Fatih Sultan Mehmed Hân'ın, fethin hemen ardından Eyüp Sultan'da özgün bir Osmanlı semti oluşturmak için kolları sıvadığı kaynaklarda yer alır. Özellikle Eyüp Sultan'ın tercih edilmesinin sebebi mâlûm olduğu üzere Mihmandâr-ı Rasûl, Hazret-i Hâlid bin Zeyd Ebû Eyyûb el-Ensârî'nin burada medfun olmasıdır. (Bundan sonra Eyüp Sultan olarak zikredeceğiz). Fatih, buranın îmârı ve ihyâsı ile özel olarak ilgilenmiş, hocası Akşemseddin Hazretleri'nin desteğini de hassaten ricâ etmiştir. Bu strateji doğrultusunda Anadolu'nun farklı bölgelerinden Müslüman halk kitleler hâlinde semte getirilerek burada iskânları sağlanmıştır. Geldiğimiz noktada müşâhede ediyoruz ki beş asır önce hayâl edilen hedefe ulaşılmıştır. Her ne kadar günümüzde vaktiyle olduğu gibi ihtişamlı olmasa da bunun yansımalarını gözlemlemek, hissetmek hâlâ mümkün.
Peygamber Efendimiz’i (sav) yedi ay evinde ağırlamış, ebediyete irtihallerine kadar en yakınında bulunma bahtiyarlığına erişmiş, azîz misâfirimiz Eyüp Sultan Hazretleri’ne yakın olmak milletimizde âdetâ tutku hâline gelmiştir. Bunun bir tezâhürü olarak fethin hemen ardından oluşturulan külliyenin çevresinden başlamak üzere semtin dört bir yanı câmi, çeşme, hamam ve imâret gibi yapılarla mîmârî yönden îmâr edilirken mânevî-uhrevî olarak da ihyâ edilmiştir. Muhtelif tarîkatlara âit tekkeler semti âdetâ bir gülistana çevirmiştir. Bu; kokuları, renkleri, neşveleri farklı farklı olan bir gülistandır. Tekkelerin tasavvuf, edebiyat, sanat, kültür ve tefekkür dünyâmızdaki yeri tartışmasızdır. Vaktiyle birer medeniyet üniversitesi gibi fonksiyonları hâiz olan bu mecrâlardan nice müstesnâ şahsiyet yetişmiştir. Önyargıdan ve taassuptan uzak olarak geniş çaplı araştırmalar yapıldığında kuşkusuz bu müesseselerin irfan dünyâmızdaki yeri ve önemi daha iyi kavranacaktır. İşte bu rûhâniyetli mekânlardan birisi de Ümmî Sinan Tekkesi’dir. Ümmî Sinan Dergâhı, Sinaniye Tekkesi ve Nasuh Dede Tekkesi olarak da bilinir. Eyüp Sultan, Düğmeciler Mahallesi’nde, Ümmî Sinan Sokağı’ndadır.
Caddeden gelince sol köşede, Gül Baba haziresi vardır. Mehmet Nermi Haskan'ın Eyüp Sultan Tarihi isimli eserinde verdiği bilgilere göre Fatih Sultan Mehmed Hân'ın dökümcübaşısının kabri burada bulunmaktadır. Semte yanlış olarak Dökmeciler yerine Düğmeciler denmektedir. (c.2., s.256, İst., 2009) Bahse konu hazirenin tam karşısında, caddenin orta yerinde bir kabir daha bulunur. Üzerinde yazılı bulunan tabelaya göre Gül Baba Hazretleri’nin kabri buradadır. Ancak etrâfı çevrili bu alanda vaktiyle bir kabir olduğuna dâir herhangi bir emâre bulunmamaktadır. Bu sebeple kabrin mahalle sâkinleri tarafından sonradan oluşturulduğu tahmîn edilmektedir. Mekâna uzanan caddenin başlangıcında Eyüp Stadyumu ve Sultan Center diye bilinen binâ yer alır. Merkeze biraz uzak kaldığı için pekçokları tarafından bilinmez. Biz dahi Eyüp Sultan'da ikamet etmeye başladıktan yaklaşık yedi yıl sonra ziyâret edebildik.
