Ara

Es’ad-ı Erbilî’ye Göre İyiliği Emretmek ve Kötülükten Alıkoymak Görevi Kime Âittir ve Bu Vazîfe Nasıl Yapılmalıdır?

Es’ad-ı Erbilî’ye Göre İyiliği Emretmek ve Kötülükten Alıkoymak Görevi Kime Âittir ve Bu Vazîfe Nasıl Yapılmalıdır?

“Sizden insanları hayra dâvet eden, iyilikleri emredip kötülükten sakındıran bir topluluk bulunsun. Onlar gerçek (mânâda) kurtuluşa erenlerdir.”1 âyet-i kerîmesi gereğince mü’minin iyilik yolunda bulunması ve iyilikleri başkalarına ulaştırması, yine kötülüklerden uzak durması ve başkalarının da uzak kalması için gayret göstermesi ilâhî bir zorunluluk olarak görülmüştür.2 Es’ad-ı Erbilî (ks), bu âyet-i kerîmenin anlam dünyâsına hasrettiği bir mektûbunda meselenin doğru anlaşılması ve hayâta doğru bir şekilde aktarımında vahyin emrettiği hassâsiyetinin gözetilebilmesi için dikkat edilmesi gereken bāzı hususlara işâret etmiştir. Bu çalışmada Es’ad Efendi’nin (ks), emr-i bi’l-ma’rûf ve nehy-i ani’l-münker konusunu çok boyutlu bir şekilde ele aldığı söz konusu mektûbu özelinde konuya dâir görüşlerini paylaşmak istiyoruz. 

Kimler İyiliği Emretmek ve Kötülükten Alıkoymakla Yükümlüdür?

 Es’ad Efendi (ks), yukarda zikredilen âyet-i kerîme gereğince îmân ehlini, kâfirlerin âdet ve gayr-i meşrû işlerinden sakındırmanın zorunlu bir görev olduğunu söylemiş ve toplumsal boyutu îtibâriyle son derece önemli olan bu vazîfenin kimler tarafından icrâ edilmesi gerektiği konusuna değinmiştir. Buna göre emr-i bi’l-ma’rûf ve nehy-i ani’l-münker vazîfesini üstlenmek üzere İslâm ümmeti içerisinde özel yetişmiş bir grup olmalı ve bu vazîfeyi, görevin sorumluluğunu bilen ve aynı zamanda ilmî alt yapısı ile bu vazîfeyi îfâya lâyık olan bu grup yapmalıdır. Bu özel grup, toplumun her kesimini gerçek tevhîde dâvet etmeli, dînin ve aklın meşrû gördüğü şeyleri başkalarından önce kendileri yerine getirmeli, ardından insanların bu meşrû işleri yerine getirmeleri için gayret sarf etmelidir. İyilik ve kötülüğün ne olduğunu bilen ve başkalarına iyiliği emretmeden önce kendi nefsinde onu icrâ etmesi gereken bireylerin oluşturduğu bu grubun kabîh/kötü olan ve meşrû olmayan şeylere karşı insanları uyarmadan kendilerinin bu kötü ve gayr-i meşrû işleri terk etmeleri gerektiğini söyleyen Es’ad Erbilî (ks), bu kimselerin taşıdıkları hassâsiyet dolayısıyla gerçek anlamda kurtuluşa erecek kimseler olduklarını sözlerine eklemiştir. Başkalarına iyiliği emredip kendisi bu iyilikleri yerine getirmeyen veya insanları kötülükten sakındırıp kendisi o kötülükle amel eden kimselerin insanları ilâhî hükme dâvete lâyık olmadıklarını belirten Es’ad Efendi (ks), söylemlerinin tersine hareket eden böyle kimselerin ilâhî hükümleri insanlara hatırlatsalar dahî bu adımlarının insanlar üzerinde bir etkisinin olmayacağını da belirtmiştir. Es’ad Efendi’ye (ks) göre Hakk Teâlâ, insanların ilimden uzak olanlarının cehâlet ve günah karanlıklarından kurtulup ma’rifet nurlarından istifâde edebilmeleri için özel bir grubun/cemâatin ilim ve amel olarak hazır bulunmasını farz-ı kifâye yoluyla farz kılmıştır. Ona göre, iyiliği emredecek ve kötülükten alıkoyacak kimseler “Zâhir” ve “Bâtın” olarak vasıflandırılacak âlimler şeklinde iki grupta mütâlaa edilmelidirler. Bu iki sıfatı bir arada toplayan hakīkī mürşidlerin emr-i bi’l-ma’rûf ve nehy-i ani’l-münker vazîfesini îfâya daha lâyık olduklarını belirten Es’ad Efendi, her iki grubun niteliklerini de zikretmiştir. Şimdi Es’ad Efendi’nin (ks) her iki gruba dâir verdiği bu bilgileri zikredelim. 

