Ara

Fetih Sembolü Adâlet Olan Şehir: Kudüs

Fetih Sembolü Adâlet Olan Şehir: Kudüs

Fetihle işgâlin farkını ortaya koyan en temel kıstaslardan birisi adâlettir. Fetihler mümkün mertebe adâlet ölçülerine riâyetle gerçekleştirilmeye çalışılırken, işgâllerde adâlet başta olmak üzere hiçbir değere saygı duyma kaygısı çekilmemektedir. Fetihler bünyesinde ihyâ ve inşâ barındırır ama işgâllerin rûhunu imha ve yıkım oluşturmaktadır.

İslâm medeniyetinde bir gelenek vardır. Şehirler özellikle de kutsal şehirler fethedilirken mümkünse kan dökmemek ya da en az zâyiatla şehri fethetmek amaçlanır. Mekke ve Kudüs bu durumun önemli örneklerindendir. İslâm fetih rûhunun kuvveden fiile dönüşmesi açısından, Allah Resûlü Mekke’nin fethine hazırlık aşamasından fethin gerçekleşeceği zamana kadar çok hassas tedbirler almıştır. Mekke’yi kan dökmeden fethetmek ise en önemli hedefleri arasında yer almıştır. Fetih gerçekleştikten sonra Mekke’de önceden benzer zorlukları yaşadığını varsayacağımız hiçbir muzaffer komutanın davranamayacağı bir mükemmellikte af ve hoşgörü yolunu tutmuş olması, İslâm’ın fetihlere bakış açısını göstermesi açısından son derece önemlidir. Peygamberimizin(sav) Mekke’yi fethettikten sonra Kureyşlilere şu hitâbı ise bu gerçeği haykırır niteliktedir:

Allâh’tan başka ilâh yoktur. Yalnız O vardır. O’nun hiçbir nazîri ve şerîki yoktur. Allâh, vaadini yerine getirmiş, kuluna yardım etmiş ve bütün düşmanlarımızı dağıtmıştır. Kâbe hizmeti ve hacılara su dağıtma işi dışında bütün eski gelenek ve görenekler, mal ve kan dâvâları, bugün şu iki ayağımın altındadır. 

Ey Kureyşliler! Allâh, sizden câhiliyet gurûrunu, babalarla, soylarla (övünüp) kibirlenmeyi giderdi. Bütün insanlar Âdem’den, Âdem de topraktan yaratılmıştır.

Efendimiz(as), bu ifâdelerin ardından şu âyet-i kerîmeyi okudu: “Ey insanlar! Doğrusu Biz sizi bir erkekle bir dişiden yarattık. Ve sizi (kibre kapılıp da övünmeniz için değil) birbirinizle tanışasınız diye milletlere ve kabîlelere ayırdık. Allâh katında en üstün olanınız, muhakkak ki O’ndan en çok korkanınızdır. Şüphesiz ki Allâh, bilendir, her şeyden haberdardır.1

“Ey Kureyş topluluğu! Şimdi benim, sizin hakkınızda ne yapacağımı sanırsınız?” diye sordu. Kureyşliler: “Biz Sen’in hayır ve iyilik yapacağını umarak; «Hayır yapacaksın!» deriz. Sen, kerem ve iyilik sâhibi bir kardeşsin! Kerem ve iyilik sâhibi bir kardeş oğlusun!..” dediler. Bunun üzerine Sevgili Peygamberimiz(sav): “Ben de Hazret-i Yûsuf’un kardeşlerine dediği gibi: “Size bugün hiçbir başa kakma ve ayıplama yok! Allâh sizi affetsin! Şüphesiz O, merhametlilerin en merhametlisidir.”2 diyorum. Haydi gidiniz, artık serbestsiniz!” buyurdu.3

Adâlet Timsâli Hz. Ömer(ra) ve Kudüs’ün Fethi

İslâm târihindeki en önemli fetihlerden birisi olan Kudüs’ün fethinde de Mekke’nin Fethi’ndeki ruh hâkimdir. O rûhun temel dinamiklerinden birisi olan adâlet, Kudüs’te fethin kalıcı olmasını sağlamıştır. Kudüs ve adâlet kavramlarını yan yana kullanınca bu kavramları bir araya getiren şanlı halîfe Hz. Ömer(ra) akla gelir ki, adâlet onun ayrılmaz bir vasfı niteliğindedir.

