Ara

Fiillerimizdeki Tercihlerimiz Kaderimizdir

Prof. Dr. Ali Çelik   İslâm inancının temel kavramlarından biri de Kazâ ve Kader inancıdır. Bu inancın hayâtımızda ne derece önemli bir yeri olduğu izahtan vârestedir. Hayâtımızda karşılaştığımız ve özellikle bize sorumluluk yükleyen her durumu kaderin bir tecellîsi olarak kabûl eder ve kendimizi sorumluluktan kurtarmanın yollarını ararız. Öncelikle şunu ifâde etmeliyiz ki, Kazâ ve Kader inancı bizim “Allah inancımızla” doğrudan ilgilidir. Kazâ ve Kader’in delâlet ettiği anlam, Allâh’ın esmâ ve sıfatlarıyla birlikte düşünülerek anlaşılabilir. “Kur’ân'da bütün nesne ve olayların belli bir düzen içinde gerçekleşmesi ilâhî sıfatlarla irtibatlandırılır. Bunlar ilim, irâde ve kudret gibi zâtî; yaratma, yaşatma, öldürme, hidâyete erdirme, saptırma gibi fiilî sıfatlardır. Kaderle yakından ilgili olanların başında ilim sıfatı gelir. Allah gaybı bilir, ilmi herşeyi kuşatmıştır, göklerde ve yerde olanlara, gizli açık her şeye vâkıftır; insanların açıkladıklarından ve kalplerinde sakladıklarından haberdârdır.”1 Allâh’ın İlim sıfatı, İrâde sıfatı, Tekvin/yaratma sıfatı kader konusunun anlaşılmasında bilinmesi gereken son derece önemli konulardır. Bundan dolayıdır ki kader konusu çok boyutlu bir konu olup, anlaşılması meselesi İslâm düşünce târihi boyunca hep bir problem olarak ele alınmış, hakkında farklı görüşler beyân edilmiştir. Her düşünce sâhibi veya ekolü, probleme kendi bakış açısıyla çözüm getirmenin yollarını aramıştır. Her ne sebeple olursa olsun, Kazâ-Kader inancı konusundaki tartışmalar dün olduğu gibi bugün de Müslümanların zaman zaman gündemini işgal etmektedir. Bu konuyu fazla detaya girmeden ana hatlarıyla özetleyecek olursak; bu iki kavram ayrı ayrı ele alındığında farklı mânâlar ihtivâ etse de çok kere tek bir kavrammış gibi kabûl edilmekte ve sâdece “Kader” veya “alınyazısı/yazgı” olarak da kullanılmaktadır. Bu kullanılış biçimi halk arasında daha yaygın olanıdır. Kader lügatte “bir şeyi ölçüye göre tâyin ve tesbit etmek”2 olarak geçerken Kazâ, “hükmetmek, yapmak, tamamlamak, ölmek, öldürmek, beyân etmek, yerine getirmek, mecbûr etmek ve borcunu ödemek” gibi çeşitli mânâlara gelir.”3 Bu iki kelimenin Kelâm ilminde terim olarak kullanılışı ise şöyledir: "Kazâ; yaratılmışlar için ezelden ebede kadar geçerli olacak durumlar hakkında Allâh’ın küllî hükmünden ibârettir."4 "Kader ise; kazâya uygun olarak mümkün varlıkların birer birer yokluktan varlığa çıkmasıdır."5 Kazâ-kader meselesinde ihtilâf edilen husus kulların fiilleri noktasındadır. Kelâmî tâbirle “halk-ı ef’âl-i ibâd” meselesidir. İslâm düşünce tarihinde bu konuda genel olarak üç farklı görüş vardır: Cebriyye, Mu’tezile ve Ehl-i Sünnet (Mâturîdî-Eş’arî). a. (CEBRİYYE): İnsan fiillerinde zorunlu kader anlayışını savunur. Bu anlayışa göre insanın irâdî fiilleri dâhil her şey Allâh’ın takdiriyle ve cebren meydana gelmektedir. İnsan hiçbir seçme hürriyeti olmaksızın kaderde yazılı olanı işlemekte, fiilleri