İnsan varlıklar âleminin göz bebeğidir. Hazreti Ali’nin (ra) ifâdesiyle, “âlemin küçültülmüş” hâli, Şeyh Galib’in deyimiyle “zübde-i âlem” yâni âlemin özüdür. Ahsen-i takvîm üzere yaratılmıştır. En üstünüdür. Rûhu Âlâ-yı İlliyyîn’dendir. Yücelerin en yücesine âittir. Bedeni ise dünyâdandır. “Hani Rabbin meleklere demişti ki: “Ben şekillenebilir özlü balçıktan, (şekil verilip) kurutulmuş çamurdan bir insan yaratacağım”. “Onun şeklini tamamladığım ve ona rûhumdan üflediğim vakit siz de hemen onun için secdeye kapanın.”1 Dolayısıyla insanın varlıklar âlemindeki üstünlüğünü koruması rûhunun âit olduğu en üst mertebe yâni Âlâ-yı İlliyyîn’le bağlantı kurması ve oraya yükselmesiyle mümkündür. Aksi takdirde bedenin âit olduğu en aşağı mevki yâni Esfel-i Sâfilîn’de kendine yer bulacaktır. Ya da ikisi arasında med ve cezir yâni git gel yaşayacaktır.
Allah (cc) insanın kendisine yaklaşması, irtifâ kazanması ve değerini koruması için rûhun içerisine kendisiyle irtibat kuracak kalp yerleştirmiştir. Kastımız bedenin kendisiyle hayâtiyet kazandığı çam kozalağı şeklindeki kan pompası değildir. Rûhun bir parçası; içinde îman, akıl, hikmet, basîret, firâset, vicdan, muhabbet, süveydâ-i derûn, arşullah, kenzullah, ledunniyat bulunan, Allâh’ın nazargâhı, Beytullâh’ı olan ve sınırı olmayan kalptir. Türkçemizde gönül, yürek diye isimlendirilir. Kur’ân’daki karşılığı ise ‘fuad’tır. Allâh’ın kuluyla irtibat noktasıdır. Bundan dolayı da şeytan ve nefsin hedef tahtasındadır. Şeytan kalbe vesvese verir. “De ki: “Cinlerden ve insanlardan; insanların kalplerine vesvese veren sinsi vesvesecinin kötülüğünden, insanların Rabbine, insanların Melik'ine, insanların İlâh'ına sığınırım.”2 Nefiste hem insan vücut ikliminin başkenti olan kalbi işgâl eder hem de kötülük emreder. “Andolsun, insanı Biz yarattık ve nefsinin ona verdiği vesveseyi de Biz biliriz.”3 “Ben nefsimi temize çıkarmam, çünkü Rabbimin merhamet ettiği hâriç, nefis aşırı derecede kötülüğü emreder.”4
Aslında uzaklık, yakınlık, mesâfe, zaman ve mekân insan için geçerlidir. Allah tüm bunlardan münezzehtir. O (cc), her an her yerdedir.5 Herkese herkesten daha yakındır.6 Allâh’ın yakınlığı Zât-ı Zülcelâl’iyle değildir. Esmâ ve sıfatlarıyladır. Çünkü O, mekândan münezzehtir. Ancak kulun bu yakınlığı hissetmesi Allah’la irtibat noktası olan kalbinin vesveseden, kalbî hastalıklardan, illetlerden ve her türlü günah kirlerinden arınmış olmasına yâni selîm olmasına bağlıdır. Geçmiş büyükler buna “selâmet-i sadr” derlerdi. Selîm olmayan bir kalp mesâfe olarak değil de mânen Allah’tan uzaktır. O zaman, kalb-i selîm ne demektir? Ve nasıl olmalıdır?
İsmail Hakkı Bursevî (ks): “Allâh’ın yarattığı fıtrî özellikleri koruyan ve o özelliklerden sağa sola meyletmekten selîm olan kalptir. Böyle bir kalp Hz. Âdem’de (as) olduğu gibi Allâh’ın celâl ve cemâl sıfatlarının yansıdığı ayna gibidir.”7 şeklinde târif etmektedir. Yâni ilk yaratıldığı andaki sâfiyetini, berraklığını koruyan kalp. Hz. Âdem’in (as) kalbi. Fıtrî kalp. Sevgili Peygamberimiz’in (as): “Her doğan fıtrat üzere doğar.”8 buyurduğu kalp. Bu kalp selîm olduğu için Allâh’ı kabûle müsâittir. Yine Peygamber Efendimiz’in (as): “Kul bir günah işlediğinde kalbine siyah bir nokta konulur. O, bunu tövbe ve istiğfar ile koparıp attığı zaman kalbi cilâlandırılır. Fakat tekrar günâha dönerse o noktalar arttırılır. Nihâyet kalbini kaplar. İşte bu Cenâb-ı Hakk’ın sözü geçen âyet-i kerîmede beyan buyurduğu Rân (pas)dır.”9 İlgili âyet-i kerîmede Allah (cc) şöyle buyurmaktadır: “Hayır hayır! Doğrusu onların kazanmakta oldukları kalplerini paslandırmıştır.”10
Kalb-i selîmin bu târifinden anladığımız kadarıyla kulun Allâh’a yakınlığı, kalbin temizliğini, aynalığını, fıtratını ve selâmetini korumasıyla mümkündür. Bu da ancak kalbin tasfiyesiyle gerçekleşir. Bu konuda Ebu Süleyman Ed-Dârâni (ks), tasfiye edilmiş selîm kalbi şöyle târif etmektedir: “İçinde Allah’tan başka hiç bir şey olmayan kalptir.”11 Yâni kalp Beytullâh -Allâh’ın evi- olduğuna göre o evde ondan başka kimsenin olmaması gerekir. Şâir de Allâh’ın kulun kalbine tecellî etmesi için şöyle demektedir:
Sür çıkar ağyârı dilden tâ tecellî ede hak
Padişah konmaz saraya hâne mâmur olmadan.