Takvimler Kudüs’ün fetih târihi olan 17/638’i gösterirken “mü'minlerin emîri”, Hz. Ömer’dir(ra). Bu târihte Ebu Ubeyde b. Cerrah(ra) komutasındaki İslâm ordusu Kudüs’ü muhasara altına almışlardı. Yukarıda da ifâde ettiğimiz gibi Kudüs de aynen Mekke gibi kan dökülmeden fethedilmek isteniyordu. Günlerce süren muhasaranın bitmeyeceğini anlayan o dönemin Kudüs Patriği Sofronyus Hz. Ebu Ubeyde’yle bir görüşme gerçekleştirmek ister. Talebi kabûl edilir ve görüşme esnâsında Kudüs’ün anahtarlarını teslîm edebileceğini söyler ancak, Hz. Ömer’in(ra) bizzat kendisinin gelerek anahtarları teslîm alması şartını koşar. Talep Hz. Ömer’e(ra) iletilince Hz. Ömer(ra) yanına bir yardımcı ve bir de deve alarak Kudüs’e doğru yola revân olur. Yolculukta iki kişi ve bir deve olduğu için Hz. Ömer(ra) yardımcısına sırayla deveye bineceklerini söyler. Daha Kudüs yolculuğuna yeni başlamışlarken Hz. Ömer’in adâleti güneş gibi parlar, yardımcısının hakkına girmemek için âdetâ kılı kırk yararcasına kendi süresi bitince deveye yardımcısının binmesini emrederdi. Kudüs’e giriş esnâsında deveye binme sırası yardımcısındadır. Yardımcısı gönüllü olarak hakkından ferâgat ettiğini, Kudüs’e girerken halîfenin binit üzerinde olmasının daha uygun olacağını belirtse de adâlet vasfı sâdece şöhretten ibâret olmayan, âdeta adâletin cüsse bulmuş hâli Hz. Ömer bunu kabûl etmemiştir. Şehre, yardımcısı binitin üzerinde olduğu halde giriş yaparlar. Şehir kapısında halîfeyi karşılamak üzere bulunan insanlar meraklı gözlerle bakışlarını devenin üzerindeki kişiye odaklamışlardı ki, o kişi halîfenin kendisinin değil aşağıda devenin yularını tutan kişi olduğunu ifâde edip, durumu izah edince kalabalığın arasında bulunun patrik ağlamaya başlar. Durumu fark eden Hz. Ömer patriğe niçin ağladığını sorunca patrik; “Efendim! Kudüs’ü fethetme arzunuzun geçici bir heves olduğunu, hevesinizin geçmesiyle buraları terk edip gideceğinizi, Kudüs’ün yeniden bize kalacağını düşünüyordum. Ancak sizde bulunan bu hassas adâlet anlayışını ve Kudüs’e olan heyecanınızı görünce kendi elimizle teslîm ettiğimiz Kudüs anahtarları korkarım bize bir daha geri dönmez. Bunun için ağlamaktayım” der.4 

Hz. Ömer Kudüs’e aynen Peygamberimizin Mekke’yi fethettiğinde Mekke’ye girerken bürünmüş olduğu yüksek tevazuu hâlini bürünerek girer. İlk kıble, yeryüzünde inşâ edilen ikinci mescid ve üçüncü hârem bölgesi olan Mescid-i Aksa’ya ev sahipliği yapıyor olması Kudüs’ü Hz. Ömer nezdinde apayrı bir konuma yükseltmekteydi. Bu durumun beraberinde getirdiği heyecanla Hz. Ömer(ra), Kudüs sokaklarında dolaşmaya başlar. Uğradığı mekanlardan birisi de Hristiyanlar için en kutsal mabet olan Kıyamet Kilisesi’dir. Bu ziyaret esnasında namaz vakti girince Hz. Ömer(ra) namaz kılmak ister. Patrik Sofronyus kilisenin de bir ibadethane olduğunu namazı burada kılmasını teklif eder. Ancak Hz. Ömer’in verdiği cevap yine nevi şahsına münhasırdır: “Ben burada namaz kılarsam bizden sonra gelen Müslümanlar Ömer burada namaz kıldı diye sizin en kutsal kilisenizi camiye çeviriler. Bu durum da Hristiyan aleminin ağırına gidebilir.”5 Bu cevap bile Müslümanların fetihten sonra Müslüman olmayan tebaaya karşı tutumunun nasıl olacağının önemli göstergelerinden sayılabilir. Bir bakıma Hz. Ömer’in İslâm’dan aldığı bu anlayış yıllarca -Müslümanların elinde olduğu dönemler- Kudüs’ün “Dâru’s-Selâm” yâni barış yurdu olmasının temelini atmıştır.

