Rönesans’ın öncülerinden sayılan Erasmus, 8 Ekim 1467’de, Fatih Sultan Mehmet’in İstanbul’u fethinden on üç sene sonra, yine ordusunun başında Avrupa içlerine doğru ilerleyip Arnavutluk’u İslam topraklarına kattığı tarihlerde, Rotterdam’ın bir mahallesinde, gayrimeşru bir çocuk olarak dünyaya geldi. İç çekişmelerin yaşandığı Avrupa’da o dönemde Rotterdam, III. Filip’in (1419-1467) saltanatının son zamanlarını yaşadığı, Fransa Krallığına bağlı feodal bir yapı olan Burgonya Düklüğü’nün yönetiminde bulunuyordu.
Erasmus’un hayatının ilk dönemlerine dair bilgiler, daha çok kendisinin yazdığı hayat hikâyesine dayanır. Buna göre Erasmus’un babası Gerard, 1450’li veya 60’lı yıllarda Katolik kilisesinde rahipti. Annesi ise şehrin sıhhiyecisinin kızlarından biri olup evlerinde hizmetçilik yapan Margaret adında bir kızdı. Gerard, bu kızla bir gün mutlaka evleneceklerine dair söz vermişti. Ancak Margaret’in hamile olduğu anlaşılınca Roma’ya gitti. Margaret, çocuğu dünyaya getirdikten kısa bir süre sonra öldü. Bu durum babaya haber verildiğinde Gerard, Rotterdam’a geldi ve çocuğu evlatlık vermek gayesiyle Roma’ya geri döndü.
Erasmus, Roma’da bir aileye evlatlık olarak verildi. Bu şekilde, çocukluğunda gayrimeşru bir şekilde dünyaya gelmiş olmanın dezavantajlı durumundan kurtulmuş oldu. Çünkü o dönemde -ve hatta günümüzde– Avrupa kıtasındaki uygulamalara göre evlatlık alınan çocuk, o aileye kan bağıyla bağlanmış çocuklarla eşit duruma yükselirdi. Nitekim evlatlık alan aile, onu klasik eğitim alması için -Türkiye’de de benzerleri olan- Fransisken tarikatına bağlı bir keşiş okuluna gönderir. Erasmus burada Latince dilini öğrenmekteki yeteneği ve Antik Roma şairlerinin şiirlerini ezberlemesiyle dikkat çeker. Ancak on üç yaşına geldiğinde Avrupa’da bir veba salgını ortaya çıkar ve evlatlık olarak verildiği aileden kurtulan olmaz. Bunun üzerine Rotterdam’a geri döner. Bu esnada babası da ölür.
Osmanlı-Memlûk Savaşları’nın olduğu 1485-1491, İngiltere’de ise York Hanedanı ile Lancaster Hanedanı’nın iç savaş sürdürdükleri yıllarda yirmili yaşlarda olan Erasmus, yaklaşık olarak 1487’de St. Augustine Manastırı’na girer. Bu sıralarda kendine, meşhur bir aziz olan Erasmus adını verir. Soyadı olarak Latincede arzulanan, istenen anlamına gelen Desiderius’u ve lakap olarak Roterdamlı anlamına gelen Roterdamus’u kullanır.
Endülüs Emevî Devleti’ni yıkan Aragon Kralı II. Ferdinand ve Kastilya Kraliçesi I. Isabel’in İber Yarımadası’nda dini birliği sağlamak amacıyla Roma Katolik Kilisesi’nin inanç esasları hariç tüm dini akım ve inançları yasakladığı ve 31 Mart 1492’den itibaren İspanya’da yaşayan bütün Yahudilerin dört ay içerisinde sahip oldukları altın, para vb. değerli eşyalarını yanlarına almadan İspanya’yı terk etmeleri ya da dinlerini değiştirmeleri, aksi takdirde idam edilecekleri kararı aldıkları bir zamanda 25 yaşında olan Erasmus, rahip olarak kutsanır. Ancak, zaten amacı din adamı olmadığı için rahip cübbesi giymemek için dönemin papalarından izin alır; rahipler gibi oruç tutmamak için de doktor raporu alır. Kalbinden geçenlerle davranışlarının uyuşmaması büyük bir problem olduğu halde, Erasmus hakkında yazan kimileri için bu durum, kimsenin emri altına girmemenin yolunu bulmak, zekilik ve özgür ruhluluk olarak yorumlandığı görülmektedir.
Yaşadığı dönemin önde gelen siyasetçilerinin de dikkatini çekmeyi başaran Erasmus, bir öğrencisinin davetiyle İngiltere’ye gitme imkânı bulur. Bu esnada Yunancayı öğrenir. Latincesi takdir görür. Evlilikleri ve Katolik Kilisesi’ne reform yapmasıyla tanınan İngiltere Kralı VIII. Henry (saltanatı 1509-1547) ile prensliği döneminde tanışır. Saraya davet edilir. Dönemin ünlüleri olan Thomas More ve John Fisher ile dost olur. John Colet, Warham ve Cranmer başpiskoposları tarafından korunur. Müslümanlar hakkında düşmanca sözleri bulunan Erasmus, Fransa-Osmanlı ittifakı, Fransa Kralı I. François ile Kanuni Sultan Süleyman arasında ittifak yapıldığı 1536 yılında, 69 yaşında Basel’de ölür.
