Ara

Eyüp Sultan'da Bir Velî: Baba Haydar Semerkandî Hazretleri

Eyüp Sultan'da Bir Velî: Baba Haydar Semerkandî Hazretleri

Devirlerinde bir nevi sivil toplum kuruluşu vazîfesi gören ve Osmanlı toplum hayâtının ayrılmaz bir parçası olarak kabûl edilen tekkelerin menşelerine baktığımızda, Orta Asya’nın, özellikle de Nakşibendîliğin doğduğu yer olan Özbekistan’ın Buhâra, Taşkent ve Semerkand gibi şehirlerinin ön planda olduğunu görürüz. Hem İslâm kardeşliği hem de soy birliği, kadîm zamanlardan beri Orta Asya havzasında bulunan mü’minlerin gözünü Anadolu’ya çevirmesine sebep oldu. Bölge insanıyla târih boyunca hep etkileşim içerisinde bulunmuşuz. Bugün dahi bu etkileşimlerin yansımalarını müşâhede edebilmekteyiz. Bu kültür alışverişinin, sürekliliğinin doğal sonucu olarak Nakşibendîlik Anadolu'da özellikle de İstanbul'da kısa sayılabilecek bir zaman diliminde kabûl görmüş, neşvünemâ bulmuş ve yaygınlık kazanmıştır.

16. yüzyılın başlarında Türkistan'dan gelip İstanbul'da irşad faaliyetlerinde bulunan şahsiyetlerden, gönül sultanlarından birisi de Eyüp Sultan'da medfun bulunan Baba Haydar Semerkandî Hazretleri'dir. Rivâyetlere göre Silsile-i Âliyye-i Nakşibendiyye'nin büyüklerinden Hâce Ubeydullah Ahrâr hazretlerinin [ö. 895/1490] talebesi ve halîfelerindendir. Kimi araştırmacılara göre küçüklüğünde Hâce Ubeydullah Ahrâr'ın sohbetinde bulunduysa da asıl tasavvufî terbiyesini Ahrâr'ın halîfelerinden aldı. Baba Haydar Semerkandî diye tanındı. Doğum târihi ve hayâtına dâir kaynak eserlerde fazlaca bir ma’lûmât bulunmaz. Seyr-i sülûkunu tamamladıktan sonra Mekke-i Mükerreme'ye giderek bir müddet Mescid-i Haram'da bulunmuş, daha sonra İstanbul'a gelerek Mihmandar-ı Resûl, Hazret-i Hâlid ibni Zeyd Ebu Eyyûb el-Ensarî'ye komşu olmuş ve Ebedî Eyüp Sultan'lılar kervânına katılmıştır.

Baba Haydar Semerkandî Hazretleri'nin İstanbul'a tam olarak ne zaman geldiği bilinmiyor. Rivâyetlere göre Eyüp Sultan Câmi-i Şerîfi'nde, her Ramazan ayında aralıksız kırk gün müddetle i’tikâfa girmiş, kerâmetler ve fazîletler sâhibi, hocasına lâyık olgun bir talebe, nice güzel hâllerin kendisinde toplandığı, gönülleri fetheden müstesnâ bir velî idi. İstanbul halkı arasında kalıcı izler bırakan Baba Haydar Semerkandî Hazretleri'nin Nişanca, Haydar Baba Caddesi ile Baba Haydar Câmii Sokağı'nın birleştiği yerde bir de câmisi bulunur. Câmi adını mahalleye de vermiştir. İki ayrı giriş kapısı bulunur. Eğimli bir arâzide, kuş yuvasını hatırlatan bir yerleşim planı var. Kot farkı sebebiyle, Baba Haydar Caddesi'nden câmi avlusuna merdivenlerle çıkılır. Merdivenlerin bitiş noktasında, duvar üzerinde, Baba Haydar Semerkandî Hazretleri'nin burada medfun bulunduğuna dâir bir levha yer alır. Burası hacet penceresi olmalı. 