karşılığında sevâb-i kaab da cebren verilmektedir.6 b. MU’TEZİLE: Cebrriyye’nin zıddına insanın irâdesinde özgür olduğunu savunur. İnsanın hiçbir fiilinin Allâh’ın kazâ ve kaderiyle olmadığı, bilakis insanın, kendi fiilini meydana getirdiği ve buna göre de cezâ veya mükâfâtı hakettiği şeklindedir.7 c. EHL-İ SÜNNET: Orta bir yol izleyerek konuyu çözmeye çalışmışlardır. Meselâ Ebû Hanife konuya şöyle bir izah getirir: "Kulların harekât ve sükûn gibi bütün fiilleri, hakîkaten kendi kesbleri/kazançları iledir. Onların yaratıcısı ise Yüce Allah’tır. Onların hepsi Yüce Allâh’ın meşîeti/dilemesi, ilmi, kazâsı ve kaderiyledir."8der. Ancak levh-i mahfuzdaki bu yazı bir hüküm değil vasıftır.9 Böylece İmâm-ı Âzam, kazâ-kaderi Allâh’ın ilim sıfatına dayandırmakta ve hükmen yazmadığı hususlarda ise bir zorunluluk oluşturmadığını düşünerek insanın sorumluluk problemini çözmeye çalışmaktadır. Bunu “Fıkh-ı Ekber” şârihi Ebu'l-Müntehâ şöyle örneklendirir: "Meselâ: Allah; Zeyd mü'min olsun, Amr kâfir olsun diye yazmadı; böyle yazmış olsaydı Zeyd îmâna, Amr da küfre zorlanmış olurdu. Çünkü Allâh’ın vukûuna hükmettiği şey mutlaka olacaktır. Allâh’ın hükmünü geri çevirecek yoktur. Lâkin Allah; Zeyd irâdesi, kudreti ile îmânı tercih edip küfrü istememesiyle mü'min olacak; Amr da irâdesi, kudreti ile küfrü tercih edip îmânı istememesiyle kâfir olacak diye Levh-i Mahfuz'a yazmıştır." şeklinde açıklar.10 İmâm-ı Âzam yine cebrî kader anlayışını nefyetme sadedinde insanın îmân ve küfürden hâlî/boş olarak yaratıldığını, daha sonra bunlardan birini kendi irâdesiyle tercih ettiğini söylemektedir. İmâm-ı Âzam'ın yolundan giden Mâturîdîler insanın fiillerinin Allâh’ın kazâ-kaderiyle meydana geldiği, kaderin Allâh’ın ilmi olduğu ve ilmin de insanı bir şeyi yapmaya zorlamadığı görüşünü benimseyerek, “insanın fiillerinde mecbûriyeti” problemini ortadan kaldırmaya çalışırlar.11 Buna göre insanın irâdî fiilleriyle ilgili olarak Allâh’ın bir takdirde bulunması onu önceden bilip yazması anlamına gelir ve bu bilgi insanı o şeyi yapmaya zorlamaz.12   Buna göre insanın irâdî fiilleriyle ilgili olarak Allâh’ın bir takdirde bulunması onu önceden bilip yazması anlamına gelir ve bu bilgi insanı o şeyi yapmaya zorlamaz. Kaderin ilm-i İlâhî olduğunu gösteren bir rivâyet şöyledir: Bir adam Abdullah İbn-i Ömer'e (ra) gelerek: - "Ey Ebû Abdurrahman! Bir topluluk zinâ ediyor, içki içiyor, hırsızlık yapıyor ve adam öldürüyor, sonra da bunlar Allâh’ın bilgisiyle oluyor diyorlar, ne dersin?" deyince o öfkelenerek şöyle demiştir: - "Sübhânallâh! Onlar Allâh’ın ilminde olanı yapıyorlar; fakat Allâh’ın ilmi onları yaptıklarına zorlamıyor ki! Nitekim babam Ömer, Hz. Peygamber'den şöyle bir hadîs rivâyet etmiştir: "Size nisbetle Allâh’ın ilmi, sizi altında barındıran gökyüzü ve sizi üstünde taşıyan yeryüzü gibidir. Siz nasıl ki yeryüzünden ve gökyüzünden dışarı çıkamazsınız, Allâh’ın ilminden de çıkamazsınız. Yeryüzü ve gökyüzü nasıl ki sizi günah işlemeye zorlamazsa