Ara

Ezanlı Semtler’in Yahya Kemâl’i

Ezanlı Semtler’in Yahya Kemâl’i

İstanbul’dayım…

Ezanlı Semtlerde dolaşıyorum…

Tuhaf şey; zihnimde “Ezansız Semtler”i dinliyorum…

Ve daha tuhaf şey; “Ezanlı Semtlerde Yahya Kemâl’siz” dolaşıyorum… 

Bu hüznümün çok fazla anlaşılmasını beklemiyorum. Zîrâ anlamak, dünyâya bir çocuk getirmek kadar mes’ûliyetli bir iş. Çünkü anlamak; beslemek, büyütmek, sevmek, ilgi göstermek, korumak, kollamak, hayatta kalmasına çaba sarf etmek demek. 

İnsana eşyânın mâhiyetini kavratan sır, düşünmenin bir mânâ yaratma kābiliyeti olduğunu fark etmesidir. Yaratmak, hâşâ Allâh'ın yaratma sıfatına eş koşma değil, bilakis yaratılanı “bilinmek isteyene” tefsirden, sohbetten ibâret bir âşık mâşuk keyfiyeti.

Bilenler bilir ki bütün Peygamber kıssaları insanlığa bir remz ve öğüt vermek içindir. Ve yine bilenler bilir ki Hz Süleymân’ın kudretindeki sır, Eyyûb Aleyhisselâm’ın sabrındaki şükür ve rızâ, Hz. Meryem’in ve Zekeriyyâ Peygamber’in çileli yalnızlığındaki hikmet, Yûsuf’un kuyuda bulduğu nîmet ve Âlemlerin Efendisi’nin (sav) yüreğindeki yetimlik sancısı, hep O’nu daha iyi tanıyabilmek, kendini bilmek içindir.

Ne ki asıl çile olan da budur işte! Bu biliş hâline uyanmak. Yâni “bilinmeyi isteyişteki” ilâhî murâda “mukābele” etmek. Yâni bilmeyi istemek!

Şu halde istemek; taleb etmek, talebe olmak, tâlip olmak demek… Arzu edenin, murâd edenin, terbiye eden Rabb’in… Yâni; tedrîs edenin… yâni tedrîsini tedrîs edenin… yâni isteyenin.. yâni Müddesîrin… yâni Müderrîsin… yâni istemek; İdrîs’in (as) rahlesine diz çökmek demek.

Uyanmaksa insan irâdesinin dışında bir hâl olsa gerek. Başını yastığa koyduğunda hangi dakîkada uyku denizine aktığını hatırlamıyor insan. Bazen, gece yarısı gözleri ânîden açılıveriyor. Bazen bir ezan sesi, bir tıkırtı, bazen bir sesleniş, bir çağrı uyanmaya yetiyor. İnsan bu çoğu geceler de başı ellerinin arasında, beyni sancılar içinde, uyuyamıyor. 

Yahya Kemâl’siz gezdiğim bu Ezanlı Semt’te akşam tertîb edilecek toplantıya gidip gitmemekte kararsızım. Çünkü ürküyorum “Ezanlı Semtler”in entelektüellerinden! Evet, ürküyorum, senelerdir Ezansız Semtler’in sâkinlerine karşı vermiş oldukları medeniyet mücâdelesini, son on senedir kendi inancına ve inanan kardeşlerine yöneltmiş olmalarından!

Oysa münevver olmak namluyu nefsine yöneltmek, hizmeti kardeşine ve insanlığa etmek demekti. Oysa münevver olmak yanmak u/yanmak ve yol yürüyebilmekti. Oysa münevver olmak Yahya Kemâl’in Paris yıllarında daldığı uykuların rüyâ tâbirleriydi.

Oysa münevver olmak yürüyen değil, yürütülen olmaktı… 

Metafizik denilen zihinsel ve kurmaca bir âlem değildir, onun yürütüldüğü o âlem kalbîdir, gaybîdir, sırdır.. Çünkü şâirlik kāfiye ve ulak hizmetçiliği değil, Hazreti Âdem’e öğretilen eşyânın, hâdiselerin mâhiyetini anlama ve bilme yetisidir. Çünkü şâirlik sır kazıcılığı, kelime simyâgerliğidir.

Bir ömür sırtında imge küfesi taşıyan modern şâirler ve Hurûfîler için bunlar anlaşılması zor kavramlar olsa da, şâir imge taşıyan değil, anlam yaratan ve “yaratanla her ân bir işte haşrolan, her dem yeniden yeniden anlayan, yâni yeniden doğan” bir fikir işçisidir. O, her ân uğuldayan zihniyle, düşünce atlasında büyük hatırlayışın hummâsı içindedir. 

İnsan ki yürümeyi kâinattan öğrenmiştir. Kışın ağaçların yapraklarını dökmesini, baharda damarlarına yürüyen suyla yeniden dirildiğini görmüştür çünkü. İnsan, îtidal ve adâleti, aklıyla gönlü, gönlüyle nefsi arasındaki terâzide tartarak öğrenmiştir. İnsan, kelimelerin sesini Meryem’in sükûtunda dirilen Îsâ Mesih’in sesinde dinlemiştir. İnsan gizlenmeyi, muhâfazayı, boşluğa kader ağını geren Ankebût’tan öğrenmiştir.

