Ara

Fısıltılarını Duyuyor Musunuz? / Elif E. Bayraktar

Fısıltılarını Duyuyor Musunuz? / Elif E. Bayraktar

Biz, onlardan önce nice insan nesillerini yıkıma uğrattık; (şimdi ise) onlardan hiçbirini hissediyor veya onların fısıltılarını duyuyor musun? (Meryem, 98.)

 

İnsanın dünyâ şartlarında başına ne zaman ne geleceği, ne yaşayacağı belli değil. Korunmasız bir varlık olan insan, ummadığı bir anda ânî bir tehlike ile karşılaşabilir, yaşadığı olay sonucunda bedensel kayba uğrayabilir. Bu yüzden insanın, kendisinde güç görerek Yaratıcısına karşı büyüklenmeye kalkışmasının çok akılsızca olacağı açık. İnsana sâhip olduğu tüm imkânları ve özellikleri veren Yüce Allah’tır ve dilerse tümünü geri alabilir.

Yüzlerce tehlikeyle birlikte yaşıyoruz. Göktaşları, karadelikler, kuyruklu yıldızlar, dünyânın derinliklerine inildikçe binlerce derece sıcaklıkta magma tabakası… Ayrıca koruyucu bir tabaka olduğu halde, fırtınalar ve tayfunlar gibi yıkıcı sonuçlara yol açabilen doğa olaylarının gerçekleştiği atmosfer…

Dünyâda can ve mal kaybıyla sonuçlanan depremler, yanardağ patlamaları, seller, yangınlar kısa bir süre içinde bir kenti, orada yaşayan tüm canlıları yok edebilir, büyük hasarlara neden olabilir.

Her olay sebep-sonuç ilişkisi içinde, akla uygun bir şekilde yaratılır. Tüm doğa olaylarının akla uygun/bilimsel bir sebebi ve açıklaması vardır. Meselâ depremin, fay hatlarının bulunduğu yerde gerçekleşmesi gibi.

Elbette Allâh’ın bu olayları sebepsiz olarak da yaratmaya gücü yeter. Olaylar sebep-sonuç ilişkisiyle yaratıldığındandır ki bazı insanlar yaşananları, Allah’tan bağımsız olduğunu zannettikleri sebeplere bağlarlar. Oysa her doğal felâketi Allah yaratır ve hepsi insanlar için bir uyarı niteliği taşır. Tümü, Allâh’ın insanlar üzerindeki rahmetindendir. Allah, böylece insanlara âcizliklerini ve Kendisini hatırlatır.

Yaşananlar, içinde bulundukları gaflet hâlinden kurtulmaları, büyüklenmekten vazgeçerek Allâh'ın dosdoğru yoluna girmeleri ve dünyâya tutkuyla bağlanmamaları için insanlara tanınan birer fırsattır.

İnsan, Allâh'ın dilemesi ile gerçekleşen felâketler karşısında ne kendisine ne de çevresindekilere yardıma güç yetirebilir. Her şey elinde olan Allah'tan başka zarar verecek ya da yarar sağlayacak kimse yoktur.

Târih, disiplinli ve güçlü askerî-bürokratik sistemlere sâhip ve bulundukları coğrafyada iktidar sâhibi olan ya da üstün mîmârî özelliklere sâhip kentlerde yaşayan ancak doğal âfetlerle yok edilmiş toplumlarla doludur. Bu kavimler büyüklenmiş, sâhip olduklarını Allâh'ın vermiş olduğunu kabûllenmemiş ve inkârları nedeniyle helâk edilmişlerdir.

Arkeolojik araştırmalar sonucu ortaya çıkarılan bilimsel bulgular, Kur’ân kıssalarının ‘ibretlik’ özelliğini daha da açık bir biçimde gösterir. Allah, "yeryüzünde gezip dolaşılması" ve "öncekilerin uğradıkları sonun anlaşılması" gerektiğini haber verir.