İyiliği Emretme ve Kötülükten Alıkoyma Vazîfesinde Zâhir ve Bâtın Ulemâ

Es’ad Efendi, “Zâhir ulemâ” olarak adlandırdığı ilim yolcularının memleketlerini terk edip sevdiklerinden ayrılarak uzun süreler ilim tahsîli için çile çektiklerini, bu anlamda nice zorluklara göğüs gerdiklerini, gurbet ve hasret duyguları ile güçleri nisbetinde gayret gösterdiklerini belirtmiş ve onların ilimde belli bir noktaya geldikten sonra dînî meseleleri isteyenlere öğretmeye gayret ettiklerini söyleyerek onların iyiliği emretmek ve kötülükten alıkoymak vazîfesini îfâya lâyık kimseler oldukları fikrini izhâr etmiştir. O, ulemânın bu gayretinin takdîre şâyân olduğunu nakletmiş ve onlara “Allah, onların çalışmalarını şükre vesîle kılsın” şeklinde duâda bulunmuştur. 

Es’ad Efendi (ks), zâhir ulemâdan emr-i bi’l-ma’rûf ve nehy-i ani’l-münker vazîfesini îfâya daha lâyık olduklarını söylediği bâtın ulemanın, daha hassas bir yaşam ahlâkı ile bu görevi yerine getirmeleri gerektiğine işâret etmiştir. O, Hak yoluna bende olmuş ve irşâda memur kılınmış sâlih ve kâmil velîlerin sürekli olarak kendi kusurlarıyla meşgûl olduklarını, nefislerini sorguya çekmekten ve ona hâkim olmak için gayret göstermekten bir an geri durmadıkları gerçeğini hatırlatmış, onların îmanlarını güçlendiren, yakînlerini artıran ve irfan tahsîl etmelerine sebep olan bu adımları sebebiyle iyiliği emretme ve kötülükten alıkoyma noktasında daha fazla söz sâhibi olmalarının doğal bir sonuç olduğunu ifâde etmiştir. Ona göre, sûfîler, “Beşikten mezara kadar ilim tahsîl ediniz.”3 hadîs-i şerîfine sarılarak feyz ve istifâde yolundan ayrılmamışlar, mensup oldukları temiz din ve nurlu tarîkatın/yolun nûru/ışığı ile saâdet/mutluluk konağına ulaştıkları gibi müntesiplerini de o istikāmete yönlendirerek kurtuluş yollarının şâhı olan necâta, yol gösterici ve irşâd edici kimseler olmuşlardır.