Pâdişâhım Baba Haydar Sizi Bekliyor

Hikâyedir: Zamânın pâdişâhı Kânûnî Sultan Süleymân Han, bir gece bir rüya gördü. Rüyâsında pîr-i fânî, nûr yüzlü bir ihtiyâr kendisine: "Baba Haydar, sizi Eyüp Sultan'daki kulübesinde bekliyor. Onu ziyâret ediniz." dedi. Pâdişah uyanınca bu naif lâkin kararlı sesi anlamlandırmaya çalıştı. Bu sırada Şeyhülislâm huzûra girdi. Pâdişah gördüğü rüyâyı ona da anlattı. Bu zâtı şeyhülislâm da tanımıyordu. Pâdişah aynı rüyâyı üç gün üst üste gördü. Üçüncü gecenin sabahında: "Artık Baba Haydar'ı ziyâret etmek bize vâcib oldu!" deyip tebdil-i kıyâfetle, maiyetiyle birlikte, erkenden Eyüp Sultan'a doğru hareket etti. Câmi-i Kebîr'de namazlarını edâ ettikten sonra cemaatten, esnaftan ve civardaki Eyüp Sultan halkından Baba Haydar'ı sordular. Lâkin Baba Haydar'ı tanıyan bir kimse çıkmadı. Bu sırada küçük bir çocuk, yanlarına yaklaşarak Baba Haydar'ı tanıdığını söyleyip, şâyet görmek isterlerse kendisini tâkib etmelerini istedi. Pâdişah ve maiyetinde bulunanlar Câmi-i Kebîr'den uzaklaşıp Nişanca eteklerine geldiklerinde çocuk, küçücük bir kulübeyi işâret ederek: "İşte, Haydar Dede bu kulübede yaşar." dedi. Pâdişah ve yanındakiler kulübenin önünde tereddüd içinde beklerken içeriden hüzünlü, titrek bir ses: "Buyurunuz efendim!" diyerek misâfirleri dâvet etti. Pâdişâh selâm vererek içeri girdi. Baba Haydar bir minderin üzerinde oturuyordu. Yüzlerce, belki binlerce sinek her yanını kaplamış onu âdetâ sırlıyordu. Bu arada pâdişâh, büyük bir dikkatle Baba Haydar'ın yüzüne bakmaya çalışıyordu. Fakat sineklerden yüzünü bir türlü seçemiyordu.

Bir müddet bekledikten sonra pâdişah artık dayanamayıp: "Mübarek! Şu sinekleri kovalasanız da yüzünüzü bir görsek." dedi. Baba Haydar; "Sultânım! Siz cihân pâdişâhısınız, sizin yanınızda -sinek dahi olsa- bize söz söylemek düşmez. Sinekleri sizin kovalamanız daha münâsiptir." deyince, pâdişah sinekleri kovalamaya başladı, lâkin başarılı olamadı. Nihayet Baba Haydar hazretleri kalkıp, sineklere pencereyi göstererek: "Haydi bakalım!" deyince, bütün sinekler komutandan emir almış askerler gibi odayı tek kol halinde hemencecik terketti. Sinekler odayı terk edince pâdişah, karşısında nûr yüzlü, mûnis bir zâtın durduğunu gördü. Elini öpmek istedi lâkin Baba Haydar bundan imtina etti. Pâdişah ona bir ihtiyâcının olup olmadığını sordu. O ise teşekkür ederek "sağlığınıza duâcıyım" dedi. Pâdişah, minderin altına bir kese altın bırakmak istedi ise de bunu fark eden Baba Haydar, eliyle keseyi iterek: "Mâdem bir hayır-hasenat yapmak arzusundasınız o hâlde şuracığa küçük, mütevâzı bir mescid inşâ edilmesini dilerim." dedi. Pâdişâh bu isteği büyük bir memnûniyetle kabûl etti. Câmi kısa zamanda tamamlandı. Câminin açılışında diğer devlet erkânıyla birlikte Kânûnî Sultan Süleymân Han da hazır bulundu. 

