Ara

‘Geleneksel Tıp’a Nasıl Bakmalı? / Dr. Ziya Dolaş

‘Geleneksel Tıp’a Nasıl Bakmalı? / Dr. Ziya Dolaş

Dünyâda olduğu gibi Türkiye’de de sağlık sistemi bir çıkmaza girmiş durumda. Yapılan devâsâ hastaneler, artan poliklinik sayısı ve kullanılan ilaç sayısı her geçen gün artmasına rağmen paradoksal olarak hasta sayısı da artmaktadır. ‘Tıbbî hizmetlere ve ilaçlara ulaşımın zor olması sağlık problemlerine yol açar’ ön kabûlü âdetâ tepetaklak olmuş durumda. Her evde torbalar dolusu ilaç mevcut, herkesin âile hekimi var ve âcil servisler 7/24 hizmet veriyor ama tam anlamıyla tedâvi olan insan sayısı neredeyse yok gibi. Tüm bu tablo hâkim sağlık sisteminde ciddî problemlerin olduğunu gösteriyor. Biz bu problemlerden sâdece biri olan mevcut tedâvi metotlarını irdeleyeceğiz.

1800’lü yıllarda kimyâ, fizik, biyoloji vb. birçok alanda müthiş ilerlemeler kaydedildi. Bu durum bir multidisipliner alan olan tıbbı çok etkiledi. Materyalist felsefenin bilime hâkim olmasıyla insan dâhil her şey sâdece moleküllerden ibâret görülüp tedâviler öyle planlandı. Bazı hastalıklarda ciddî başarılar da elde edildi. Ama günün sonunda anlaşıldı ki bu perspektif, insan gibi kompleks bir sanat eseri için çok çok yetersiz kalıyor.

‘Modern tıp’ diye tâbir edilen teknoloji ve kimyâya bağlı tıp, günümüzde artık ciddî mânâda sorgulanıyor. Yaklaşık 200 yıllık tecrübe ve bilimsel araştırmalar gösterdi ki insanın beden, ruh, zihin ve mânevî boyutu berâber ele alınmazsa tedâvi başarısı çok azalır. Modern tıp teorik olarak insana bütüncül baktığını söylese de pratikte sâdece bedeni tedâvi etmeye kalkışıyor.

 Verem gibi tek faktörlü hastalıklarda ve âcil durumlarda modern tıbbın teknolojiye de bağlı olarak başarılı olduğu yadsınamaz. Çünkü tek faktörlü hastalıklarda ve âcil durumlarda basit bir sebep-sonuç mantığı var. Dolayısı ile ilaç ve aşılarla tedâvi edebilirsin. Ama kronik hastalıklarda mesele bu kadar basit olmadığı gibi tedâvi de çok yönlü olmalıdır.

Kronik hastalıklardaki tedâvi başarısızlığı insanları farklı seçeneklere yönlendirmiştir. Binlerce yıldır kullanılan metotlar tekrar gündem olmuş durumda. Yaklaşık son 50 yıldır giderek artan bir ilgi ile ABD ve Avrupa’da geleneksel tedâviler her açıdan ele alınmış ve kliniklerde uygulanagelmiştir.

Ülkemizde ise 2014 yılında Geleneksel ve Tamamlayıcı Tıp (GETAT) Yönetmeliği çıkmış olup 15 uygulama yer aldı. Bu uygulamalar; akupunktur, ozon, fitoterapi (bitkisel tedâviler), apiterapi (arı ve ürünleri ile tedâvi), hiriduterapi (sülük), hacamat, müzikterapi, hipnoz, refleksoloji, larva, osteopati, proloterapi, kayropraktik, homeopati ve mezoterapidir. Genelde merdiven altı olarak, ehil olmayan kişilerce uygulanan birçok uygulama sâdece hekimlerin uygulayabileceği şekilde düzenlenmiş olup bu durum halk sağlığı açısından ciddî bir kazanımdır. Şu an Türkiye’de Sağlık Bakanlığı onaylı eğitim alıp sertifika alan her hekim ilgili tedâvileri yapabilmektedir.

Şunu da hemen ifâde etmek gerekir ki tüm bu geleneksel ve tamamlayıcı tedâvilerin, mevcut standart tedâviye ek olarak uygulanması gerektiği yönetmelikte özellikle ifâde edilmiş. Hiçbir hekim de ‘ilaçların hepsini at gel bunları uygulayalım’ demez, dememeli de.

Migren, hipertansiyon, diyabet, obezite, depresyon, alzheimer, parkinson, demans, pleji, uyku bozuklukları, otizm, epilepsi, infertilite, kanser, allerjik hastalıklar, hazımsızlık problemleri, kronik kansızlık, koah, astım, ülseratif kolit, kabızlık, reflü, dikkat eksikliği hiperaktivite bozukluğu… maalesef saymakla bitmeyecek kadar kronik hastalık vardır. Hem hasta hem de hastalık sayısı günden güne artmaktadır. Tüm bu hastalıklar istisnâları olmakla berâber birkaç kimyâsal ilaçla tedâvi edilmeye çalışılıyor. Hastasının bedensel, ruhsal, zihinsel ve mânevî yönünü dikkate alıp tedâvi etmesi gereken hekim, hastasına sâdece reçete yazmakla yetiniyor. Çünkü hekimler ilaç eğitimi üzerinden devâm eden bir sürecin sonunda sahaya çıkıyorlar.