Düşünceleri
Gayrimeşru bir ilişkiden meydana gelen bu Rotterdamlı, günümüzde 16. yüzyılın en büyük Avrupalı bilgini kabul edilir. Çünkü o, batıda eski/putperest Yunan ve Roma kültürünü canlandırmayı amaçlayan ve yeniden doğuş olarak adlandırılan Rönesans’la birlikte ortaya çıkan, tanrı ve kutsal olan her şeye karşı düşman, akla ve nefse tapan hümanizm akımının yaratıcılarından ve en büyük temsilcilerindendir. Adı, Protestanlığın kurucusu olan Martin Luther’le birlikte anılır. Yine aynı yüzyılın büyük reformcularından sayılan ve kendisi gibi gayrimeşru bir ilişkiden dünyaya gelen Leonardo da Vinci (1452-1519) ile de çağdaştır. Ancak evlilik dışı çocukların üniversiteye gitmesi yasak olduğundan Vinci, evlatlık verilen Erasmus’un aksine üniversite öğrenimi alamamıştır.
Kitapları
İncil’i Yunancadan Latinceye çevirip yorumlamasının meşhur olduğu söylenir. Bütün hayatı boyunca Latince konuşup yazdığı belirtilen Erasmus’un ölmeden önceki son sözlerinin de Latince “Lieve God” cümlesi olduğu iddia edilir. Erasmus’u ünlü yapan kitabı, hemen her dilde benzerleri bulunan atasözleri, özdeyişler ve deyimleri, argo ve alaya varan ifadeler de dâhil olmak üzere Yunanca ve Latince kaynaklardan toplayıp, açıklamalarıyla birlikte yayımlanan Adagia adındaki derlemedir. 4151 madde içerdiği belirtilen bu kitap, batıda bir başyapıt olarak kabul edilmektedir. Bundan başka Türkiye’de çok tanınan; Aptallığın Övgüsü (bir başka çeviriye göre Deliliğe Övgü) adlı bir kitabı vardır. Türkçesi 200 sayfalık, küçük boy bu kitapta Erasmus’un, deliliği ya da aptallığı konuşturma kisvesi altında, çağının Katolik Kilisesi’ne ve o kilisenin mensuplarına en acımasız eleştirileri yönelttiği bilinir. Erasmus’la ilgili araştırmalarda, onun İslam ve Müslümanlar aleyhine de pek çok sözünün bulunduğu anlaşılmaktadır.
Erasmus, Latince olan antik dönem putperest geleneklerini sözlü kültürden toplayıp yazıya geçirdiği için çok önemli bir bilim adamı kabul edilir. Deyimler ve atasözleri kitabı olan Adagia bunun için önemlidir. Çünkü Rönesans’ın iki ayağından ilki, Antik/Putperest Çağ’daki klasik metinlerin yeniden keşfi, öğrenimi, sanat ve bilimdeki uygulamalarının belirlenmesi olmuştur. Batıdaki Hristiyanlık kültürü bu sayede zayıflatılmıştır. Sonraki ayağında ise bunlardan yeni bir Avrupalılık kültürü, yani sömürgecilik oluşturulmuştur. Batı, putperest geleneklerin kendilerine verdiği cesaretle, sömürmeyi hedeflediği her yerde ve özellikle İslam coğrafyasında katliamlara varıncaya kadar her türlü zulmü yapabilmiştir. Yoksa Matta İncilinde aktarılan “'Göze göz, dişe diş' dendiğini duydunuz. Ama ben size diyorum ki, kötüye karşı direnmeyin. Sağ yanağınıza bir tokat atana öbür yanağınızı da çevirin. Size karşı davacı olup mintanınızı almak isteyene abanınızı da verin. Sizi bin adım yol yürümeye zorlayanla iki bin adım yürüyün. Sizden bir şey dileyene verin, sizden ödünç isteyeni geri çevirmeyin.” (Luk. 6:29-30) şeklindeki tavsiyeler, bu vahşete asla izin vermeyecektir.
Sonuç olarak, Avrupa’daki eğitim ve kültür, heykellerle dolu antik Roma-Yunan kültürü başta olmak üzere, putperest geleneğin güncelleşmiş halidir. Erasmus programının da bu putperest kültürü, bütün dünyaya yayan yollardan biri olduğunu söylemek abartı olmaz. Biz de bu yazımızda Erasmus kelimesine Müslüman bir kimlikle baktığımızda öğrenci değişim programının ve adını aldığı şahsiyetin özelliklerini anlatmaya çalıştık. İbn Haldun, Ali Kuşçu, Akşemseddin, Fatih Sultan gibi şahsiyetlerle yakın dönemde yaşayan Erasmus’un hayatını ve ilmî kapasitesini değerlendirmeyi siz okuyucularımıza bırakıyoruz.
Kasım 2024, sayfa no: 8-9-10
Abone Ol
En son haberleri doğrudan gelen kutunuza alın. Asla spam yapmayız!
Mesaj Bırak