Ara

Er Oğlu Er

Er Oğlu Er

O erler ki,

O erler ki, gönül fezasındalar,
Toprakta sürünme ezasındalar.

Yıldızları tesbih tesbih çeker de.
Namazda arka saf hizasındalar.

İçine nefs sızan ibadetlerin,
Birbiri ardınca kazasındalar.

Günü her dem dolup her dem başlayan,
Ezel senedinin imzasındalar.

Bir an yabancıya kaysa gözleri,
Bir ömür gözyaşı cezasındalar.

Her rengi silici aşk ötesi renk;
O rengin kavuran beyzasındalar.

Ne cennet tasası ve ne cehennem;
Sadece Allah'ın rızasındalar.

Necip Fâzıl Kısakürek

Hz. Peygamber Efendimiz (sav), Mekke’den Medîne’ye hicret edeceği gece herkes yattıktan sonra evinden çıktı, yerden bir avuç toprak aldı ve bu toprağı Yâsîn sûresinin ilk âyetlerini okuyarak, kendisini öldürmek için evinin etrâfını kuşatan müşriklerin yüzlerine serperek aralarından geçip Hz. Ebû Bekir’in evine geldi. Ebû Cehil’in başkanlığındaki müşrikler, Hz. Peygamber Efendimiz’i göremediler. Sabahleyin evden Hz. Ali’nin çıktığını gören ve Peygamber Efendimiz’in gece aralarından geçip gittiğini öğrenen müşrikler, hemen Hz. Ebû Bekir’in evine gitti ve kapıyı çaldılar. Bundan sonrasını Hz. Esmâ (r.anhâ) şöyle anlatır: “Rasûlullah (sav) ve babam Ebû Bekir’in Mekke’den çıktıkları günün sabahında Kureyş’ten bir topluluk bize geldi. Aralarında Ebû Cehil b. Hişâm da vardı. Babam Ebû Bekir’in evinin önünde durdular. Ben de karşılarına çıktım. Bana “ey Ebû Bekir’in kızı, baban nerededir?” diye sordular. Ben de “Vallâhi, babamın nerede olduğunu bilmiyorum” dedim. Bunun üzerine edepsiz ve terbiyesiz Ebû Cehil, elini açıp benim yanağıma öyle bir tokat vurdu ki tokatın şiddetinden kulağımdaki küpem yere fırladı. Sonra evimizin önünden defolup gittiler.”1 

Bu olay olduğu sırada Hz. Ebû Bekir’in büyük kızı Esmâ, Hz. Zübeyir ile evlidir ve o anda hâmiledir. Hz. Zübeyir, ticâret için Suriye’ye taraflarına gittiğinden dolayı eşi Esmâ’yı babasının evine bırakmıştı. Suriye’den dönerken Medîne yakınlarında Hz. Peygamber Efendimiz ve kayın pederi Hz. Ebû Bekir ile karşılaştı ve onlara Suriye’den aldığı beyaz elbiseler hediye etti. Mekke’ye gidip bazı işlerini gördükten sonra o da Medîne’ye hicret etti. Hz. Peygamber Efendimiz, Medîne’de mescidini ve evini yaptıktan sonra eşi Sevde annemizi ve kızları Fâtıma ile Ümmü Gülsüm’ü Medîne’ye aldırırken Hz. Ebû Bekir’in eşi ve çocukları da onlarla geldiler. Hz. Esmâ da bu kāfile ile Medîne’ye gelmiş oldu. 

Medîne’de yaşayan yahûdîler, müslümanları görünce onları korkutuyorlar ve şöyle diyorlardı: “Biz, sizlere sihir yaptık; artık çocuğunuz olmayacak ve nesliniz kuruyup tükenecek.” Müslümanlar, bu sözlerin asılsız olduğunu biliyorlardı ama yine de konuşulanlardan etkilenip rahatsız oluyorlardı. Hz. Esmâ Medîne’ye vardıktan sonra oğlu Abdullâh’ı dünyâya getirince müslümanlar çok sevindi; münâfıklar ve yahûdîler de çok üzüldüler. Doğumu ile müslümanları çok sevindiren bu çocuğun adını Hz. Peygamber Efendimiz koydu ve onu tahnîk etti yāni ağzında çiğnediği hurmayı bebeğin ağzına koydu. Bu çocuğun babası Zübeyir, Hz. Peygamber Efendimiz’in halası Safiyye’nin oğludur. Hz. Zübeyir, Peygamberimiz’in havârîsi olarak da bilinir. O, korku tanımayan bir kahramandır. Biz, bu sütunda onun hakkında bir yazı yazmıştık; o yazıyı tekrar okumanızı tavsiye ederim. Oğlu da babası gibi bir kahraman oldu. Biz de işte bu sebepten dolayı bu yazının başlığını ‘er oğlu er’ olarak belirledik. 