Hz. Ömer’in(ra) Kudüs’te ilk yaptığı işlerden birisi de Peygamberimizin(sav) mi'râcının izini sürmek olmuştur. Bunun için, şehri daha iyi tanıyor olacağından Sofronyus’a mi'râcın gerçekleştiği mekânı sorar. Sofronyus bu mekânın Kıyamet Kilisesi olabileceğini ifâde eder ama Hz. Ömer bunu kabûl etmez. Çünkü Peygamberimiz(sav) miraç mûcizesini ashâbına anlatırken detaylı anlatımlar yapmıştı. Bunun için Hz. Ömer’in zihninde var olan tasvir Kıyamet Kilisesiyle uyuşmamaktaydı. Sofronyus’un böyle bir şey yapmış olmasının nedeni belki de Müslümanlar kiliseyi aynı zamanda mirâcın gerçekleştiği mekân olarak kabûllenirse İslâmiyet zamanla Hristiyanlığın potasında eriyecektir. Sonra Sofronyus Hz. Ömer’i Hz. Dâvûd’un(as) da kabrinin bulunduğu Ziyon Tepesine götürür. Orası da Hz. Ömer tarafından kabûl görmez. Son olarak şu andaki Mescid-i Aksa’nın bulunduğu yere götürünce Hz. Ömer Peygamberimizin anlatımlarından hareketle mekânı tanır ve berâberinde bulunan sahabe-i kiramla birlikte mekânı moloz yığınlarından temizlerler. Buraya dört tarafı açık, üstü kapalı ve üç bin kişinin namaz kılabileceği bir namazgâh inşâ ederler.6

İnsan Hakları Beyannâmesi mi Hz. Ömer Ahitnâmesi mi?

Günümüz dünyâsında “İnsan Hakları” söylemine kavramsal pencereden değil de hedef ve sınırlar bağlamında bakıldığında daha iyi anlaşılabilir. Eğer dünyânın belli bölgesinde ve belli ırkına mensup insanların haklarını koruma noktasında ortaya çıkıyor ama diğer insanlar mevzuu bahis olduğu zaman kafasını kuma gömüyorsa, burada geçelim evrensel olmayı ‘hak’tan bile bahsedemeyiz. Bugün başta Gazze ve Arakan olmak üzere dünyânın değişik yerlerinde hunharca katledilen Müslümanların haklarını savunma noktasında sessizliğe bürünenler nedense konu Yahudi ya da Hristiyanlar olunca “Evrensel İnsan Hakları Beyannamesi” maskesi arkasında ortalığı kasıp kavurabiliyorlar. Konu gerçekten insan haklarını savunmak, adâleti hâkim kılmaksa çoğu zaman Müslümanlar neden bu haklardan mahrum bırakılıyorlar? Oysa üç dînin kutsal kabûl ettiği Kudüs fethedildiğinde Kudüs Fâtihi Hz. Ömer’in yayınladığı ahitnâme hâlâ çağlara adâlet, hak, hukuk dersi verebilecek mâhiyettedir. Kudüs’ün Hz. Ömer’den sonraki tüm yöneticilerinin o ahitnâmeye göre hareket etmiş olmaları netîcesinde yıllarca Kudüs barış şehri olmuştur. Çünkü İslâm hak ve adâlet konusunda dile, renge ve ırka göre değil temelde insan olması yönü itibâriyle hareket eder. Makalemizi nihâyete erdirir ve dünyânın İslâm’a ne kadar da ihtiyâcının olduğu gerçeğini bir kez daha hatırlatırken kıymetli okurlarımızı Hz. Ömer’in Kudüs’ü fethinden sonra Kudüs’ün o zamanki ismi olan İliya’da ilân ettiği ahitnâme tercümesiyle baş başa bırakıyoruz: 

