“İnsanlar, imtihandan geçirilmeden, sâdece «Îmân ettik» demeleriyle bırakılıvereceklerini mi sandılar?”1 Hiç şüphesiz bütün insanların varlık amacı imtihandır. Her bir ferdin imtihânı inancına, sosyal statüsüne, coğrafyasına, ortamına, dönemine ve şartlarına göre farklılık arz etmektedir. Kâfirle mü'minin, zenginle fakîrin, âmir ile memurun, işçiyle işverenin imtihânı aynı olmayacağı gibi Peygamberden haberdâr olanla olmayanın da aynı olmayacaktır. Sonuç olarak farklı da olsa herkes yaşam boyu sürekli imtihandadır. Ya kazanacak ya da kaybedecektir.
Biz mü'minlere hidâyetiyle îman nasîb eden Rabbimiz, îmânımızı korumamız ve îmânımızın gerekleriyle amel edip etmememiz hususlarında bizi imtihan edecektir. Arzettiğimiz âyette buna işâret edilmektedir. Sâdece îmân ettim demek yetmez. Önce bu nîmetin farkında olmak, sonra da bu nîmetin şükrünü edâ etmek gerekir. Rabbimizin; “(Onlar şöyle yakarırlar:) Rabbimiz! Bizi doğru yola ilettikten sonra kalplerimizi eğriltme. Bize tarafından rahmet bağışla. Lütfu en bol olan Sensin.”2 âyetinde ve benzer âyetlerde dikkatlerimize sunulması, sevgili Peygamberimizin de duālarında Allah'tan hidâyette devamlılık istemesi3 bu konunun ne kadar önemli olduğunu vurgulamaktadır.
Mü'minler, amelî konularda olan imtihanlarını kaybetseler bile tevbe ve istiğfarla toparlanmaları ve affedilmeleri mümkündür. Ancak eğer imtihan îmânî bir konudaysa işte o zaman işin rengi değişir. İşi toparlamak güç bir mecrâya evrilebilir. Meselâ Kâbil’in, Allâh'ın Hâbil’in adağını kabûl etmesine itirâz edip savrulması, kezâ şeytānın Allâh'ın secde edin emrine kendince gerekçe bulup bütün yaptıklarını resetleyip tepetaklak olması bu konunun en bâriz örneklerindendir.
Biz âhir zaman mü'minlerinin imtihânı daha ağırdır ve doğrudan îmânı ilgilendirmektedir. "Kıyâmetten hemen önce karanlık gecenin parçaları gibi fitneler olacaktır. Kişi o fitnelerde mü'min olarak sabaha erer, akşama kâfir olur; mü'min olarak akşama erer, sabaha kâfir çıkar. O fitnede oturan, ayakta durandan hayırlıdır. Yürüyen koşandan hayırlıdır. Öyleyse yaylarınızı kırın, kirişlerinizi parçalayın, kılıçlarınızı da taşa vurun. Sizden birinin evine girerlerse, Hz. Âdem'in iki oğlundan hayırlısı olsun (ölen olsun, öldüren değil)."4 Sevgili Peygamberimizin haber verdiği fitne dönemini sanki bütün çıplaklığıyla yaşamaktayız. Etrâfımızda mü'min-muvahhid bildiğimiz birçok kimsede ciddî anlamda değişim görmekteyiz. İnanç olarak küfrünü ya da irtidâdını izhâr etmese de yorumları, olaylara yaklaşımları, helâli haram, harâmı helâl görmesi, günahları kanıksaması, bu değişim ve dönüşümün en büyük delîlidir. Artık mızrak çuvala sığmıyor ve artık bıçak îmâna dayanmıştır.
İşte bıçağın Îmâna dayandığı konuların başlıcalarını dikkatlerinize arz ediyorum. Bu konularla hemen hemen bütün mü'minler muhâtap hâle gelmişlerdir.