Ebu Osman El Hiyri en-Nisaburî (ks), selîm kalp için temizlenmesi gereken şeyleri şöyle sıralamaktadır: “Şirkten, saptırıcı arzulardan, gösteriş ve kendini beğenmekten ve Allâh’ın zikri dışındaki her şeyden arınmış olmalıdır.”12
İmam Kuşeyrî selîm kalbin kapsam alanını biraz daha genişleterek kalbi selîm’i: “Her türlü gafletten, dalâletten, bid’atten, gıybetten, ihtiyaçtan, özürden, şehvetten, miskinlikten13, evham ve vesveseden ve kinden arınmış kalp.”14 diye târif etmektedir.
Mahmûd Sâmî Ramazanoğlu hazretleri ise Allâh’ın yakınlığını hisseden selîm kalbin varlıklar âlemine bakışının da bu kurbiyyete yakışır olması gerektiğini ifâde etmektedir. O’na göre kalb-i selîm; “incitmeyen ve incinmeyen kalptir.” Bu târife göre Allâh’ın bütün mahlûkâtına şefkat nazarıyla bakılacak ve böyle muâmele edilecektir. İncitilmeyeceklerdir. Burada Allâh’ın hatırı gözetilmektedir. Çünkü selîm kalp her şeyin sâhibinin Allah olduğunu hissetmektedir.
Mahmûd Sâmî Ramazanoğlu’na (ks) göre, incitmemek nisbeten daha kolaydır. Ancak incinmemek daha zordur. Zîrâ bu hal kalbin artık gelen her şeyin Allah’tan geldiğini hissetmesiyle mümkündür.
Hacı Hasan Efendi (ks) de kalb-i selîm’i şöyle târif etmektedir: “Îmânın reis-i cumhur, aklın başbakan, tevâzu, kanâat, hilm gibi güzel huyların bakanlar olduğu, dostun yâni Allâh’ın hâkim olduğu bir kalptir.”15
Sonuç olarak,
Kulun Allâh’a yaklaşması, kurbiyyet kesb etmesi ancak kalb-i selîm’le mümkündür. Bu da kalbin önce Allâh’ın dışındaki her türlü ârızalardan, mânevî hastalıklardan; şirk, küfür, günah, dünyâ muhabbeti, şehvet, şöhret, kin, haset, düşmanlık, şeytânî ve nefsânî sıfatlardan ve etkilerden, kir ve paslardan temizlenmesiyle olur. Dahası da vardır. Kalp, bu tahliyesinden sonra zikir, fikir, muhabbet, ledünniyat ve Allâh’ın ahlâkıyla tezkiye edilmeli ve fıtrî kalbin aynası cilâlanmalıdır..
Dipnotlar:
1 Hicr 16/ 28-29.
2 Nâs 114/1-6).
3 Kaf 50/16
4 Yûsuf 12/53.
5 Hadîd 57/4
6 Kaf 57/19
7 İsmail Hakkı Bursevi, Rûhul Meani, 6/288; Mevsutau’l Kesenezani fi Ma istelahe aleyhi ehli’t-Tasavvufi ve’l İrfan, Darul Âyet, 1480 (Beyrut) 18/319
8 Buhârî, Cenâiz, 92
9 İbni Mâce, 3441
10 Mutaffifîn 83/14
11 Mevsutau’l Kesenezani fi Ma istelahe aleyhi ehli’t-Tasavvufi ve’l İrfan, Darul Âyet, 1480 (Beyrut) 18/315
12 Age
13 Mevsuatu’l Kesenezani, 18/317
14 Mevsuatu’l Kesenezani, 18/317
15 Hacı Hasan Efendi; “Gönül Âleminden Sohbetler, Mavi Yayıncılık, (İstanbul) 1/90
Kasım 2024, sayfa no: 10-11-12
Abone Ol
En son haberleri doğrudan gelen kutunuza alın. Asla spam yapmayız!
Mesaj Bırak