Es’ad Efendi (ks), iç dünyânın keşfi ve bu âlemin dış dünyâ ile uyumlu bir şekilde buluşturulabilmesi için sâlih insanlara mürâcaatın öncelikli bir konu olduğunu belirtmiş ve bu noktada yaşayan mürşid-i kâmilleri bularak onlara tâbî olmanın son derece önemli bir husus olduğunu dile getirmiştir. Ona göre, insanları iyiliği sevk edip kötülükten alıkoyacak mürşid-i kâmiller, irşâd olmak isteyenlerin maddî-mânevî feyz ve terakkī/ilerleme sebeplerini temin ve özellikle şerîat-tarîkat yönünden îtikatlarını/inançlarını bozabilecek söz ve fiillerden onları korumak zorundadırlar. Mürşid-i kâmillerin bu hizmetlerinin, onların dünyâ ve âhirette iftihâr vesîleleri olacağını da söyleyen Es’ad Efendi, bu gönül erlerini hakkıyla tanıyamamanın bāzı sebeplerinden de bahsetmiştir. Ona göre ilk olarak, mürşid-i kâmillerin seyr ü sülûk sâyesinde tahsîl etmiş oldukları tarîkat âdâbını, ikinci olarak söz, fiil ve inanç açısından dînin sınırları içerisinde bulunan amel ve ibâdetlerini, üçüncü olarak da tarîkat erbâbı yetiştirmek konusunda istenilen çalışma ve gayretlerin eserlerini araştırmadıkları ve bu konuda şahsî/yanlı düşüncelere sâhip oldukları için birçok insan gönül erlerini doğru bir şekilde tanıyamamaktadır. Es’ad Efendi, “Hesâba çekilmeden önce nefislerinizi hesâba çekiniz.”4hadîs-i şerîfine uyarak insanların herkesten önce kendi noksanlarını arayıp bulmaya ve ondan sonra o noksanlarını düzeltmeye hızlı bir şekilde sarılmasını, bu eksikliği gidermek için çözüm yolu olarak takdîm etmiştir. 

Netîce-i Kelâm

Es’ad Efendi’nin emr-i bi’l-ma’rûf ve nehy-i ani’l-münker konusunu değerlendirdiği bu mektûbu ile bize birçok başlıkta çeşitli mesajlar sunduğuna şâhit olduk. Her şeyden önce bu konunun sıradan bir mesele olmadığını belirten Es’ad Efendi, ilim anlayışımızın zâhir ve bâtın dengesi üzerine inşâ edilmesi gerektiğini mektûbunda vurgulamıştır. Dînî bir konuda irşad yapabilmek için sağlam bir ilmî alt yapıya sâhip olunması ve bu ilmin gereğince davranan bireylerin iyiliği emretme ve kötülükten alıkoyma vazîfesini îfâya lâyık oldukları hakīkati üzerinde durmuştur. Tebliğ görevinde bu hususlar olmazsa tebliğ hizmetinin de bir tesirinin olmayacağını söyleyen Es’ad Efendi, müslümanlar içerisinde halkın tamâmını irşâd edecek ve yol gösterici konumuyla onları doğruya sevk edecek özel bir cemâat/grup her zaman olması gerektiğini de belirtmiştir. İlmin zorlu süreçler içerisinde elde edilen bir haslet olduğunu hatırlatan Es’ad Efendi, bu zorlu sürece katlanıp âlim vasfını alan kimselere duâ edilmesi gerektiğini de sözlerine eklemiştir. 

Zâhirî ilme değer verdiğimiz gibi ondan daha titiz ve dikkatli olmamız gereken bir süreci ifâde eden bâtınî ilme de yönelmemiz gerektiğini nakleden Es’ad Efendi, meşâyihin, “Mânevî yolculuk, dînin sınırlarında hareket etmek ve Allâh’a kavuşmayı arzu edenleri yönlendirmek” gibi vazîfeleri îfâ ettiklerini hatırlatarak onların emr-i bi’l-ma’rûf ve nehy-i ani’l-münker vazîfesini îfâya daha lâyık olduklarını savunmuştur. O, ilim serüvenimizin beşikten mezara kadar sürdürülmesi gerektiğini, irşad faaliyetleri adına insanları Cenâb-ı Hakk’ın emir ve yasaklarına karşı dikkatli olmaya çağırmanın âhirette iftihâr etmeye vesîle olacak önemli bir hizmet olduğunu belirtmiştir. 

Dipnotlar:

1 Âl-i İmrân 3/104. 

2 Gazâlî, İhyâ, Tercüme: Ahmed Serdaroğlu, Bedir Yayınları, İstanbul 2003, c.II, s.757-758. 

3 Bu ifâde hadis kaynakları arasında bulunamamıştır. Keşfü’z-Zünûn, c.I, s.51. 

4 Tirmizî, Kıyame 25. Bu ifâdenin Hz. Ömer’e (ra) âit olduğu belirtilmektedir.

Kasım 2021, sayfa no: 58-59-60-61

Abone Ol

En son haberleri doğrudan gelen kutunuza alın. Asla spam yapmayız!

Sosyal Medya Hesapları

Mesaj Bırak