Evlilik dediğimiz şey sadece iki kişinin aynı evde yaşaması değildir. Aslında bu, iki ayrı geçmişin, iki farklı bakış açısının, iki başka dünyanın bir araya gelmesidir. İşte tam da bu yüzden “biz” olabilmek önemlidir; fakat tek başına yeterli değildir. Çünkü evlilikte sağlıklı bir “biz” olabilmek için, önce sağlıklı bir “ben” olabilmek gerekir.
Ne yazık ki toplum olarak, birlik ve beraberlik fikrini o kadar kutsallaştırıyoruz ki, bireyin kendisi olmasına yeterince alan bırakmıyoruz. Oysa evlilik, kendinden vazgeçmeden eşlik etmeyi öğrenme yolculuğudur. Bu yazıda tam da bunu konuşacağız: Kendimizi kaybetmeden birbirimize nasıl eş olabiliriz?
Evlilik denilince genelde akla birlikte yaşamak gelir. Aynı evde oturmak, aynı yastığa baş koymak, birlikte yaşlanmak... Hep bir “beraberlik” hali. Toplum olarak birlikte olmayı çok önemsiyoruz. Aile bağları, özel günlerde bir araya gelme kültürümüz, “biz” olmayı kutsayan sözlerimiz hep bunun göstergesi. “Bir yastıkta kocayın” deyimi de bu anlayışın güzel bir örneğidir.
Fakat biz genellikle “biz” derken “ben”i ihmal ediyoruz. Oysa sağlıklı bir ilişki, birinin tamamen geri çekilmesiyle değil; iki bireyin de kendi kimliğinden vazgeçmeden kurdukları bağ ile mümkündür. Özellikle gençlere evlilik öncesi yapılan telkinlerde sıkça duyduğumuz “Eşin ne derse o olur”, “Fedakârlık yap, idare et” gibi söylemler, zamanla bireyin kendi ihtiyaçlarını, hislerini bastırmasına yol açabiliyor.
Elbette evlilikte ortak kararlar, uzlaşmalar olacaktır. Ancak bu, kişinin kendisinden tamamen vazgeçmesi anlamına gelmemelidir. Çünkü kişi kendini tanımıyorsa, ne istediğini bilmiyorsa, neyin ona iyi geldiğini fark etmiyorsa, ilişkide de yönünü bulamaz. Önce kendi merkezimizi bilmemiz, ardından o merkezden hareketle bir ilişki kurmamız gerekir.
Evlendikten sonra çiftlerin en sık yaptığı hatalardan biri de şudur: Hayatlarını birleştirirken bireysel alanlarını tamamen feda ederler. Oysa kişisel alanlar, bir ilişkinin nefes alma aralığıdır. Kendimize ait zamanlar, hobiler, arkadaş çevresi, yalnız kalma ihtiyacı... Bunların her biri hem bireyi hem de ilişkiyi besler. Gerçek yakınlık, sürekli dip dibe olmakla değil; birbirine alan açabilmekle kurulur.
İlişkide sevgiden söz ederken çoğu zaman gözden kaçırdığımız bir gerçek vardır: Kendiyle iyi bir ilişkisi olmayan biri, başkasıyla da uzun vadede sağlıklı bir ilişki kuramaz. Sürekli eşinin ne yaptığına odaklanan, onun üzerinden kendini tanımlamaya çalışan biri zamanla tükenir. Çünkü kendisiyle teması koptukça duygusal olarak da yıpranır.
Örneğin; halı sahaya gitmek isteyen bir eşin “Bugünlük izin alabilir miyim?” der gibi konuşması ya da komşuya oturmaya gidecek bir kadının, eşinin surat asacağından çekinmesi... Bunlar bize şunu gösterir: İlişkinin içinde birey olabilmekte zorluk yaşanıyor. Eşine alan açmak; suçlamadan, hesap sormadan, gönül koymadan serbest bırakabilmeyi içerir. Çünkü özgürlük sadece “Gidebilirsin” demek değildir. Asıl özgürlük, “Gidip geldiğinde seni aynı içtenlikle karşılayabiliyorum” diyebilmektir.
Bazen çiftler, birbirine alan tanıdığını düşünse de aslında bir tür duygusal cezalandırma uygular. “Git tabii” deyip ardından soğuk davranmak, imalı cümlelerle yüklenmek, sessizce sitem etmek... Bunlar gerçek bir anlayışın göstergesi değildir. Bir ilişkide sadece davranış değil, niyet de çok şey anlatır. Eşiniz dışarıdan geldiğinde içtenlikle “Güzel geçti mi günün?” diye sormak, “Ben seni olduğun gibi görmekten mutluyum” demektir.
Bu noktada “sınır” kavramı devreye girer. Evlilikte sağlıklı sınırlar, ilişkinin çerçevesini belirler. Ne kendini feda edecek kadar geri çekilmek ne de karşı tarafı hiçe sayacak kadar bireysel olmak doğrudur. Denge işte burada gizlidir: Birbirini gözeterek ama kendi benliğinden de vazgeçmeden yürüyebilmek... Bu da ancak karşılıklı güven ve anlayışla mümkündür.
Her insanın kendi alanı, zamanı, hali olmalıdır. Eşinizin hobileri olabilir; sizin de haftalık arkadaş buluşmanız olabilir. Bunlar bir tehdit değil, ilişkinin doğal destekçileridir. Çünkü biz, ancak kendisiyle barışık bireyler olduğumuzda karşımızdakine gerçek bir “eş” olabiliriz.
Unutmayalım: Hayattaki her şey zıtlıklarla anlam kazanır. Gece–gündüz, sessizlik–ses, yalnızlık–beraberlik... “Ben” olmadan “biz” olmuyor. Evlilik, iki ayrı kişinin bir araya gelip birbirini bütünlemesiyle mümkündür. Ancak bu bütünleşme, kendinden vazgeçerek değil; birlikte büyüyerek gerçekleşir.
Evlilik hem birlikte yürümek hem de ayrı ayrı ayakta durabilmeyi öğrenmektir. Birbirine omuz verirken, kendi sırtını da sağlam tutabilmektir. Ne sadece “biz” olmak, ne de yalnızca “ben” olmak... Bu iki hali bir arada tutabildiğimizde ilişki gerçek anlamda gelişir. Kendini tanıyan, sınırlarını bilen, neye ihtiyaç duyduğunu fark eden insanlar, birlikte yaşama sanatını da daha kolay öğrenir.
İşte bu yüzden diyoruz ki: Evlilikte “ben” olmadan “biz” olmaz. Ve bunu fark eden çiftler, ilişkilerini sadece sürdürmekle kalmaz; birlikte gelişmenin ve olgunlaşmanın huzurunu da yaşar.
“Ben”i kaybetmeden “biz” olabilmek ümidiyle...
Haziran 2025, sayfa no: 9-10
Abone Ol
En son haberleri doğrudan gelen kutunuza alın. Asla spam yapmayız!
Mesaj Bırak