Nakşibendî Zâviyesi Olarak Biliniyor

Hadikat'ül-Cevâmi'de Baba Haydar Câmi-i Şerîfi için: "Bânîsi, Sultan Süleyman Hân Hazretleri'dir. Baba Haydar için uğur saydığı için yaptırmıştır." denmektedir. Baba Haydar 1550 senesinde vefât ettiğine göre câmi bu târihten evvel inşâ edilmiş olmalı. Câmi ilk hâliyle mescid-tekke niteliğini taşımaktaydı. M. Baha Tanman'ın verdiği bilgilere göre III. Mustafa Han devrinde [1757-1774] Eyüp’te Arpacı Mescidi imamı Şeyh Abdullah Efendi, aynı zamanda tekkenin tevhîdhânesi olan mescide bir minber ekleyerek burasını câmiye dönüştürmüştür. Geçirmiş olduğu çeşitli onarımlara rağmen asıl şeklini koruyan câmi-tevhidhâne günümüzde câmi olarak kullanılmaktadır. 

Câmi dikdörtgen planlı, moloz taş örgülüdür. Ahşap son cemaat yeri önünde, eliböğründe denilen payandaların taşıdığı geniş bir saçak bulunur. Normalin dışındaki bu özel uygulama mütevâzı ölçekteki câmiye farklı bir görüntü ve hava veriyor. Kurşun kaplı, külâhlı minâresi câminin kuzeybatı köşesindedir. Son cemaat yerinden geçilerek ulaşılan minârenin almaşık örgülü, kare planlı kaidesi ile küfekiden örülmüş baklavalı pabucu ilk inşâ dönemine, yuvarlak gövde ile basit demir parmaklıklı şerefesi ise XVIII. yüzyıldaki bir onarıma târihlendiriliyor. Mehmet Nermi Hakan'ın verdiği bilgilere göre vaktiyle burada bulunan tekkenin adı, 1199 [1784] târihli tekkeler listesinde "Baba Haydar Nakşibendî Zâviyesi" diye kayıtlıdır. Mâbed, II. Abdülhamid Han Devri'nde [1892] tâmir edilmiştir.

Baba Haydar Câmi-i Şerîfi'nin genişçe sayılabilecek bir haziresi vardır. 1636-1877 târihleri arasında pek çok şâhidenin yer aldığı Baba Haydar Câmi-i Şerîfi Haziresi'nde medfun bulunan zâtlardan birisi de Fatih Câmi-i Şerîfi civârında yer alan Emir Buhari Tekkesi şeyhlerinden Abdurrahman Efendi'dir. 1774 târihli şâhidesinde şu ifâdeler yer alır: Hüve'l-Hayyu'l-Bâkî/ Kad intikale/ el-merhûm/ Eş-Şeyh, Es-Seyyid/ Abdurrahman Efendi/ Hangâh-ı Şeyh Hazret-i/ Emir Ahmed el-Buhârî/ Fî civârı Ebû'l-Feth [Fatih] / Sene: 1188/1774

Çeşme Yok Olmak Üzere

Baba Haydar Câmi-i Şerîfi karşısında 1836 târihli bir de çeşme bulunur. Baba Haydar Câmi-i Şerîfi imâmı İsmail Efendi hayrâtıdır. Günümüze ulaşmayan ve beyzî bir madalyon içerisine yazılan kitâbesi şöyledir: “Sâhib-ül hayrat Haydar Dede İmamı El-hac İsmail Efendi rûhu ola şâd /1252 [1836]” Çeşme, özgün hâlinden maalesef eser kalmamış, harap vaziyettedir. Târihimiz, kültürel mîrâsımız gözlerimizin önünde mum gibi eriyip gidiyor, yok oluyor. Bizler ise çâresizlik içerisinde bunu seyrediyoruz. İçler acısı durumdaki çeşme lisân-ı hâl ile böyle söylüyor bizlere. Varsa bir hükmü çeşmenin ihyâsı noktasında ilgililerden bir hamle, bir hareket bekliyoruz. Hiç olmazsa hâtırası yaşatılsın!.

Isınmayan Kazan

Baba Haydar Semerkandî Hazretleri vefât ettiği âna kadar bu câmide imamlık yaparak, irşad faaliyetlerini sürdürdü. Güller derdi, gönülleri nakış nakış işledi. Bir sonbahar günü sabaha karşı her fânî gibi Baba Haydar Semerkandî hazretleri de fenâ âleminden beka yurduna göç eyledi. Asırlardan beri, dilden dile, gönülden gönüle ulaşan rivâyetlere göre mahalle halkı ona son vazîfelerini yapmak için birbirleriyle âdetâ yarıştı.