Beslenme gibi insan için olmazsa olmaz bir fenomen, tıp fakültelerinde maalesef öğretilmiyor. Halbuki ilk insandan beri beslenmenin sağlık üzerindeki etkisi biliniyor ama modern tıp eğitiminde buna hiç yer verilmiyor. Bu da hekimleri sâdece reçete yazmaya iten sebeplerden birisidir.

Türkiye’de hekimler arasında hastalıklara bütüncül bakan, modern ve geleneksel tüm metotları önyargısız kullanan bir grup hekim zamanla oluştu. Bu çok sevindirici bir gelişmedir. Gün geçtikçe GETAT uygulamaları ile ilgili bilimsel çalışmalar, kongreler ve araştırmalar artmakta ve mevcut tedâvilere eklenmektedir.

Modern tıp ve geleneksel tıp çekişmesi yapmak çok anlamsızdır. Tüm uygulamalara önyargısız yaklaşıp neyi nerede ne zaman kullanacağımızı bilirsek bu ikilemi yaşamayız. Akut ve âcil durumlarda modern ilaçlar çok etkili olup hayâtî öneme sâhip olabilir. Ama aynı başarı kronik hastalıklarda yoktur. Bu durumda geleneksel ve tamamlayıcı tedâvilerden faydalanmak her hastanın ve hekimin hakkıdır. Sözgelimi migren gibi insanların hayâtını çok zorlayan bir hastalıkta standart ilaçların etkisinin sınırlı olduğu biliniyor. Halbuki bu hastalarda akupunktur tedâvisi çok faydalı ve 5000 yıldır kullanılmaktadır. Yoğun bakımlarda ve servislerde müzik terapiden yararlanılabilir. Astım ve koah’ta apiterapi ve fitoterapiden destek alınabilir. Bu örnekleri çoğaltmak mümkündür.

Hastanelerde geleneksel ve tamamlayıcı tıp üniteleri arttıkça, insanlar merdiven altı yerlere gidip sağlıklarını riske atacaklarına buraları tercîh edeceklerdir. Aşırı betonlaşma, çevre kirliliği, yeşilin azalması ve yiyeceklerin sağlıksız olmasının insanları geleneksele yönlendirdiği açıktır. Bundan tıp da nasîbini almıştır. Geleneksel tıp metotlarına ilgi her geçen gün artmaktadır. Bu toplumsal talebi yönetmek kamu otoritesinin ve hekimlerin görevidir.

Bu aşamada vatandaşlara da çok iş düşmektedir. Duyduğu, olur olmaz her şeyi uygulamaması ve konuya hâkim bir hekime muayene olmadan kafasına göre bir tedâvi almaması gerekmektedir. Kendi tedâvisini bırakıp, internetten gördüğü veya çevreden duyduğu bir uygulamayı tedâvi niyetiyle kafasına göre yapan birçok kişiye rastlanıyor. Bu durum hastalığı daha da arttırmaktadır. Her tedâvinin yan etkisi olup ‘doğal olan zararsızdır’ algısı doğru değildir. Çok zehirli hattâ öldürücü bitkiler olabiliyor. Dolayısıyla bilip bilmeden kesinlikle kullanmamak gerekmektedir. Geleneksel ve tamamlayıcı tıp yöntemleri yerinde kullanılınca çok güzel sonuçlar elde edildiği gibi yanlış kullanımları sonucu ciddî yan etkileri de oluşmaktadır.

Aşırı uçlar her zaman tehlikelidir. ‘Doğal ve geleneksel olan her şey daha iyidir, başka bir tedâviye gerek yok’ düşüncesi ne kadar yanlışsa, ‘modern tıp her şeyin üstesinden geliyor, bilim çok ilerledi, eski tedâvilere ihtiyaç bulunmamaktadır’ düşüncesi de o kadar zararlıdır. Çünkü binlerce yıl boyunca milyonlarca insanın kullandığı ve kadîm hekimlerce titizlikle kitaplara geçirilen tedâvilerin, modern bilimsel çalışmalarla da faydalı oldukları gün yüzüne çıkıyor.

GETAT uygulamaları kronik hastalıklarda kullanıldıkça kamu ve bireysel sağlık harcamaları azalacaktır. Çünkü hastalar fayda gördükçe daha az ilaç kullanacak (hekimin tavsiyesi ile olmalı) ve poliklinik başvuru sayısını azaltacaktır. İlaç ve diğer sağlık mâliyetleri gün geçtikçe artıyor, bu durum insanların ceplerini ve devlet bütçelerini ciddî mânâda zorlamaktadır. Vatandaşların GETAT’a olan talebi düzgün yönetilirse kamu sağlık harcamalarının, hastanelerde geçen sürenin ve sağlık algısının pozitif yönde etkileneceği tahmîn edilebilir.

Özetleyecek olursak; geleneksel ve tamamlayıcı tıp uygulamalarının birçok kronik hastalıkta etkili olduğu bilimsel olarak kabûl gören bir gerçektir. İnsanlar gün geçtikçe bunlardan haberdâr olup bu metotları talep ediyorlar. Kronik hasta ve hastalık sayısı giderek artmaktadır. Süreç iyi yönetilirse hem daha az mâliyetli hem de daha etkili bir orta yol bulunmuş olur ümîdindeyiz.

Allah şifâ versin…

Haziran 2025, sayfa no: 64-65-66

Abone Ol

En son haberleri doğrudan gelen kutunuza alın. Asla spam yapmayız!

Sosyal Medya Hesapları

Mesaj Bırak