Diyarbakır’daki medrese hücrelerinin ışıkları gecenin bir vaktinden sonra sönerdi. Ancak biri hâriç. Orada kalan genç ilim yolcusu Molla, geç yatar, sabah vakti de arkadaşlarıyla kalkar, çalışmalarını sürdürürdü.
Medrese talebesi, yine böyle geç bir vakitte dersine çalışırken, dışarıda korku ve heyecanla titreyen bir kız vardı. Genç kız lambası yanan hücre kapısını, ses çıkarmadan araladı, içeri girerek girişte bir yere ilişti.
İlk önce fark etmedi talebe. Ancak bir öksürük sesiyle içeride bir yabancının, üstelik bir bayanın varlığını hissedince çok şaşırdı.
Gidip hocasına mı haber verseydi, arkadaşlarını mı çağırsaydı, kendisi odadan mı çıksaydı yoksa kızı mı çıkarsaydı? Hiçbirini yapmadı. Kalktı kendi yatak ve yorganını aşağıya serdi ve hiçbir şey söylemeden dersinin başına geçti.
Kız önce bekledi, sonra da usulca yorganı her tarafına sardı ve uzanmadan sırtını duvara verdi. Zaman zaman gözkapaklarına yenik düşse de, sabaha kadar uyuyamadı.
Genç molla elinde kitap dersine çalışırken, zihnini toparlayamıyordu. İçeride bir genç kızın varlığı çok sıra dışı ve nefsanî duygularını harekete geçiren bir durumdu. Karmakarışık duygular yaşıyordu. O da bu duygularla sabaha kadar yatamadı.
…
Gece genç kızın dikkatini bir şey çekti. Dâvetsiz misâfir olarak bulunduğu hücrenin sâhibi genç ilim yolcusu, ara sıra parmağını yanmakta olan muma götürüyor, çok kısa bir müddet tuttuktan sonra geri çekiyordu. Buna gece boyunca defalarca şâhit oldu.
Ertesi sabah kız hiçbir şey söylemeden ayrıldı. Ancak öğleye doğru askerler eşliğinde çok kalabalık bir heyet medreseye geldi. Gelenlerin arasında akşamki kız da vardı. Korktu. Acaba bir iftirâya mı mâruz kalacaktı?
Kızın kendisini uzaktan işâret etmesi üzerine heyet, hücresine doğru yöneldi.
Güzel giyimli, iri yarı olan biri sempatik görünmeye çalışarak sordu:
-Bu kız akşam geldi mi buraya?
-Evet!
-Peki ne oldu anlatır mısınız?
Genç âlim her şeyi anlattı.
Dinleyen kişi şaşkınlık ve hayranlık içindeydi.
Adam, talebenin parmağına bakarak sordu:
-Peki parmağınıza ne oldu, niçin sarmışsınız?
Genç açıklamak istemedi:
-Bu sizinle ilgili bir durum değil.
-Olsun açıklamanı ricâ ediyorum.
-Kusura bakmayın ama siz kimsiniz?
-Evet özür dilerim, kendimi tanıtmadım. Ben bu şehrin vâlisiyim, bu da benim kızım. Dün kızım evdeki bir tartışma sonucu kızarak ayrıldı ve biz onun adına çok korktuk. Oysa sizin misâfiriniz olmuş. Onu burada ağırladığınız için teşekkür ederim. Ancak parmağınızdaki sargıyı merâk ettim. Açıklarsanız seviniriz…
Genç mecbur kaldı açıklamaya:
-Gece boyunca kızınız benim odamdaydı.
Ben dersime çalışıyordum ama aklıma bir şey girmiyordu. Nefis ve şeytan bana: “İşte gece, karanlık, seni gören kimse yok ve genç bir kız senin yatağında, ne duruyorsun?” diye hep harâmı hatırlatıyordu.
Ben ise Allâh’a, âhirete ve hesâba inanıyordum.
Bana sığınan bu mâsuma zarar vermemem gerektiğine inanıyordum.
Öğrendiklerime, bu mekânın kudsiyetine ihânet etmemem gerektiğine inanıyordum.
Ve ne zaman ki bu düşünceler zihnimi doldursa hemen parmağımı ateşe tutuyor, dayanabildiğim kadar tutuyordum. Acı artınca da çekiyordum.
Parmağım yara oldu, onun için ben de sardım…
Dinleyenler hayret ve takdir hisleriyle gence baktılar.
Vâli söz aldı:
-Herkes şâhid olsun ki, bu güzel davranışından dolayı, ben de kızımı bu gence veriyorum.
Genç Molla îtirâz etti:
-Kabûl edemem efendim!
Çevredekiler bir anlam veremedi:
-Nasıl kabûl etmezsin? Böyle bir fırsat kimin eline geçer?
-Bana değil vâli, pâdişâhın kızı da verilse, ilim tahsîlimi yarıda kestirecek bir evliliği kabûl edemem. Benim için ilim her şeyin üstündedir…
Ve ilim tahsîline devâm etti. Büyük bir âlim oldu…
Ekim 2020, sayfa no: 40-41
Abone Ol
En son haberleri doğrudan gelen kutunuza alın. Asla spam yapmayız!
Mesaj Bırak