Ara

Fatih Câmii Şerîfi'nden Cibâli'ye Ecdâdın İzinde...

Fatih Câmii Şerîfi'nden Cibâli'ye Ecdâdın İzinde...

Hafta sonları mütemâdiyen Eyüp Sultan'dan sur içine, özellikle de Fatih taraflarına otobüsle gider, çoğu zaman yaya olarak geri dönerim. Yıllardan beri bu böyledir. Geri dönüşlerim hep aynı güzergâhtan olmaz. Her seferinde başka bir rota çizerim kendime. Bu bir yönüyle benim için sonu gelmeyen bir keşif denemesidir. Keşif yürüyüşlerimin her seferinde farklı, esrarlı güzelliklerle karşılaşırım. Bāzan bir câmi, bāzan bir çeşme, bir türbe, küçük bir hazîre veyâhud tek başına kalmış, Fâtiha bekleyen bir mezar taşı olabiliyor karşılaştıklarım. Mütevâzı ahşap cumbalı evler, balkonlarda ipe asılmış çamaşırlar, teneke soba borularından tüten dumanlar, pencere pervazlarına sıra sıra dizilmiş rengârenk çiçekler insanı alıp götürüyor. Her şeyin madde ile ölçülmediği, insana insan olduğu için değer verildiği, bırakın insanları kurdun, kuşun, karıncanın hakkının gözetildiği zamanlara götürüyor. Bu keşiflerimde bāzan aynı yoldan tekrar tekrar geçsem bile daha önce fark edemediğim nice farklılıkları, ayrıntıları fark ettiğim olmuştur. Meselâ bir çeşme üzerindeki hat yazısı, farklı mîmârî özellikleri bulunan bir minâre veyâhud bir çıkmaz sokakta yapayalnız kalmış Fâtiha bekleyen bir mezar taşı bu ayrıntılara örnek gösterilebilir. Yine Fatih'teyim ve bu sefer daha önce tecrübe etmediğim ara sokaklara gireceğim. Bakalım yıllardan beri hangi güzelliklerden mahrûm kalmışız.

Fatih, Nakşidil Valide Sultan Türbesi önünden Haliç yönüne uzanan Nevşehirli Damat İbrahim Paşa Caddesi boyunca yürüyoruz. Turşucu Halil sokağı ile yürüdüğümüz caddenin kesiştiği noktada ismini tesbît edemediğimiz bir hazîre bulunur. Bünyesinde birkaç şâhide kalmış. Bunların içerisinde kenarlarda rûmî, ortada servi ağacı motifinin işlendiği zarîf bir hanım şâhidesi özellikle dikkatimizi çekiyor. Fatih bölgesinde irili ufaklı benzer pek çok hazîre vardır. Yakın zamanda bunların önemli bir kısmı restorasyona tâbî tutularak elden geçirildi. Emeği geçen, katkı sağlayan herkese teşekkür ediyoruz. Cenâb-ı Mevlâmız ebediyyen râzı olsun inşâallah...

Nevşehirli Damat İbrahim Paşa Caddesi üzerinde biraz daha ilerliyoruz. Çırçır caddesi ve Gülbahçe sokağını geçerek sağımızda kalan Hasan Baba Sokağı’na ulaşıyoruz. Bakalım buralarda bizleri neler, hangi güzellikler bekliyor. Az ötede sokağın sonunda Sinan Ağa [Hacı Hasan] Câmii Şerîfi zarîf minâresiyle bizi selâmlıyor. Burası Zeyrek ile Cibâli arasında kalan bir bölgedir. Mütevâzı ölçekli ve kare planlı bu mâbedin inşâ târihi kesin olarak bilinmemekle birlikte kaynaklar 16. yüzyılın ilk çeyreğini işâret ediyor. Hacı Hasan’ın torunu, Rumeli Kazaskeri Mehmed Efendi tarafından yaptırılmıştır. [Hacı Hasanzâde] Semavi Eyice, Mîmar Sinan’ın yaptığı binâların adlarını veren Tezkiretü’l-ebniye’de Tok Hacı Hasan Mescidi adıyla bir yapı kaydedildiğini fakat Mîmar Sinan’ın, daha önce inşâ edilen ve belki de 1505 zelzelesinde yıkılan bu mescidi yeniden inşâ etmiş olabileceğini zikreder. Evliya Çelebi de yapıyı Mîmar Sinan'a nisbet ederek "mükellef bir mescid” olduğunu ifâde eder. Rivâyetlere göre yanında medresesi ve sıbyan mektebi de bulunan mescid ondokuzuncu yüzyılın ortalarında meydana gelen bir yangında harâb olmuş, kitâbesinde belirtildiğine göre Hüseyin Ağa adında bir hayır sâhibi tarafından ihyâ edilmiştir. Eğimli bir arâzî üzerinde konumlanan mâbed, minâresinin eğri gibi görünmesinden dolayı halk arasında "Eğri Minâre" olarak da bilinir.

