sıkan bir soru. Genelde yapmıyorum ama hatırınıza birkaç kelâm ettim. Google’da bizimle ilgili onbinlerce madde var. Bakılabilir.
Özellikle İstanbul’un sizde büyük yansımaları olduğunu biliyoruz. Mesut Uçakan’ın İstanbul’undan da bahsedebilir misiniz?
İstanbul, 1965’li yıllarda ergenliğini yaşayan şâir ruhlu taşralı bir genç için, bir tutkudur. Okuduğu şiir ve romanlar, öyküler, dinlediği müzikler, hassaten seyrettiği Yeşilçam filmleri, İstanbul’a âşık eder onu. Varsa o yaşlarda sevdiği bir kız onunla bütünleştirir. Ve hayallerini yangın yerine dönüştürür. Metin Erksan’ın “Sevmek Zamanı” filmi sırf resmini görerek bir kıza âşık olan genç adamı anlatır. Biz de resimleriyle filmleriyle âşık olduk İstanbul’a. Yüksek tahsil için geldik. Geliş o geliş. Öyle kucaklaştık ki, hâlâ kopabilmiş değiliz birbirimizden. Tabiî İstanbul’un rûhundan, cezbesinden, anaforundan söz ediyoruz en büyük zıtların çatıştığı yer. Nur da zulmet de bu çatışmanın büyüklüğüne göre şekil alır. En süflî ile en ulvî olanı barındıran bir yerdir İstanbul. Bu yüzden rüzgârları serttir. Çarpar. Tutunmak, savrulmamak zordur. Güçlü bir îman şarttır bunun için. Yoksa İstanbul, insanı, esfelesâfilîn’e düşürmek için sayısız tuzaklarla dolu.
Yakın zamanda Suveydâ filminiz vizyona girdi ve konusunu ele aldığı dönemle ilgili çok isâbetli mesajların halka yansıması oldu. Bu tür çalışmalarınız devâm edecek mi?
Suveydâ bir asır öncesine yakın târihe odaklanmıştı. Harf Devrimi sonrası Anadolu insanının yaşadığı dramlara küçük bir dokunuş yapmaya çalıştı. Çok sevildi. 3 ay vizyonda kaldı. Ama hâlâ toplu gösterimleri sürüyor. Müslüman câmiada ādetâ sessiz bir dayanışma oluşturdu.
Devâm eden projeleriniz var mı?
Şu an daha yakın târihimizle ilgili 1970’li yıllara odaklanan bir projemiz var. Gençliğinde Müslüman gençlik üzerinde büyük fırtınalar estirmiş büyük bir ismin hayâtı. Gerekli finansmanı buluruz da gerçekleştirmek nasîb olursa inşâallah çok büyük hizmet olacağına inanıyorum. Bu kaos ortamında böyle bir projelere çok ihtiyâcımız var.
Kim bu isim?
Şimdilik gizli kalsın. İlk defa burada böyle bir projeden söz ediyorum. Biraz ete kemiğe bürünsün, konuşuruz. Böyle sözler edip de ekonomik olarak altından kalkamadığımız ve çekime başlatamadığımız durumlar da oluyor. Mahcup olmayalım.
İmam Hatip Liseleri insan yetiştirme potansiyeli olarak müstesnâ kurumlarımızdandır. Sayın Cumhurbaşkanımız da sizin gibi bir imam hatip mezunu biliyorsunuz ve nice devlet adamı. İmam hatip yıllarınız Mesut Uçakan’ın zihin dünyâsında ne gibi kırılmalara neden olmuştur?
İlkokulu bitirince klasik ortaokula ve devâmında liseye gitmeyi çok istedim. Hattâ çok ağladım; babam beni oraya ortaokula göndersin diye. Çünkü sevdiğim kız ortaokuldaydı. Ama ilkokul mezunu bile olmayan ve sağduyusu güçlü olduğunu her zaman gördüğüm rahmetli babam, ısrarla İmam Hatip Okulu’na yazdırdı beni. İyi ki gönderdi. Yoksa duygusal savrulmaları çok olan biri olarak, bir inanç derinliği olmayan bir ortamda savrulur giderdim diye düşünüyorum. Rabbim’e hamdolsun babam ısrâr etti. Allah ganî ganî rahmet eyleye. Onun derdi câmilerde iyi bir imam ve hatip olmamdı. Düşünüyorum da filmlerimle bir nevi imam ve hatip oldum mu acaba?
Projeleriniz toplumun karanlık tarafını aydınlatacak ve belli bir kesimin de tepkisini alacak eserler. Bunların başlıca örnekleri Reis Bey, Ölümsüz Karanfiller, Kelebekler Sonsuza Uçar, Yalnız Değilsiniz, Sonsuza Yürümek... Bu konuları işlediğinizde toplumun belli kesiminden ağır tepkiler alacağınızı biliyordunuz. Menfaatinize göre hareket edip paranızı kazanmak yerine neden böyle bir yol izlediniz?
