Niksarlı Dost Ali Sobacı’ya
Şâir
Halk Edebiyatı şâiri
Divan Edebiyatı şâiri
Tasavvuf Edebiyatı şâiri
Âşık Edebiyatı şâiri
Saz şâiri
Halk Ozanı
…
Konuları gruplara, kategorilere ayırarak anlatmak bir gelenek haline geldi. Bu, bâzan kolaylık sağlıyorsa da bâzan derdimizi anlatmak için yeterli ol(a)mıyor. Karacaoğlan halk ozanı, Nedim Divan edebiyatı, Yûnus da tekke edebiyatı şâiri olsun. Peki Erzurumlu Emrah’ı nasıl târif edeceksiniz? Hangi grupta ele alıp inceleyeceksiniz?
Hece vezni ile yazdığı gibi aruz vezniyle de derdini ummâna dökmüş, âsumâna inlemiş..
Âşık tarzının temsilcisi olarak diyar diyar dolaşan bir şâir olduğu gibi Nakşibendiyye tarîkatının mütevâzi bir dervişi olarak da tekkede kendi kozasını örmüş, hâlini haldaşlarına hâl diliyle anlatmış, İstanbul’da Âşıklar Cemiyeti’nin reisliğini dahî yapmış. Şimdi bu zâtı târif ederken ne diyeceksiniz? Hangi sınıflama ile târif edeceksiniz, değerlendirmelerinizi hangi ölçüye göre yapacaksınız?
Cevap zor.
İki asır önce yaşamış olan Emrah’ın şiirleri bize kadar gelmiş. Fakat hayâtı hakkında yeterli bilgi/belge gelmemiş. Doğum târihi de ölüm târihi de kesin olarak bilinmiyor. Erzurum’da doğan, Osmanlı topraklarını sazıyla, sözüyle ve sabrıyla adımlayan şâirimiz Bayburt, Gümüşhane, Trabzon’dan, Sinop, Kastamonu, Çankırı, Konya, Niğde ve Sivas’tan İstanbul’a kadar uzanmış; Tokat’ın Niksar ilçesinde rûhunu sâhibine teslîm etmiş.
Şu beyitleri onun hayâtının hangi gerçeklerine işâret ediyor dersiniz?:
Sağ iken Emrâh seni fehmetmez erbâb-ı haset
Rihletinden sonra anlarlar kemâl-i rif’atin
*
Vâiz beni şâir deyu ta’n eylemiş amma
Kör göz ki meğer kendinin isyânın bilmez
*
Söylesem derd-i dilim dermânım anlar var mıdır
Dil midir dilber midir imkânım anlar var mıdır
*
Hâl-i meyhâneden zannetme zâhit mest-i aşkım ben
Şarâb-ı mekteb-i şer’iyyeden tâ mest-i meygûnum
*
Ehl-i hâl olmaz şerîattan haberdâr olmayan
Zübde-i aşkı tarîkatden haberdâr olmayan
Cumhuriyet döneminde onunla ilgili araştırma ve incelemelerde bulunanları, şiirlerinin bütününü veya bir kısmını yayınlayanları, dolayısıyla onun unutulmasına engel olanları da öncelikle -vefâ borcu olarak- ismen analım:
Eflatun Cem Güney, Z. Fahri Fındıkoğlu, M. Fuat Köprülü, Murat Uraz, Vehbi Cem Aşkun, Necati Turgut Göksel, Orhan Ural, Ali Berat Alptekin, Metin Karadağ, Eyup Akman, Nurettin Albayrak, Saim Sakaoğlu. Divan’ı son olarak Abdülkadir Erkal, 2014 yılında Ankara’da neşretti.
Biz şimdilik geleneğe uyarak onun tevhîd ve na’ti ile söze başlayalım ve devâm edelim:
İlâhî, dilerim senden beni benden haberdâr et
Bana fazlınla nefsim bildirip gâh-ı esrâr et
İlâhî, nûr edip çeşmim kemâhi göster eşyâyı
Beni bu nevm-i gafletten basîretle bîdâr et
Gider dilden bu hubb-i mâsivâyı ey Hudâvendâ
Senin ilhâm-ı eşkinle derûnum külli şerşâr et
Lisânım eyle câr her zaman tevhîd zikreder
Hemişe zikr u fikrim lâ ile illâ’ya düçâr et
Senin kandil-i aşkınla yakıp bu şem’ine yâ Rab
Bu zulmet-i hangâh kalbimi nûrunla envâr et
Günahkârım veli estağfirullah tevbeler olsun
Şefîim ol Muhammed Hâmid u Mahmûd-ı Muhtâr et
Azîzim rehberim şeyhim efendim hazret-i pîrim
Ânın lezzât-ı aşkın bu dil-i cânımda izhâr et
Bizi hıfzeyle yâ Rab nefs-i mâr ile İblis’ten
İki âlemde tevfîkin ile refîk-i îmânımız yâr et
Bu dergâhda ne denli var ise zümre-i ihvân
Kamusun bu tarîk-i müstakîm üstünde hemvâr et
Fakîr’in kemter-i muhtâc-ı lütfun bîkes Emrâh’ı
Rızâ-i pâkine mazhar kılıp nâil-i dîdâr et
Na’t-ı şerîf ile devâm edelim.