Hayatta her şey bir vesîleye bağlı. Hiçbir şey kendiliğinden meydana gelmiyor. Zannediyorum 2012 senesi idi. Doktora çalışmasını tamamlamak üzere Amerikan'dan ülkemize gelen Timur Hammond'un dâveti üzerine gerçekleşmişti bu ziyâret. Daha sonraları ne zaman bunalsam soluğu bu rûhâniyetli mekânda alır oldum. Yukarıda da ifâde ettiğim üzere biraz tenhâda kaldığı için pek ziyâretçisi bulunmaz. Bu sebeple ortam her zaman sâkindir. Bânîsinin ve civarda medfun şahsiyetlerin rûhâniyetini mekânda hissedebiliyorsunuz. Bu sebeple evet, “mekânların da rûhu vardır” sözü burada tam anlamını buluyor. Ziyâretlerimin ikisinde tekkeyi yakından inceleme fırsatı buldum. Diğer ziyâretlerimde içeriye giremedim. Hâcet penceresinden bir Fâtiha ile üç İhlâs-ı şerîf okuyup gerisin geri döndüm. Yâ nasip!..
Buradaki Tekke, 16. yüzyıl ortalarında Ümmî Sinan'ın halîfelerinden Şeyh Nasuh Dede tarafından kurulmuştur. Halvetiyye'nin Ahmediye şûbesinin Sinaniye kolunun kurucusu Ümmî Sinan'ın türbesinin burada yer alması sebebiyle tekke Sinânîliğin pîr makâmı yâni âsitânesi olarak kabûl edilir. Tekkenin kesin inşâ târihi bilinmemektedir. Kânûnî'nin, Topkapı-Şehremini civârında Ümmî Sinan için yaptırdığı rivâyet edilen asıl tekke 1551 târihinde inşâ ettirildiğine göre Eyüp Sultan'daki tekke bu târihten sonra yapılmış olmalıdır. (Haskan, a.g.e., s.256.) Ümmî Sinan'ın asıl adı İbrâhim'dir. 16. yüzyılın müstesnâ mutasavvıflarından biri olarak kabûl edilir. Doğum yeri ile ilgili farklı rivâyetler vardır. Nuran Çetin, “Osmanlı’da Bir Halvetî Tekkesi: Ümmî Sinân Dergâhı” isimli makâlesinde Bursa doğumlu olmasının daha muhtemel gözüktüğünü bildirir. (Ankara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi, 56:1; 2015. s.162.) Çetin, adı geçen makâlesinde, Ümmî Sinan'ın gerçekte medrese eğitimi aldığını, bir âlim olduğu halde Hz. Peygamber'in (sav) “En-Nebiyyü'l-Ummî” diye methedilmesi sebebiyle ve gördüğü rüyâ üzerine teberrüken “Ümmî” lakabını almayı uygun gördüğünü zikreder. (a.g.m., s.162.) Anadolu ve İstanbul'da ömrünü ilmî ve tasavvufî faaliyetlerle geçirerek 1567 yılında fânî âlemden bâkî âleme göç eylemiş ve Eyüp Sultan'da türbesinin bulunduğu yere defnedilmiştir. Türbenin Ümmî Sinân Sokağı’na bakan hâcet penceresinde şu beyit yer alır: “Mürîd-i râh-ı Hakk'a kıblegâh-ı âşıkândır bu / Edeple gir, gözün aç türbe-i Ümmî Sinan'dır bu.”
Tekkenin dış kapısından girdiğimizde, muhtelif meyve ağaçlarının yer aldığı, genişçe sayılabilecek bahçeli avlusu bizi selâmlar. Hemen sol tarafımızda semâhâne-mescid ve türbe bulunur. Türbe bölümüne sağ ayakla ve eşiğe basmamak ihtârıyla, edeple girilir. Haskan’ın bildirdiğine göre türbe kapısı üzerinde, günümüze ulaşmayan şu kitâbe bulunuyormuş:
“Tecelligâh-ı Bârî mültecâ-yı uşşâkândır bu./ Bütün erbâb-ı vecd ü hâk, bir dârü'l-emandır bu./ Tarîkatden, hakîkatden eğer zevk almak istersen / Dehâlet eyle Sa'di-i türbe-i Ümmî Sinan'dir bu.” (a.g.e. s.,258) Türbe içerisinde iki sıra hâlinde12 sanduka bulunur. Sağ taraftaki beşli grubun ortasında ve etrâfı parmaklıklarla çevrili olan sanduka Ümmî Sinân Hazretleri’ne âittir. Diğer sandukalar Şeyh Nasuh Dede başta olmak üzere diğer tarîkat mensupları ve yakınlarına âittir.