Biz sinemaya oyun oynamaya gelmedik. Sinema bugün işgāl zihniyeti içerisinde Batı hegemonyasına odaklı çalışıyor. Bu ihânettir. İnancımıza ve yeryüzü Müslümanlarının bekāsına ihânet. Ādetâ şeytanın askerleri hüviyetinde. Bu ihânetlerin anlatılmasına ihtiyaç büyük. İnancını yaşama ve yaşatma cehdinde olmalı her Müslüman. İçindeki putları kırmalı. Bizim derdimiz de bu. Bunun ötesi kıylukaal. Bunun bilincinde olan bir Müslüman neden ve nasıl korkar ki? Hamdolsun Rabbime, bizi paraya mahkûm bir mesleğe yöneltti ama para hırsına düşürmedi, sağa sola savurmadı. Tabiî tevfîk Allah’tan. Veren O. Küllî irâde karşısında bizim esâmemiz okunur mu?
Gelelim Gönül Dosta Gider’e. Hacı Hasan Efendi’yi (ks) konu almanızın sebebi nedir? Gönül Dosta Gider ismini seçmenizdeki ana sebep ne olmuştur?
Safa Vakfı’ndan böyle bir talep geldi. Bu da beni çok sevindirdi. Çünkü, Hacı Hasan Efendi, merhum kayınpederimin bizzat tanıştırdığı, elini öptüğüm bir Allah dostu idi. Zâten hakīkat sancısı ve yaratılış sırrı arayışları, ergen dönemimizden beri, özellikle Üstad Necip Fazıl Kısakürek’in eserleriyle içimizde tutuşturduğu bir ateş. Bu ateş, Allah dostu dendi mi içimizi titreten bir hassâsiyete sürüklemişti bizi. “Gönül Dosta Gider” küçük bir bütçeyle çekilmiş bir drama-belgesel. Ama mānen, çektiğim bütün filmlerimde duyduğum heyecâna bedel.
Gönül Dosta Gider projesine baktığımızda oyuncuların profesyonel olmadığı, daha çok Hacı Hasan Efendi’nin (ks) ihvanlarının yer aldığı bir kadro ile karşı karşıyaydınız. Hal böyle iken her izlenmede ilk izlenmedeki heyecânı nasıl yakaladınız?
Bu açıdan ilginç bir denemedir. Filmde hiçbir profesyonel oyuncu yok. Esad Erbilî Hz’leri rolündeki oyuncuyu, sinema piyasasından aldık ama sırıttı. Orada da Ali Ramazan Efendi’nin yönlendirmeleriyle ihvanlardan birini oynattık ve cuk oturdu. Akışta rahatsız eden bir şey vardı, yok oldu.
Gönül Dosta Gider filminde Muhterem Ali Ramazan Dinç Efendimizin katkıları ne yönde olmuştur?
Hacı Hasan Efendi (ks) gibi bir zâtı anlatmak elbette kolay değil. Mānen ruhsat gerekiyor, liyâkat gerekiyor. Ali Ramazan Efendi’nin işin başından sonuna kadar işin içinde olması o açıdan bizi çok rahatlattı. Kezâ, hayâtı ile ilgili bilgileri toplamak da kolay değildi. Yakınlarıyla ilgili gerekli araştırmaları yapmış, hakkında yazılanları toplamıştık ama yine de bilinmesi gereken ama bulamadığımız yanları vardı. Üstelik o döneme mahsus, çekimlerde, şahsına ve davranışlarına dönük anlık sormamız gereken sorular çıkıyordu. Ali Ramazan Efendi sâyesinde hiç bir konuda sıkıntı çekmedik, hamdolsun. Zâten Hacı Hasan Efendi’nin ve Onun himmeti olmasaydı; böyle bir filmin çıkması zordu.
Bir konuşmanızda, İnsanlar yapıtlarında, eserlerinde kendilerine de rol verir aslında demiştiniz. Gönül Dosta Gider filminde sizi yansıtan karakter kimdir?
Kapuzbaşı Şelâleleri’nde yaptığımız çekimde, rol gereği Hoca Efendi’nin sohbetini dinleyen çevresindeki birkaç kişiden biri bendim. Rahmetli Yücel Çakmaklı da ziyâretimize gelmişti o gün. Onunla yanyana oturduk sahnede.
Muhterem üstâdımız Mahmûd Sâmî Ramazanoğlu (ks) ile ilgili çalışmanız olacak mı?
Niyetim var. İnşâallah olur. Çok da heyecan verici bir çalışma olur, emînim. Ancak, bunun için önce finans bulmamız lâzım. Maalesef işin başı o. Gönül Dosta Gider, bütçe yetersizliğinden çok da uzun olmayan belgesel bir video olarak çekildi. Hacı Sâmî Efendi için de böyle bir çalışma yapılabilir. Ama gönül ister ki sinemalarda oynayacak büyük bir çalışmaya imzā atılsın. İnsanlığın bu tür çalışmalara ihtiyâcı büyük.
