Ara

Esmâ-i Hüsnâ Okumak

Esmâ-i Hüsnâ Okumak

“Allah adın zikr idelüm evvelâ

 Vâcib oldur cümle işde her kula”

Süleyman Çelebi

Süleyman Çelebi’nin yazdığı Vesîlet’ün Necât (Mevlîd-i Şerîf) adlı eseri kanâatimce hâlâ anlam dünyâsına tam olarak girebildiğimiz bir eser değildir. Bunun en önemli sebebi bu eserin tefsîr, hadîs, fıkıh ve ahlâk ve tabii ki edebiyat yönünden tam olarak ele alınıp incelenmemesidir. Durum böyle olunca da Mevlîd, daha çok belli merâsimlerde besteli şekilde okunan ve dinleyenlerin duygu dünyâsında büyük etkiler bırakan bir eser olmuştur. Bu da şüphesiz eserin lehine olan bir durumdur ama az önce söylediğimiz mânâ dünyâsına dâir çalışmaların da yapılması hâlinde bize kazandıracakları daha fazla olacaktır.

Bu yazı, belirttiğimiz sebeplerden dolayı Mevlîd’e Esmâ-i Hüsnâ kavramından hareketle bir yaklaşım denemesi olarak anlaşılmalıdır. Bilindiği üzere Esmâ-i Hüsnâ Cenâb-ı Hakk’ın isimleri için kullanılan bir tâbirdir. Bu isimlerin sayısı gelenekte 99 olarak biliniyor olmakla birlikte sayının daha fazla olduğu âşikârdır. Zîrâ sâdece Kur'ân-ı Kerîm’de 100’den fazla isim geçer. Buna hadîslerde geçen isimleri de eklediğimizde sayının daha da arttığı görülür.

Esmâ-i Hüsnâ’nın kaç tane olduğu bir yana burada asıl olan bu isimlerin bize ne ifâde ettiğidir. İlk başta söylenecek olan şudur: Biz bu isimler sâyesinde Cenâb-ı Hakk’ın vasıflarını tanımış olmaktayız. Böylece inandığımız Allâh'ın (cc) hangi özellikleri taşıdığını, nasıl bir varlık olduğunu öğrenme imkânı bulabilmekteyiz. Bu şüphesiz önemli bir durumdur. Çünkü bilgiye dayalı olmayan inanma, berâberinde bâzı sorunlar getirir. Böylece Allah tasavvurumuzda sıkıntılı durumlar ortaya çıkabilir.

 

Mevlîd’de Esmâ-i Hüsnâ

Şimdi bu konu çerçevesinde Mevlîd’e bakalım. Mevlîd, ilk sözleri itibâriyle bir münâcât yahut Tevhîd adını verebileceğimiz bir bölümle başlar. Bu durumu besmele kavramı çerçevesinde ele aldığımızda bir geleneğin yâni İslâmî geleneğin bir gereği olarak düşünebîliriz. Nitekim tarih boyunca müslüman müellifler, sözlerine Allâh'ı anarak başlamışlar ve eserlerinin girişinde Tevhîd ve Münâcât bahsine yer vermişlerdir. Bunu yapmayanlar en azından besmele ile başlayarak sözlerine öyle devâm etmişlerdir.

Süleyman Çelebi de bu geleneğe uyarak eserine besmele ile başlamış, ardından ilk beyti “Allah adın zikr edelim evvelâ/ Vâcip oldur cümle işde her kula” olan bir tevhîd bahsi koymuştur. İşte bu bahis, bize “Allah adın her kim ol evvel ana/ Her işi âsân ide Allah ana”, Allah adı olsa her işün öni/ Hergiz ebter olmaya anun sonı” beyitleriyle her işe başlarken Allah adının anılmasından, böyle yapılırsa işlerin kolay kılınacağından, her işin Allah adıyla tamam olacağından söz eder. Bunlara ilâve olarak da “Bir kez Allah dese aşk ile lisân/ Dökülür cümle günah misl-i hazan/ İsm-i pâkin pak olur zikr eyleyen/ Her murâda erişür Allah diyen” beyitlerinde görüldüğü gibi bu anmanın aşkla, samîmiyetle yapılmasını, böyle yapıldığında kişinin her murâda erişeceğini, arınma sağlanacağını, günahların affedileceğini söyler.