Toplumların teknolojik yönden ulaşmış oldukları düzey ve imkânları, Kur’ân âyetlerinde de haber verildiği üzere, hiçbir önem taşımaz. Bunların hiçbiri hiç kimseyi, üstün, kuvvetli, güçlü, mağlûb edilmesi mümkün olmayan, gâlip olan Allâh'ın azâbından kurtaramaz.

Deprem, sel, fırtına gibi olaylara karşı alınan tüm tedbirler fiilî birer duâdır. Ancak yalnızca tedbirlere güvenerek, Allâh’ın sonsuz gücünü görmezden gelmeye çalışmak hatâ olur. Aldıkları tedbirlere güvenen ve kendilerinde güç gören kavimler, öğüt almak için birer örnektir.

Gönderilen tüm peygamber ve resuller kavimlerine Allâh’ı, ölümü, hesap gününü, âhireti hatırlatmış ve onları Allâh'ın azâbına karşı uyarmışlardır. Ancak gönderildikleri kavimler onları yalancılıkla, çıkar elde etmeye çalışmakla ya da üstünlük arayışı içinde olmakla suçlamış ve onların anlattıklarını düşünmeden, onlardan öğüt almadan kendi sistemlerini devâm ettirmişlerdir. Hattâ büyük bir kısmı daha da aşırı giderek mü’minleri öldürmeye veya yurtlarından sürmeye çalışmıştır. Îman ve itâat eden mü’minlerin sayısı ise her defasında çok az olmuş, Allah yalnızca resûlünü ve berâberindeki inananları kurtarmıştır.

Aradan binlerce sene geçmesine rağmen sözü edilen toplum yapısında ve inkâr sisteminde pek bir şey değişmedi. Günümüzde, Sodom ve Gomore kentlerindekine benzer hattâ daha da aşırı sapkınlıklar yaşayan, sayısı oldukça fazla "Lût Kavmi" var. Semûd Kavmi gibi tartıda adâletsizlik yapan, Sebe ve İrem Halkı gibi Allâh'ın nîmetlerine karşı nankör, Nûh Kavmi gibi dîne ve mü’minlere karşı alaycı, Âd Kavmi kadar adâletten sapmış toplumlar oldukça fazla sayıda.

Geçmiş kavimlerin hepsinin ayrı ayrı helâk sebepleri var. Yaşadığımız dönemde ise bu çirkin davranışların hepsi fazlasıyla görülüyor. O sebeple bu dönemde imtihan da çok olur, azâbı da. Helâk edilen her kavim bu döneme bir delîl olarak var. Bunlar çok önemli işâretler...

Kur’ân’ın bu toplumları hatırlatmasındaki amaç, kuşkusuz târih bilgisi vermek değil. Kıssalar "ibret" alınması için anlatılır ki helâk olanların yaşadıkları, arkalarından gelenleri doğruya yöneltsin.

İnsana aczini ve çâresizliğini gösteren Allâh’ın uyarılarından ders çıkaran ‘temiz akıl sâhipleri’, Allâh'ın büyüklüğünü kavrayıp takdîr etmeye çaba gösterirler. İçleri titreyerek Allah'tan korkarlar ve Rabbleri karşısındaki âcizliklerini sık sık vurgularlar. Çünkü ne övünülen servetler ne hiç bitmeyeceği zannedilen hayatlar, ne güç ve servetleri ile övünen insanlar ve ne de fısıltıları kalmıştır.

... "Rabbim… İçimizdeki beyinsizlerin yaptıklarından dolayı bizi helâk edecek misin? O da Senin denemenden başkası değildir. Onunla Sen dilediğini saptırır, dilediğini hidâyete erdirirsin. Bizim Velîmiz Sensin. Öyleyse bizi bağışla, bizi esirge; Sen bağışlayanların en hayırlısısın." (A'râf, 155.)

Abone Ol

En son haberleri doğrudan gelen kutunuza alın. Asla spam yapmayız!

Sosyal Medya Hesapları

Mesaj Bırak