İslâmî kurumların sinema, dizi konularında geride kaldığını özellikle sizin yaşadığınız sıkıntılardan biliyoruz. Yeri geldi bütçe bulamadınız yeri geldi kendi câmianızdan dahi destek alamadınız. Günümüzdeki atılımlarla bir nebze de olsa ilerleme kat edildi fakat istenilen noktaya gelinemedi. Çağı yakalama amacıyla ne tür atılımlar yapılabilir?
Çağımızın dili sinema. Filmi de, dizisi de, belgeseli de, reklamı da bu sanatın dilini kullanıyor. Bu dile hâkim olmadan, bu dili lâyıkıyla kullanmadan çağa hâkim olamayız. Çağ, bizi sürükler götürür peşinden. Nitekim günümüzdeki fotoğrafımız bu değil mi? O yüzden bu konuda tek çözüm var: Üretmek üretmek üretmek… Habire üretmek… Az ya da çok. Kısa film, uzun film, belgesel, drama ne varsa… Bunun için sermâyeler oluşturulmalı, fonlar kurulmalı, organizeler yapılmalı.
Müslümanca sinema tābirine çok değiniyorsunuz. Müslümanca sinema kavramını bize açıklayabilir misiniz? Bu kavram ile asıl anlatmak istediğiniz nedir?
İster bilimkurgu olsun, ister komedi, ister drama, ister polisiye… Hangi türde olursa olsun, Müslümanca Sinema, ruh olarak yaratılış hakīkatini yansıtan, îmânî bir sancı taşıyan filmleri/dizileri/belgeselleri ifâde eder. Bu başka tür cümlelerle de ifâde edilebilir. Ama işin özü bu. Allâh’a ulaşıcı ve ulaştırıcı bir sinema.
Sinemayı Müslümanca neden etkili şekilde kullanamıyoruz? Bunda ehl-i sünnet inancının etkileri ne ölçüde yoksa ehl-i sünnet inancı bu kesimin bir bahanesi mi?
Ehl-i Sünnet anlayışına göre nasıl bir sinema yapılacağı, üzerinde konuşulması gereken önemli bir konu. Batıdan gelen sinemanın kendine özgü dili var. İnancımızın o dille çatışan kırmızı çizgileri söz konusu. Kadın unsurunu işlerken, helâl-haram sınırları gibi. Bu yüzden Müslümanca sinemanın netleştirilmesi gereken gri alanları var. Bu konuda fikhî çalışmalar yoğunlaşmalı. Bu yapılamazsa yönetmen bu sorunu kendi gayretiyle çözmek zorunda kalıyor ki bu da mesleği zorlaştırıyor.
Bizler tasavvufu İslâmiyet’i hakkıyla yaşayabilmek için bir yol olarak görüyoruz. Siz de yapıtlarınızda insanın Seyr-i Sülûkunu işlemektesiniz. Fakat tasavvufun derinliğini metafizik deyip geçiştiren, metafizik kavramına indirgeyen bir batı kafası ile karşı karşıyayız. Bu kavramlar ise algı oluşturmaktadır. Tasavvuf gibi bir yolun metafizik kavramına indirgenmesinin ana sebebi nedir?
Tasavvuf, madde ve mānâ hayâtının ruh dünyâsını veren derin bir ilim dalı, bir feyz kaynağı, bir terbiye süreci. Önemi çok büyük. Büyük servetlere bedel. Onu bu çapta kavrayamayan seküler kafalar, ilmî kategorilerle damgalayıp, ötelemeye çalışıyorlar. Metafizik derken de kasdettikleri bu olmalı. Fantastik bir uğraş gibi onu toplum planından çıkarmaya çalışıyorlar. Kefereleri anlıyorum da kimi şerîatçı geçinenlerin tasavvufa düşman olmalarını hâlâ anlamıyorum. Anlıyorum da kabûllenemiyorum. Rabbim, kalb gözlerimizi açık tutsun.
Son olarak hocam, sürekli popülizm ile dāvâ ayrımına dikkat çekmektesiniz. Günümüz gençleri ise daha çok popülizme yönelmekte ve dāvâ şuurundan uzaklaşmaktadır. Bu noktada gençlerimize mesajınız nedir?
Metaverse’nin gerçekleşmeye, sanal dünyânın gerçek dünyâyı kuşatmaya başladığı bir dünyâda gençlerimize şüphesiz çok iş düşüyor. Başta, kendilerini kapıp götürecek bir teknolojinin getireceği seküler dünyâya, seküler algıya karşı inançlarını, îman ve amel bazında çok iyi donanmaları lâzım, İslâm’ı sağlam şekilde kuşanmaları lâzım, içlerindeki ve dışlarındaki kötülere ve kötülüklere karşı bilinçlenmeleri lâzım. Sonrası kültürde, sanatta ve teknikte geleceğin mesleklerinde ehil hâle gelmek. Mesele bu.
Mart 2022, sayfa no: 36-37-38-39-40-41
Abone Ol
En son haberleri doğrudan gelen kutunuza alın. Asla spam yapmayız!
Mesaj Bırak