36 mısrâlık uzun bir müseddes şiirinin son satırları şöyle:
Oluptur illet-i isyâna Emrah kemterin dûçâr
Kerem kıl yâ Kerîm eczâ-yı lütfunla beni kurtar
Bi-hak Ka’be-i Zemzem bi’n-nûr-i Ahmed-i Muhtar
Eğer kim cürmümü affeylemezsen ey ulu Ğaffâr
Ne veçhile varam dergâhına yüzbin günâhım var
Ümidîm kesmezem senden Muhammed gibi Şâh’ım var
Divan’da doğrudan Hz. Peygamber’e hitâb eden, fenâ fi’r-resûl hâlinden işâretler taşıyan mısrâlar da var:
Yâ Resûlellah nice vasf etmesin eşyâ seni
Rahmet irsâl eyledi âlemlere Mevlâ seni
Her nice medheylesem a’lâsın ondan yâ Resûl
Nûr-i zâtından yaratmıştır Hudâ iclâ seni
Nâzil oldu şânına ta’zîm için yüzdört kitap
Bilmeyenler bildiler ey hâce-i dânâ seni
Ahmedâ, mahlûk değil Hâlik seninle fahreder
Ânın içun eylemiştir cümleden a’lâ seni
Yâ Habibellâh! Vassâfın senin Allah’dır
Nice medhetsin fakîr Emrâh ya tâ seni
Üçüncü sırada tarîkat pîri var:
(Nakşibendiyye tarîkatının Hâlidiyye kolu, 1827 yılında Şam’da vefât eden Hâlid Bağdâdî ile oluşmaya başlayan ve Osmanlı muhîtini derinden etkileyen, günümüzde de var olan bir yoldur.)
Ey kerâmet burcunun vehhâcı Şâh-ı Nakşbend
Kaddesellâhu’l-a’lâ ervâhı Şâh-ı Nakşibend
Müntehâ oldu seninle şâh-ı râh-ı Nakşibend
Ey şerîat râhının burhânı yâ Hâlid meded
Destgir olsun sana her demde Allâhussamed
Bilâl-i Habeşî’den Şeyh Şaban Veli’ye kadar dînî-tasavvufî hayâtın başka büyükleri de onun mısrâlarında yâdedilir. Bir Bektâşî dervişinin kabrini ziyâret ettiğinde hissettiklerini de bize aktarmış ve Ebced hesâbı ile târih düşürmüş:
Ey gelen bu âşık-ı dildâre kabristânına
Oku birkaç Fâtiha bahşet o zâtın cânına
Hacı Bektaş Velî dergâhının dervişidir
Şüphe var mı öyle Hünkâr’ın reh u erkânına
Zâtı bir dîdâra yüz bin cân ile hayrân idi
Ol sebepten eyledi teslîm-i rûh cânânına
Çeşm-i seyrânla yatan kardaşa bak ta ibret al!
Âkıbet sen de ânın elbet girersin yanına
Bende cevher kilk ile Emrahı Sabri târihin
Rûhu şâd olsun deyu yazdım felek dîvânına (1277)
Sıra saza geldi.
Gel meclise sofi hele bir dinle bu sazı
Fehm et ki bu sözün nedir Allâh’a niyâzı
Hak Hak çağırır telleri burdukça kulağın
Ârif olan anlar rumuz ile işbu sazı
Müfti ânı fetvâ ile nehyeylemiş amma
Kadıya danıştım bugün ol verdi cevâzı
Peki şu mısrâlar size neyi ve kimi hatırlatıyor?
Gönül gurbet ele varma
Ya gelinir ya gelinmez
*
Hazâna ermeden bahar-ı ömrüm
Bir muhabbetnâme yaz bana gönder
*
El çek tabip el çek yaram üstünden
Sen benim derdime devâ bilmezsin
*
Ne feryâd edersin dîvâne bülbül
Senin bu feryâdın gülşene kalsın
*
Sabahtan uğradım ben bir fidana
Dedim mahmur musun dedi ki yok yok
Eylül 2021, sayfa no: 44-45-46-47
Abone Ol
En son haberleri doğrudan gelen kutunuza alın. Asla spam yapmayız!
Mesaj Bırak