Süleyman Çelebi Tevhîd bahrini burada bitirmez. Bu bölümün ardından “Pâdişah” ismiyle başlayan ve “Celîl” ismiyle biten yüzü aşkın isimden bahseder. Bunlardan bâzıları “Kadîr”, “Kahhâr”, “Muîn”, “Vehhâb”, “Rezzâk”, “Mecîd” örneklerinde görüldüğü gibi tek kelimedir, bâzıları da “Kâsım'ür-rızk, Vâhib’ül-İhsan”, “Sâdıku'l-kavl ü Azîm ü Zü'l-Celâl”, “Kuddûsü's-Selâm” örneklerinde görüldüğü gibi bir terkip olarak karşımıza çıkar. Ama bunların her biri Cenâb-ı Hakk’ın başka bir ismini ifâde eden ve onu hemen bütün özellikleriyle tanımamıza imkân veren ifâdelerdir. Dolayısıyla Mevlîd, bu giriş bahsiyle bizi tam anlamıyla Esmâ-yı Hüsnâ ile bir bütün olarak karşılaştırır.

Esmâ-i Hüsnâ’yı Nasıl Anlamalıyız?

Şimdi bunları okuyup öğrenen kişiye düşen görev, bu isimler mârifetiyle Allâh'ı tanımaktır. Burada “Ben gizli bir hazîneydim. Bilinmek istedim” konusu da açıklığa kavuşur. Bu ifâde her ne kadar yaradılış durumunu ifâde etse de diğer yandan bilmeyi/bilinmeyi gerçekleştiren insana da sorumluluklar yüklemektedir. Çünkü bilmek sorumlu olmayı gerektirir. Bu sorumluluk ise kişinin o isimlerde anlamını bulan özelliklere göre kendini inşâ etmesidir. Diyelim “Settâr” isminin anlamını öğrenmişsek bizim de “kusurları örtücü” olmamız gerekir. “Sâdık’ul-Kavl” ismini öğrenmişsek bize düşen ve yakışan doğru sözlü olmaktır. Zîrâ “Allâh'ın ahlâkı ile ahlâklanınız” düstûru hem âyetlerde hem hadîslerde geçer. İşte bu ahlâklanma bu isimleri öğrenmek ve onlara göre bir ahlâka sahip olmak mânâsında anlaşılmalıdır. Zîrâ Allâh'ın ahlâkı O'nun “Şuûn-u zâtî”sini gösterir. Bunun tezahürü ise onun sıfatlarıdır. Sıfatların unvanları ise isimleridir.

Mevlîd, işte bize böyle bir şuur kazandırmanın derdinde olan bir eserdir. Zâten ilerleyen bölümlerde aynı anlatım, Hz. Peygamber için de yapılacak ve ona dâir Esmâ-yı Nebî olarak bilinen isimlerden de söz edilecektir. İşte Mevlîd’deki Esmâ-ı Hüsnâ bölümünü bu bölümle birlikte düşündüğümüzde karşımıza Kelime-i Tevhîd yâni “Allah’tan başka ilâh yoktur. Hz. Muhammed (sav) O’nun elçisidir.” anlayışı çıkacaktır. Şâir arzu etmiştir ki biz Kelime-i Tevhîd'i sâdece “Allah” ve “resûlü” ifâdeleriyle anlam daraltmasına uğratmayalım ve bunları onların diğer isimlerine açılan bir kapı olarak görelim. Allah adıyla bu kapıyı açarak her biri ayrı bir anlam ve özellik taşıyan diğer isim ve sıfatların dünyâsına girelim. Hele konuya tasavvufî açıdan bakarsak bu durum daha derin bir mânâya da bürünür. Zîrâ Allah bize rûhundan üfleyerek varoluşumuzu sağlamıştır. Kendisini tanımamızı istemiştir. İşte bu tanıma ile dünyâ hayatında böyle bir ahlâka sahip kullar olarak yaşamamızı söylemiştir. Bu yüzden tasavvuf, İlâhî isim ve sıfatların insana ahlâk olarak yansımasını öngörür.