Fevkânî yapıdaki selâmlık bölümünde, günümüzde tasavvuf mûsikîsine yönelik faaliyetler yürütülmektedir. Harem dâiresinde ise tekkenin son dönemdeki postnişini Yahya Galip Kargı'nın yakınları ikâmet etmektedir. Bilindiği üzere 1925 yılında tekkelerin kapatılmasıyla birlikte mevcut yapılar kaderine terk edilmiş, pek çoğu günümüze ulaşamamıştır. Şeyh Efendi’nin burayı ikametgâh olarak kullanması tekke ve civârının özgün olarak günümüze ulaşmasını sağlamıştır. Müştemilat en son 1980 yılında aslına uygun olarak onarılmıştır. Tekke bahçesinde, türbenin arka kısmında zamanla bir hazire oluşmuş ve pek çok tarîkat muhibbânı buraya defnedilmiştir. Sokağın bitiminde yer alan kitâbesiz çeşmeyi de tekkenin tamamlayıcı bir unsuru olarak kabûl edebiliriz.
Mutasavvıf şâirlerden olan Ümmî Sinan Hazretleri'nin ilâhî aşkı ve Efendimiz’e (sav) olan muhabbetini yansıtan şiirleri milletimiz tarafından pek sevilmiş, bestelenmiş ve günümüze kadar gelmiştir. İşte bunlara bir örnek: “Seyrimde bir şehre vardım / Gördüm sarayı güldür gül / Sultânının tâcı tahtı / Bağı duvarı güldür gül / Gül alırlar gül satarlar / Gülden terâzi tutarlar / Gülü gül ile tartarlar / Çarşı pazarı güldür gül…”
Pîr Ümmî Sinan Hazretleri, zaman zaman 17. yüzyılda yaşayan Elmalılı Ümmî Sinan ile karıştırılır. Elmalılı'nın pek çok eseri ona nisbet edilir. Azmi Bilgin, Eyüp Sultan Sempozyumları çerçevesinde sunduğu “Ümmi Sinan” isimli bildirisinde konu ile ilgili şu bilgileri verir: “Ümmî Sinan’ın şiirleri müstakil bir dîvân hâlinde değildir. Çeşitli şiir mecmualarında, güfte ve beste mecmualarında dağınık haldedir. Ayrıca Bursalı Mehmed Tahir, Risâle-i Şerîfe-i Ümmî Sinan adlı bir eserini gördüğünü belirtir. Türkçe Yazma Dîvânlar Kataloğu’nda Ümmî Sinan adına kaydedilen dîvân nüshaları Elmalılı Ümmî Sinan’a (öl.1657) âittir. Pîr Ümmî Sinan Hazretleri Dîvânı adıyla yayımlanan (İstanbul 2001) kitapta yer alan şiirlerin de büyük çoğunluğu Elmalılı Ümmî Sinan'a âittir. Ümmî Sinan'ın şiirleri henüz tam olarak tesbît edilip yayınlanmamıştır.” (c.6. s.51., 2002)
İstanbul, sînesinde nice hikâyeleri barındıran, medeniyetlerin kesiştiği kadîm bir şehirdir. Evet, bütün olumsuzluklara, hoyratça örselenmesine rağmen İstanbul, hâlâ efsunlu güzellikler menbaıdır. Bu özelliğini kıyâmete kadar da devâm ettireceğine inanıyoruz. Tabiîdir ki bu güzelliklere, inceliklere vesîleler arayıp emek ve gayret sarf etmekle ulaşılabilir. Bu biraz da nasip işidir. Yâ Nasîb!..
Aralık 2019, sayfa no: 50-51-52-53
Abone Ol
En son haberleri doğrudan gelen kutunuza alın. Asla spam yapmayız!
Mesaj Bırak