Hacı Hasan Câmii Şerîfi'ni, İstanbul’da mevcut benzeri mütevâzı ölçekli mahalle mescidlerinden ayıran en belirgin özelliği baklava dilimini veyâhud kilim desenini hatırlatan minâresidir. Minâre gövdesi iki renkten oluşan taş ve tuğlanın ustaca sıralanmasıyla meydana çıkmıştır. Semavi Eyice’ye göre Eski Türk minârelerinde çok sevilen bir süsleme olmakla berâber bu tezyînat İstanbul’da başka bir minârede uygulanmamıştır. Birgi Ulucâmii, Akşehir’de Taşmedrese, Selânik’te Alaca Câmi minâreleri de böyle bir desenle renkli olarak inşâ edilmiştir. Câminin Mektepli Sokağı ile cepheli bir de çeşmesi vardır.

Mütevâzı bir külliyeyi oluşturan yapı topluluğunun medresesi ve sıbyan mektebinden bir iz kalmamış. Ayvansarâyî, bânîsinin mescid yanında medfûn olduğunu bildirir. Lâkin bu kabirden de günümüze ulaşan bir emâre maalesef yoktur.

Hacı Hasan Câmii Şerîfi'nin alt kısmında Astar Sokağı girişinde, Hasan Baba Türbesi tabelası bulunan bir hazîre var. Selâm verip ruhlarına üç ihlâs bir Fâtiha göndererek buradan Haydar Caddesi’ne geçiyoruz. Az ötede sağ kolda Dividdar Keklik Mehmet Efendi Câmii Şerîfi bulunur. Burası Küçükmustafapaşa, Haydar Semtidir. Haydar Caddesi üzerinde inşâ edilen mâbedin kesin inşâ târihi bilinmiyor. İlk bânîsi, Dividdar Keklik Mehmet Efendi'dir. Osmanlı Devleti'nde vezir dâirelerinde veya ileri gelenlerin yanında görev yapan kâtiplere, yazıcılara divitdar/devatdar deniyordu. Divitdarlık, Memlukler'de de üst düzey memuriyet unvânıdır. Câmi, 1882 târihinde Eyüp Sultan'da da bāzı hayır eserleri bulunan, zamânın Bahriye Nâzırı Hasan Hüsnü Paşa tarafından ahşap ve kubbeli olarak yeniden inşâ edilmiş; yakın zamanda beton kubbeli ve sekizgen planlı olarak ihyâ edilmiştir. Mâbed, son bânîsine nisbetle Kaptan Paşa Câmii, Haydar semtinde olduğu için de Haydar Câmii olarak zikredilir. 

Divitdar Keklik Mehmed Efendi Câmii'nin hemen karşısında 1569 târihli Haydar Paşa çeşmesi bulunur. Kesme taştan inşâ edilmiştir. Tek cephelidir. Dalgalı kaş kemerlerle biçimlendirilmiş bir nişi var. Sultan II. Selim Han'ın vezirlerinden Haydar Paşa tarafından yaptırılmıştır. Kemerinin altında yer alan kitâbesinin yazısı şöyledir: "Âsaf-i sânî vü Haydar Paşa / Yapdı bir çeşme nîk-pervâz ol cû / Önüne gelene der târîh-ci / Mâ’ Hasan ile Hüseyin aşkına su [977 / 1569]. Zamanla harâbe hâline gelen çeşme içler acısı vaziyettedir. Yıkılma tehlikesi de bulunduğundan bu kültürel ve târihî mîrâsın âcilen elden geçirilmesi îcâb ediyor. 