Durum böyle olmasına rağmen biz Esmâ-yı Hüsnâ’yı bu geniş mânâ boyutundan çıkararak, bu isimlerin sâdece lafız olarak tekrârı olarak görmüşüzdür. Beklentimiz de günahların affı, muradlarımızın hâsıl olmasıdır. “Bir kez Allah dise Aşk ile lisân/ Dökülür cümle günah misl-i hazan” ve “İsm-i pâkin pâk olur zikr eyleyen/ Her murâda irişür Allah diyen” beyitlerindeki mânâ elbette doğrudur lâkin biz bu “deme” fiilini aynı zamanda “yaşama” hattâ “yaşatma” mânâsına da büründürmekle mükellefiz. Yâni dilde olanın/söylenilenin kalpte de olması ve oradan aldığı onayla fiile yâni davranış ve harekete dönüşmesi hattâ bunun hayâta, eşyâya yansıtılması gerekir. Konuya böyle bakmazsak mesele, belli sayılarda Esmâ okumak yahut söylemekle sınırlı hâle gelmektedir. Bu da önemlidir ama anlam çerçevesi geniş tutulursa bu söyleyişlerle Allah-insan, tabiat-eşya münâsebeti daha doğru bir şekilde kurulmuş olacaktır. Böyle yapılmadığında yâni ötesine geçilmediğinde ise bu anlayışın kişiyi ve toplumu değiştirici yansımaları olmayacaktır.

Mevlîd’in Tevhîd Çağrısı

Burada tekrar Süleyman Çelebi’ye dönelim. Söylediğimiz gibi onun, eserine Allah adıyla başlayıp ardından Esmâ-i Hüsnâ içinde düşünebileceğimiz isimleri anması öncelikle İslâmî eser yazma geleneğine uygun hareket etmekle ilgilidir ama bunun ötesinde ferdî ve toplumsal mesajı da olan bir tutumdur. Bu mesaja insanın her dönemde ihtiyâcı vardır zîrâ gaflet hâli insanın Allah’la iletişimini zayıflatmakta hattâ koparmaktadır. Ama o dönem şartlarında bu durum daha özel bir duruma da tekabül etmektedir. Zîrâ Fetret devrinin ortaya çıkardığı dînî, siyâsî, zihnî, kalbî, aklî sorunlar vardı. En büyüğü ise Kelime-i Tevhid’de ifâdesini bulan anlayıştan uzaklaşmaktı. İşte Süleyman Çelebi, Bursa Ulu Câmi'nin imamı olarak özelde cemaatine genelde bütün Müslümanlara önderlik vazîfesini yerine getirmek ve Kelime-i Tevhîd anlayışını topluma yeniden hâkim kılmak gâyesiyle böyle bir eser telif etmiştir. Tevhîd’den ruh ve mânâ olarak uzaklaşmanın her devrin sorunu olduğunu düşündüğümüzde Mevlîd’i ve benzer eserleri söylemleri itibâriyle geçmişte kalmış eserler olarak görmemek gerekir. Onlar bu çağda da bize aynı hakîkati duyuran, hatırlatan eserlerdir.

Şubat 2023, sayfa no: 36-37-38-39

Abone Ol

En son haberleri doğrudan gelen kutunuza alın. Asla spam yapmayız!

Sosyal Medya Hesapları

Mesaj Bırak