Hikâyedir: Mahalle halkının sabah namazından beri yakmaya çalıştığı su kazanı, altına ne kadar odun attılarsa da öğle vakti yaklaşmasına rağmen bir türlü ısınmıyordu. Baba Haydar Efendi'nin vefâtını duyan Kanuni Sultan Süleyman Han da vefat haberini alır almaz büyük üzüntü içinde mescide geldi. Mahalle sâkinlerinden biri durumu pâdişâha arz etti. Bunun üzerine pâdişah gözleri dolu bir şekilde yanındakilere: "Baba Haydar'ın kulübesinin üzerindeki ağaç dallarını getirip kazanın altına koyun." diye emir verdi. Zâten Baba Haydar'ın üç beş dal ile örtülü kulübesinden başka dünyalık hiçbir şeyi yoktu. Hemen kulübenin üzerindeki ağaç dallarını kırıp kazanın altına attılar. O anda su ısınmaya başladı. Gasil işlemi tamamlandıktan sonra öğle namazını müteakip kılınan cenaze namazının ardından kulübesinin olduğu yere defnedildi. 

Hikâyesi Olan Bir Milletiz

Halk arasında tevâzu ve zühdü ile şöhret bulan Baba Haydar Semerkandî Hazretleri'nin kabr-i şerîfleri câmi avlusuna girildiğinde, sol taraftaki küçük hazirededir. Mermer bir levha üzerinde, üç mısrâ hâlindeki kitâbede şu ifâdeler yazılıdır: "Kutb'ül-ebrâr ve'l-ahyar Baba Haydar en-Nakşibendî es-Semerkandî Hazretleri'nin merkâd-i münevverleridir ki / Azîz-i müşa'rünileyh ekâbir-i hacegân-ı Nakşibendiyye'den Hâce Ubeydullah Ahrar Hazretleri'nin / hülefâyı kirâmından olup dokuzyüz elliyedi târihinde irtihâl-i dâr-ı bekâ buyurmuşlardır. Kuddise sirruhu / Sene: 957 [1550]." Kitâbe, Aziz ketebesini taşımaktadır. Civârı Eyüp Sultan'da, sükûnetin hâkim olduğu huzurlu bir ortamda tefekkür etmek, Kanunî Sultan Süleyman Han'ın rûhaniyetli bir yâdigârını görmek ve Baba Haydar Semerkandî Hazretleri'nin rûhunu bir Fâtiha, üç İhlâs-ı Şerîf'le şâd etmek isterseniz sizleri de Nişanca yamaçlarına bekliyoruz. 

Baba Haydar Câmi-i Şerîfi'ne nasıl gidilir? Feshane karşısındaki Cezeri Kasım Akar Çeşmesi Caddesi'ne girip yürüyoruz. Cadde bitiminde bizi Semiz Ali Paşa hayrâtı olan çift yüzlü bir çeşme karşılar. [1558] Az ötede Cezeri Kasım Paşa Câmi-i Şerîfi vardır. [1515] Semiz Ali Paşa Çeşmesi'nin yanındaki cadde Baba Haydar Caddesi'dir. Hiçbir yere sapmadan cadde boyunca yürüdüğümüzde Nişanca eteklerindeki Baba Haydar Câmi-i Şerîfi'ne vâsıl oluyoruz. 

Osmanlı, hikâyesi olan bir devlet. Onda her şeyin, herkesin bir hikâyesi var. Böyle hikâyeler/menkıbeler olmasa bugün belki de köklerimize, gönül coğrafyamıza, medeniyetimize dâir nice izden, ecdâdımızın nice güzelliğinden haberimiz dahi olmayacaktı. Tıpkı sadaka taşları, mola taşları, zimem defterleri, diş kirâsı gibi…

Aralık 2023, sayfa no: 66-67-68-69

Abone Ol

En son haberleri doğrudan gelen kutunuza alın. Asla spam yapmayız!

Sosyal Medya Hesapları

Mesaj Bırak