Haydar Paşa Çeşmesini solumuza alıp sokak boyunca devâm ediyoruz. Sağ koldaki Çağa sokağına girip sokağın sonuna kadar yürüyoruz. Çağa sokağı ile Bıçakçı Çeşmesi sokağının birleştiği noktada tombul ve kısa minâresi ile dikkat çeken Bıçakçı Alâaddin Câmii Şerîfi bulunur. Ni'me'l-ceyş’ten Bıçakçı Alâaddin Ali tarafından yaptırılan câminin vakfiyesi 1503 târihlidir. Mâbed, 1868 ve 1894 târihlerinde yenilenmiştir. Dikdörtgen planlı yapının duvarları taş-tuğla örgülü, çatısı ahşaptır. Mihrab duvarının dış yüzeyindeki kitâbe 1868 tâmirine âittir. Yine Mihrab cephesine bitişik bulunan beş köşeli, üç cepheli ve çatılı çeşme 1894 târihini taşımaktadır. Gözyaşı tükenen çeşmenin alnındaki levhada, son derece güzel bir hatla İnsan Sûre-i Celîlesi 21. Âyet-i Kerîmesi yazılıdır: "Ve sekâhum rabbuhum şerâben tahûrâ / Rabbleri onlara tertemiz bir içecek içirecektir." Bânî-i sânî-i Hacı Şevki (1312/1894) Bânî Bıçakçı Alâaddin Ali'nin kabri câmi önündeki küçük hazîrededir. Burada yeraltında kalmış bir ayazmadan da söz edilmektedir. Câminin az ötesinde kiliseden çevrilen târihî Zeyrek Câmii Şerîfi bulunur. Ancak yolumuzu daha fazla uzatmamak için bugün bu câmiyi ziyâret edemiyoruz.

Bıçakçı Çeşmesi sokağının sonunda Haydar Hamamı sokağı vardır. Buradan Haliç yönüne doğru ilerliyoruz. Pekmezci Sokağı, Haraççı Bostanı Sokağı ve Bostan Hamamı Sokaklarından geçerek Üsküplü Caddesine ulaşıyoruz. Bostan Hamamı sokağı ile Üsküplü caddesinin birleştiği noktada Üskübî Çakır Ağa Câmii Şerîfi bulunur. Burası Unkapanı'na yakın bir noktadır. Ni'me'l-ceyşten'ten (Fetihte yer alan güzel asker) Üsküplü Çakır Ağa (ö.H.861/M.1457) tarafından yaptırılmış. Çakır Ağa'nın; dördü İstanbul'da, biri Silivri, diğeri de Edirne'de olmak üzere altı mescidi var. Fatih devrinde inşâ edilen bu câmi, Kānûnî devrinde Defterdar Süleyman Efendi tarafından Mîmar Sinan'a tâmir ettirilmiş ve minber koyulmuş. Zaman içerisinde pek çok defa yenilenen, tâmir geçiren mâbed son olarak 1989 senesinde dikdörtgen planlı bir şekilde, kesme taştan ve çatılı olarak yenilenmiş. Mîmar Sinan devrine âit minâresinin küpü ile bāzı duvar parçaları dışında orijinal hâlinden eser kalmayan câminin giriş kapısı üzerinde celî sülüs hat ile yazılmış mânidar bir levha yer alır. Şöyle yazıyor: "Eddi ferâizallâhi tekün mutî'a / Allâh'ın farzlarını edâ et ki itâat edenlerden olasın..." [Hadîs-i Şerîf] Bu levhayı İstanbul'da başka bir târihî eser üzerinde görmediğimi söyleyebilirim.