Ve insan anlamıştır; biz hiç vâr olmasak bile O ezelî ve ebedî vardır!

Samed’dir, Ehad’dır!

Şu hâlde, gerçekte ne demekti vâr olmak?

Vâr olmak; vâr olmayı istemekti… 

Belki de bu sebepten şâiri fikir adamlığı kürsüsünden, perilerin tasallutunda ilhamlar saçan bir meczup farz ediyor yeni mahfiller. Belki de bu sebepten külliyatların mahzenlere atılması. Popüler ve renkli mecmuaların bütün kavramları “zevke” dönüştürdüğü, yarı aygın ve baygın, Fransız marka fularlı, Batı yularlı, kök bilgisinden yoksun familyanın “Ezanlı Semtler”de bu derece türemiş olması. Doğduğu mahalleyi, tuttuğu orucu, kıldığı namazı ve namaz kılanı anlamayan bir bilgesofta! 

Aslında bütün hikâye, Yahya Kemâl’in müsteşriklerin loş kütüphanelerinde bulduğu kendine, özüne, medeniyetine dâir hakîkati ve uyanışı, günümüz sözde münevverinin (ham softa, kaba yobaz) vâkıf olmadığı kabbala öğretisinde kaybetmesinden ibârettir! Çünkü Ezanlı Semtlerin sözde münevverinin o kadar yaranmaya çalıştığı hâlde, Ezansız Semtlerin vitrininde aslâ parıldayamamıştır ismi, zikredilmemiştir fikri! Bu sebepten anlaması muhâldir Yahya Kemâl’i. Aslolan iltifat yağmuruna tuttuğu kökünden habersiz, taklitçi zihniyete yâr olmaya, yaranmaya çalışmak değil, Simurg gibi kendi küllerinden yeniden vâr olabilmesidir. 

Yahya Kemâl, hiçbir vakit Ezansız Semtlerin sâliklerine yaranabilmek için uyduruk Avrupaî tarz ve edâlara bürünen garip aydınlar gibi olmamıştır! Bilakis, o kültürün içinde kendi mayası ve hakîkatine doğru akmıştır. Günün saçma sapan, her kafadan bir ses çıkaran istismarcı nikâh hikâyelerine değil, eve ve âile müessesine geri dönüşü sağlamıştır. Hem de bir ömür yurtsuz ve yuvasız dolaştığı otel odalarında geliştirmiştir bu fikirlerini. 

Yahya Kemâl, şimdiki Ezanlı Semtler’in kimi münevverleri gibi gözünü mala mülke, eve dâireye, makam ve mevkiye dikmemiştir. Hem şark kültürünü, hem garp kültürünü biliyorum ayaklarına yatmamıştır, onları gerçekten tanımış ve anlamış ve fakat kendi medeniyeti dışındaki değerlere de aslâ tenezzül etmemiştir. O Üsküdar, Atik Vâlde ve Kocamustâpaşa’yı oryantalist bir gözle yazmamış ve ihânet etmemiştir! 

Yahya Kemâl, “vâz-ı şedîd” rûhu ve üslûbuyla değil, “halk-ı cedîd” rûhuyla yaşamış, yazmış ve aramızdan çekilmiştir. Yahya Kemal Ezanlı Semtlerin kozmopolit aydınları har vurup harman savursun diye bırakmadı bu şiir ve fikir mîrâsını bu millete! O Mekke, Medîne, Üsküp, Kudüs, Şam ve Bursa’nın derdinde, millî ve mânevî efkârımızın vârisiydi.

Hadi sen de artık bırak aynada kendinle kavga etmeyi! Ezanlı Semtlerin gerçek vârisi ol! Bırak Batı’nın Hümanist felsefesinden medet ummayı, Mısrî’nin âhını almaya devâm etme! Karadavî var evet, fakat Ken’an Rifâî, Sâmiha Anne, Safiye Erol nerede? Neden hiç bu konaklara uğramaz bilgesofta(ları)mız? Daha ne vakte kadar televizyon vâizlerini toplumun ulemâsı addedeceksin? Daha ne vakte kadar Tasavvuf profesörlerini mutasavvıf zannedeceksin? Daha ne vakte kadar içmeyi ve günah işlemeyi melâmet gömleği giymek zannedeceksin? Daha ne kadar bu melânet ipini boynuna dolayıp kendini boğacaksın, daha ne kadar?

Çok merâk ediyorum daha ne kadar “Ezanlı Semtlerin” Dante’si olacaksın? Daha ne kadar kabalığı, sövüp saymayı, hakāret etmeği, alay etmeği, üst perdeden buyurmayı, nezâketsizliği münevverlik ve insanlık zannedeceksin?

Ne vakit kendine döneceksin?

Bu ezanlar kimin için okunacak?

Evet…

İstanbul’dayım…

Ezanlı Semtler'de dolaşıyorum.

Tuhaf... zihnimde “Ezansız Semtler”i dinliyorum.

Ve daha tuhaf olan şey; “Ezanlı Semtler”de Yahya Kemâl’siz dolaşıyorum…

Nisan 2024, sayfa no: 56-57-58

Abone Ol

En son haberleri doğrudan gelen kutunuza alın. Asla spam yapmayız!

Sosyal Medya Hesapları

Mesaj Bırak