“Bu ahit, Allâh'ın kulu, Mü'minlerin Emîri Ömer bin Hattab'ın İliya (Kudüs) halkına verdiği ve suçlu-suçsuz ayırımı olmadan canları, malları, kiliseleri ve haçları güvencede olduğuna dâir bir ahittir. 

Kudüs halkının ibâdet ettiği kiliseler (başkaları tarafından dînî amaçlar dışında kullanmak amacı ile) ikamet yeri hâline getirilmeyecektir. Kiliselerin mal varlıklarından, içinde bulunan haçlardan (ibâdet ile ilgili sembollerden) herhangi bir şey alınmayacaktır. Burada bulunanlar dinleri konusunda aşağılanmayacak ve hiçbirisine zarar verilmeyecektir. Ancak Kudüs'ün hâlihazırdaki sâkinlerinin dışında burada Yahudi nüfus yerleştirilmeyecektir.

Kudüs halkı (İslâm hâkimiyeti altındaki) diğer topraklarda bulunan gayr-ı müslimler gibi kendi üzerlerine düşen cizyeyi vereceklerdir. Kudüs halkı Kudüs'ten Rumları ve hırsızları çıkaracaktır. Kudüs'ten ayrılacak kimselerin malı ve canı gidecekleri yere ulaşıncaya kadar güvence altındadır. Kudüs'te kalmak isteyenlerin de canları ve malları koruma altındadır. Ancak kendileri Kudüs halkının tâbi olduğu üzere cizye ödemek ile yükümlüdürler.

Kudüs halkından ticâretlerini ve haçlarını (dînî sembollerini) geride bırakarak Rumlar ile birlikte mallarını da alarak gitmek isteyenler, gidecekleri yere ulaşıncaya kadar güvence altındadırlar.

Burada bulunan diğer millet ve kavimlerden isteyenler burada (Kudüs'te), Kudüs halkının ödemiş olduğu gibi aynı şekilde cizye ödemek şartı ile ikamete devâm edebilirler. İsterlerse Rumlarla birlikte ayrılabilirler veya âilelerinin yanına dönebilirler. 

Cizye ödeyeceklerden, ürünlerinin hasadını bitirinceye kadar hiçbir şey alınmayacaktır. Cizye ödemekle yükümlü olan kimselerin bu yükümlülüklerini yerine getirdikleri müddetçe yukarıda belirtilen güvence ve hakları Allâh'ın, Peygamberinin ve onun halîfelerinin ve mü'minlerin zimmeti ve teminâtı altındadır.”

(Ahitnâmenin yazarı ve yazım târihi: Ömer Bin Hattab H.17. Şahitler: Hâlid bin Velid, Amr bin As, Abdurrahman bin Avf, Muaviye bin Ebi Süfyan. Radıyallâhu anhüm ecmaîn)7 

Dipnotlar:

1 Hucûrât, /13
2 Yusuf /92.
3 İbn-i Mâce, Diyât, 5; Ahmed, II, 11; Tirmizî, Tefsîr, 49/3270.
4 Erkan Aydın, Arz-ı Mukaddes Kudüs, Çığır Yayınları, İstanbul 2019, s. 119.
5 Aydın, a.g.e., s. 123.
6 Aydın, a.g.e., s. 121.
7 Mehmet Paksu Yitik Sevda Kudüs, Nesil Yayınları İstanbul 2011, s. 18-19.

Mart 2024, sayfa no: 16-17-18-19

Abone Ol

En son haberleri doğrudan gelen kutunuza alın. Asla spam yapmayız!

Sosyal Medya Hesapları

Mesaj Bırak