Allâh’ın ilmi de zorlamaz."13   Bu rivâyette insan fiillerinin Allâh’ın ilmi dâhilinde gerçekleştiği ve Allâh’ın bilgisinin insanları icbâr etmediği daha açık bir şekilde ifâde edilmiştir. Kısacası Mutezile insan fiillerinde kaderin payını kabûl etmezken, Cebriyye ve Ehl-i Sünnet bu payı kabûl etmektedir. Burada kaderin payı, öncesinde fiili bilmek ve kul irâde ettiğinde onu yaratmaktır. Cebriyye, fiillerinde insana hiçbir şekilde hürriyet tanımazken, Ehl-i Sünnet insanın irâde ve seçme hürriyetini kabûl etmektedir. Buna göre kulların bütün fiilleri Allâh’ın yaratması, irâdesi, hükmü, kazâ ve kaderiyledir; fakat bu hususta cebir ve zorlama yoktur. Çünkü Cenâb-ı Hak insana bir irâde vermiş ve onu isteklerinde serbest kılmıştır. İnsan bu ihtiyârını/seçme kaabiliyetini, tercih hakkını isterse iyi yola, isterse kötü yola sevkeder. Cenâb-ı Hak da onu yaratır.14 Bu kısaca şöyle özetlenmiştir: Kul kâsib’tir Allah hâlık’tır.   Durum böyle olunca Müslümana düşen, irâdesini Allâh’ın râzı olduğu şeyleri tercih etme istikâmetinde kullanmaktır. İnsanı sorumlu kılan, yaptığı tercihlerdir. Yüce Rabbimizin kullarına Peygamberler göndermesi ve onlar aracılığıyla ilâhî vahyini insanlara ulaştırmasındaki hikmet; irâdemizi doğru kullanarak doğru tercihlerde bulunmak, Allâh’ın râzı olduğu şeyleri tercih etmek ve nihâyet “kâsib” durumunda olmanın idrâki içinde olmaktır. Karşılaşılan her olumsuz durumda Kaderi ileri sürerek Cebrî bir anlayış içinde nefsimizi temize çıkarma gayretkeşliği içinde olmamaktır. Şu hakîkat unutulmamalıdır: “Allâh’ın merhameti her şeyi kuşatmıştır” (A'râf, 156); “Allâh’ın rahmeti gazabını geçmiştir.” (Müsned-i Ahmed, II,381);   “Allah kimseye zulmetmez. O çok esirgeyici ve bağışlayıcıdır.” (Enfal, 51.)   (Vallâhu a’lemu bi’s-sevâb) Dipnotlar: [1] Bkz. Bakara 2/77; Tevbe 9/78; Nahl 16/19, 23; Hucurât 49/16, 18; Talâk65/12; Yavuz, Yusuf Şevki, DİA, XXIV, s.58 , “Kader” mad. [1]İbn Manzur, Lisânü'l–Arab, VI/382–384 [1]bkz. Fîruzâbâdî, Kâmûsu'l–muhit, s.1708 [1]Cürcânî, Tarîfât(thk.Muhammed Sıddîk el-Minşâvî,Daru’l-Fazîle) s.149 [1]Cürcânî, Tarîfât(thk.Muhammed Sıddîk el-Minşâvî,Daru’l-Fazîle) s.146 [1]Minehu’r-Ravzu’l-Ezher Fî Şerhi’l-Fıkhi'l-Ekber li Aliyyü'l-Kârî,(Ta’lîk: Vehbî Süleyman Ğavcî, Dâru’l-Beşâirii’l-İslâmiiye, Beyrut,1319/1998), s.155 [1]-Ravzu’l-Ezher Fî Şerhi’l-Fıkhi'l-Ekber, s.155 [1]Ebû Hanîfe, el-Fıkhu'l-ekber, s.60 /Trc. Mustafa Öz, İmam-ı Azam’ın Beş Eseri, s.68 [1]Ebû Hanîfe, el-Fıkhu'l-ekber, s.59 /Trc. Mustafa Öz, İmam-ı Azam’ın Beş Eseri, s.67-68 [1]Ebu'l-Müntehâ, Şerhu'l-Fıkhi'l-Ekber, (thk. Dr. Ahmed Hâşim Rahîm, el-Câmiatü’l-Irâkıyye). s.28 [1]Sâbûnî, a.g.e., s.71-72 [1]Mert, M., İslam’da Kaza ve Kader ([email protected]). [1]İbnü'l-Murtazâ, Tabakâtu'l-Mu'tezile, Beyrut 1961, s. 12’dan naklen Mert, M., İslam’da Kaza ve Kader ([email protected]) [1] Mert, M. a.g.m.  

Abone Ol

En son haberleri doğrudan gelen kutunuza alın. Asla spam yapmayız!

Sosyal Medya Hesapları

Mesaj Bırak