Üskübî Çakır Ağa Câmii Şerîfi'den ayrılıp Unkapanı istikāmetine doğru yürüyoruz. Az ötede sağ kolda, restorasyon çalışmaları devâm eden Şeyh Mehmed Halvetî (Nalıncı Mimi Dede)’nin türbesi yer alır. Türbeye selâm verip bir müddet nefesleniyoruz. Bu türbenin hemen karşısında, Hisaraltı Sokağı’nda, 1588 târihinde Haraççı Kara Mehmed Bey (Hoca Kara Mehmed Muhyiddîn b.Ali Beyü’l-Haracî) tarafından kendi adına yaptırılan mescid bulunur. Haraççı, Osmanlı döneminde bir nevi vergi memuru, cizyedar, tahsildar sınıfıdır. 1475 târihli vakfiyesinden anlaşıldığına göre câminin târihi daha eskilere uzanıyor. Fatih devri eseri olan mescid pek çok tâmir görmüş, yenilenmiş, son olarak 1960'lı yıllarda ihyâ edilmiş. Bu câmii şerîf'in hemen çapraz sağında, Unkapanı Meydanı’na çıkmadan biraz daha geride Şeyh Ahmed Buhârî Türbesi bulunur. Şeyh Ahmed Buhârî, III. Murad Han döneminde (1574-1595) Buhâra’dan gelen bir Nakşî Şeyhi’dir. 

Sur içi keşif gezilerimde neredeyse adım başı Ni'mel Ceyş'ten zâtların kabirlerine ve hayır eserlerine rastladım. Bugün 300-400 metrelik yürüme mesâfesinde bile Ni'mel Ceyş'ten dört zâtın inşâ ettirdiği câmilere rastladık. Daha önceleri bu zâtların pek çoğunun ismini bile duymamıştım. Şehrin sokaklarında kaybolmayı göze almadan bu bereketten de pek çok güzellikten de pay alamıyoruz. Bu sebeple güzelliklerle karşılaşmak için vesîleler aramak, hattâ bunları çoğaltmak lâzım. Fatih Câmii Şerîfi civârından başlayan keşif yürüyüşümüz Cibali'de nihâyete erdi. Cibâli semti ismini İstanbul'un fethine katılıp burada şehit düşen Cebe Ali Bey'den almıştır. Tiyatro oyunlarına konu olmuş meşhur Cibali Karakolu buradaki karakoldur. Yürüyüş güzergâhımız yakınında, bir sokak aşağısında veyâhud yukarısında daha nice târihe mâl olmuş büyüğümüz ve kültürel mîrâsımız vardır. Lâkin bunları bir yazıya sığdırmanın imkânı yok. Bu sebeple konuyu fazla dağıtmayacağız. İnşâallah başka bir zamanda, başka bir keşif yürüyüşümüzde bunları da ele almaya muvaffak oluruz.

Bundan sonraki güzergâhımız acabâ neresi olacak? Orada bizleri neler, hangi güzellikler bekliyor? Ömrümüz vefâ ederse bekleyip göreceğiz inşâallah. İstanbul'u gezmeye ömür, anlatmaya kelimeler kifâyet etmez. Yâ nasip!

Yararlanılan Kaynaklar:

Ayşe Yetmen, Zeyrek ve Çevresi, Paylaşım Dergisi, İstanbul, Ağustos 2008.

Ekrem Hakkı Ayverdi, Osmanlı Mîmârîsinde Fatih Devri, c.III.-IV. İstanbul Fetih Cemiyeti, 1966.

Evliyâ Çelebi, Seyahatnâme: İstanbul, (Haz. Seyit Ali Kahraman-Yücel Dağlı), 1. Cilt, YKY Yay, İstanbul, 2006. 

Hâfız Hüseyin Ayvansarayî, Hadîkatü’l-Cevâmi, İstanbul, 1281.

Hakkı Alçep – Erdal Karaman, Fâtih Câmii ve Mescitleri, Fatih Müftülüğü Yayınları, İstanbul, 2017.

Haydar Paşa Çeşmesi, www.suvakfi.org.tr. Erişim Târihi: 27.09.2021

İbrahim Hilmi Tanışık, İstanbul Çeşmeleri, c.1, İstanbul, 1943. 

Komisyon, Kitâbelerin Kitâbı Fatih, Fatih Bel. Yay. İstanbul, 2016.

Mustafa Cambaz, Haraççı Kara Mehmed Bey Câmii, www.mustafacambaz.com. Erişim Târihi: 27.09.2021

Semavî Eyice, "Hacıhasanzâde Mescidi", TDVİA, c.14, İstanbul, 1996.

Tahsin Öz, İstanbul Câmileri, Ankara, 1987. 

 

Kasım 2021, sayfa no: 50-51-52-53-54

Abone Ol

En son haberleri doğrudan gelen kutunuza alın. Asla spam yapmayız!

Sosyal Medya Hesapları

Mesaj Bırak