Ana-baba, evlat, akraba isteklerinin Allâh'ın isteklerinin önüne geçmesi ve tercîh edilmesi: Artık mü'minler yukarıda saydıklarımızın arzularını Allâh'ın arzularına rağmen tercîh edebilmektedirler. Çocuğumu kıramadım, falancayı kıramadım diye Allâh'ın haram kıldığı fiilleri rahat bir şekilde işleyebilmektedirler. İşin garip tarafı bunu yaparken mücâdele bile vermemektedirler. Bu da îmânî anlamda bizleri sıkıntıya sokmaktadır. “De ki: Eğer babalarınız, oğullarınız, kardeşleriniz, eşleriniz, hısım-akrabânız, kazandığınız mallar, kesâda uğramasından korktuğunuz ticâret, hoşlandığınız meskenler size Allah'tan, Resûlü'nden ve Allah yolunda cihâd etmekten daha sevgili ise, artık Allah emrini getirinceye kadar bekleyin. Allah fâsıklar topluluğunu hidâyete erdirmez.”5
Korkular, Endîşeler, Fobiler: “Andolsun ki sizi biraz korku ve açlık; mallardan, canlardan ve ürünlerden biraz azaltma (fakirlik) ile deneriz. (Ey Peygamber!) Sabredenleri müjdele!”6 Rabbimizin işâret ettiği bu imtihan türleri belki her dönem vardı. Ancak günümüzde hayâtımızda daha net olarak görülmektedir. Özellikle korkular! Gelecek korkusu, fakirlik korkusu, kaybetme korkusu, ölüm korkusu, ne olacak benim ve çocuklarımın geleceği? Gibi korkular birçok mü'minin haramları meşrû mâzeret olmadan işlemelerine ve kendilerince meşrû görecek şekilde yorumlamalarına sebep olmaktadır. Meselâ fâizle ilgili konularda “günümüzde bu olur mu” gibi ifâdeler, fâizi meşrû görme çabaları bu korkunun sonucudur.
Helâl kazancın, helâl lokmanın, kul hakkına riâyetin önemini kaybetmesi bu konulara dâir îmânî bakış açımızı kaybetmemizden kaynaklanmaktadır. Bu konulara, çağdaş dünyâda hâkim olan kapitalist bakış açısıyla bakıp yorumluyoruz. Âyet-i kerîmede geçen diğer maddelerde de durum farklı değildir. Bu anlamda özellikle fâizle ilgili âyette Allah (cc) olayı direkt îmanla ilintileyerek bizi uyarmaktadır: “Ey îmân edenler! Allah'tan korkun. Eğer gerçekten inanıyorsanız mevcut fâiz alacaklarınızı terkedin. Şâyet (fâiz hakkında söylenenleri) yapmazsanız, Allah ve Resûlü tarafından (fâizcilere karşı) açılan savaştan haberiniz olsun. Eğer tevbe edip vazgeçerseniz, sermâyeniz sizindir; ne haksızlık etmiş ne de haksızlığa uğramış olursunuz.”7
Asabiyet, ırkçılık, milliyetçilik, kavmiyetçilik ve ulusçuluğun üstünlük sebebi sayılması: Hucurât sûresi 13. âyetinde Rabbimiz şöyle buyuruyor: “Ey insanlar! Doğrusu Biz sizi bir erkekle bir dişiden yarattık. Ve birbirinizle tanışmanız için sizi kavimlere ve kabîlelere ayırdık. Muhakkak ki Allah yanında en değerli olanınız, O'ndan en çok korkanınızdır. Şüphesiz Allah bilendir, her şeyden haberdardır.”8 Allah (cc) anlayacağımız bir dille bize; “sülâlenizi, soyunuzu sopunuzu, annenizi, babanızı, dilinizi, renginizi, coğrafyanızı, ulusunuzu Ben seçtim. Sizin bu konuda hiçbir dahliniz yoktur. Dolayısıyla hiçbiriniz Benim seçtiğim bu özelliklerinizden dolayı kendinizi üstün göremezsiniz. Başkalarını da hor göremez, kınayamazsınız. Ben üstünlüğü takvâya verdim. Kim takvâ üzereyse Benim katımda üstün olan odur.” demektedir.
Allâh'ın bu ölçüsüne ilk itiraz şeytandan geldi ve üstünlüğünü Allâh'ın onu yarattığı yaratılış unsuruna verdi. Savruldu. Kâfir oldu. Helâk oldu. Maalesef şeytānın aveneleri insanın en kırılgan olan üstünlük dürtüsünü tamâmen milliyetçilik üzerinden kaşımakta ve en mütedeyyin kimselerin bile ayaklarını kaydırabilmektedirler. Mesele ırk, kavim meselesi olunca genelleme yapılmakta ve amalar, fakatlar birbirini tâkip etmektedir. Üzülerek belirtelim ki en çok bu konuda îman ölçülerinin dışına çıkılmakta ve sevgili Peygamberimizin câhiliye kalıntısı dediği asabiyet bakışı tercîh edilmektedir.
Farzların farziyetine ve haramın haramlığına îmân etme bilincinin kaybolması: Ehl-i Sünnet inancımıza göre bir mü'min farzın farz oluşuna, haramın da haramlığına îmân etmek zorundadır. Bundan dolayı bir kimse farzın farziyetini, haramın haramlığını inkâr ederse kâfir olur. Dinden çıkar.
Farzların ihmâl, haramların ihlâl edildiği bir dönemde artık haramlar sorgulanmaktadır. Niçin ve neden soruları sorulmakta ve îman sınırları zorlanmaktadır.
Şunu da ilâve etmekte fayda vardır: Emir ve yasakların hafife alınması, alay konusu edilip dalga geçilmesi de küfür sebebidir. Yâni kişiyi îman dâiresinin dışına çıkarır. Hattâ bırakın bir mü'minin dînin emir ve yasaklarını hafife almasını; hafife alanları dost edinmesi bile yasaklanmıştır. “Ey îmân edenler! Sizden önce kendilerine Kitap verilenlerden dîninizi alay ve oyun konusu edinenleri ve kâfirleri dost edinmeyin. Allah'tan korkun; eğer mü'minler iseniz.”9
Peygamber Efendimizin (sav) sünnetinin teşrî' yönünü inkâr: Edille-i Şeriyye'nin aslî delîlleri; kitap, sünnet, icmâ ve kıyastır. Buradaki sünnetten; fukahânın kullandığı anlam ve literatürümüzde muhaddislerimizden Sünen sâhiplerinin söyledikleri gibi, Peygamberimizin Din adına verdiği hükümler kastedilmektedir. Bu anlamda Peygamber Efendimize Allah tarafından şârî olma yâni hüküm koyma özelliği verilmiştir.10 Sevgili Peygamberimiz de birçok konuda hüküm vermiştir. Altını erkeklere haram kılması gibi. Bu ve benzeri konularda verdiği hükümler bağlayıcıdır. Her mü'minin buna îmân etmesi, bunu kabûllenmesi ve onunla amel etmesi gerektiğini Rabbimiz bildirmektedir. “Hayır, Rabbine andolsun ki aralarında çıkan anlaşmazlık husûsunda seni hakem kılıp sonra da verdiğin hükümden içlerinde hiçbir sıkıntı duymaksızın (onu) tam mânâsıyla kabûllenmedikçe îmân etmiş olmazlar.”11
Başka bir âyet-i kerîme'de ise bu konuda şöyle emretmektedir: “Allah ve Resûlü bir işe hüküm verdiği zaman, inanmış bir erkek ve kadına o işi kendi isteklerine göre seçme hakkı yoktur. Her kim Allah ve Resûlüne karşı gelirse, apaçık bir sapıklığa düşmüş olur.”12 Durum bu kadar açık, net ve ortada iken hâlâ Peygamberimizin sünnetini devre dışı bırakıp Allâh'ın kitâbına kendi hevâsına göre yorum yapanların îman problemi var demektir.
Hevâ ve Arzuların Allâh'ın Emirlerine Tercîh Edilmesi: Bir mü'minin nefsini Allâh'ın emirlerine uydurması zorunludur. Allah ne istiyorsa öyle yapmalıdır. Düşünce, eylem, söylem, bakış, görüş ve hayâtının her alanında; sanatta, sporda, siyâsette vs. Allâh'ın istediğini yapmakla mükelleftir. Şâyet herhangi bir konuda Allâh'ın isteğine değil de hevâsına tâbi olursa o zaman hevâ ve arzularını ilâhlaştırmış olur. “Kötü duygularını kendisine tanrı edinen kimseyi gördün mü? Sen (Resûlüm!) ona koruyucu olabilir misin?”13 İşte günümüzde en çok îman krizinin yaşandığı noktalardan birisi de burasıdır. Mü'minlerin birçoğu Allâh'ın istediği gibi bir yaşamı değil arzularına göre bir yaşam tarzını tercîh etmektedirler.
Sonuç olarak, fitnelerin kaynadığı bu âhir zaman dilimini iliklerimize kadar hissettiğimiz gibi, fitne bıçağının îmânımıza dayandığını da müşâhede ediyoruz. Ne var ki mü'min kor parçası hâline gelse de îmânını kaybetmemek için çırpınmak zorundadır. Yukarıda saydığımız konular ve benzerlerinde ya îmânımıza sarılırız ya da -Allah muhafaza etsin- savrulur helâk oluruz.
Dipnotlar:
1 Ankebût 29/2
2 Âl-i İmran 3/8
3 Müslim, Hadis no;2721
4 Ebû Dâvûd, Fiten 2, (4259, 4262); Tirmizî, Fiten 33, (2205).
5 Tevbe 10/24
6 Bakara 2/155
7 Bakara 2/278-9
8 Hucurât 49/13
9 Mâide 2/57
10 Bkz. A'raf /157
11 Nisâ 4/65
12 Ahzab 33/36
13 Furkân 25/43
Ağustos 2024, sayfa no: 16-17-18-19
Abone Ol
En son haberleri doğrudan gelen kutunuza alın. Asla spam yapmayız!
Mesaj Bırak