Abdullah, Medîne’de Hz. Peygamber Efendimiz’in mânevî ve fizikî çevresinde yetişti. Kardeşleri çok olduğu için o, teyzesi Hz. Âişe’nin evinde ve himâyesinde yetişti. Teyzesi onu çok iyi yetiştirdi. Abdullah, Hendek savaşı yapıldığı sırada beş yaşındaydı. Peygamberimiz, o sırada çocukları ve hanımları Medîne merkezinde Hassan b. Sâbit’in muhkem evine toplamış ve koruma altına almıştı. Beş yaşındaki Abdullah’ın içi içine sığmıyor ve savaşı merâk ediyordu. Ümmü Seleme annemizin 11 yaşındaki oğlu Ömer’e şöyle diyordu: “Beni kaldır ve omuzlarına çıkar da savaşın nasıl gittiğini göreyim.” Ömer de isteneni yapıyor ve bu çocuğu omuzlarına çıkarıyor, o da dışarı bakıyor ve babasının atına binip hızlı bir şekilde Kurayza oğullarına gidip geldiğine şâhit oluyor.2 

Abdullah, daha 8 yaşında iken Medîne’de 7 ilâ 11 yaşı arasındaki çocuklardan bir grup kurmuş ve kendisini başkan yapmıştı. Bir gün ekibinden 10 kadar çocuk ile Hz. Peygamber Efendimiz’in huzûruna çıkmış ve şöyle demiş: “Yâ Rasûlallah, hep babalarımızdan mı bîat alacaksınız? Biz de sana bîat etmeye geldik; uzat elini de sana bîat edelim.” Efendimiz bu sözlerden o kadar hoşnûd olmuş ki, hemen elini uzatmış ve çocuklardan tek tek bîat almış. Sonra da Abdullah, arkadaşlarını önüne katarak mescidden çıkmış. İşte tam o sırada Peygamberimiz, mübârek dişleri görününceye kadar gülmüş ve şöyle demiş: “Babasının oğlu, evet tam babasının oğlu!”3 

Birinci halîfe Hz. Ebû Bekir (ra) vefât edip Hz. Ömer (ra) halîfe olduğunda Abdullah, 13-14 yaşlarındaydı. Bir gün arkadaşları ile Medîne sokaklarında dolaşırken birdenbire biri “Ömer geliyor” diye bağırır ve tüm çocuklar bir tarafa doğru kaçarlar ama Abdullah kaçmaz ve ortada kalır. Hz. Ömer, o heybetli hâliyle Abdullah ile karşı karşıya gelir ve ona selâm verir. Abdullah da kendinden emîn bir şekilde halîfenin selâmını alır. Sonra halîfe Ömer, ona şöyle der: “Arkadaşların niçin kaçtılar?” Abdullah da der ki: “Senin heybetinden korkup kaçtılar.” Bu sefer Hz. Ömer: “Sen, neden kaçmadın?” diye sorar. Abdullah, bu soruya şöyle cevap verir: “Niye kaçacakmışım, yol dar mı ki çekilip sana yol vereyim, bir suç mu işledim ki senin karşına çıkmaya korkayım? Bu yol sana da yeter bana da yeter.” Bu cevap karşısında Hz. Ömer, tebessüm eder ve şöyle der: “Efendimiz (sav) ne doğru söylemiş; tam babasının oğlu! Evet, tam babasının oğlu!”4 

Abdullah’ın nasıl bir er oğlu er olduğunu asıl şimdi göreceğiz. Abdullah, üçüncü halîfe Hz. Osman (ra)’ın hilâfeti zamânında 27/647-648 yılında 24-25 yaşlarında iken Afrika’da Abdullah b. Sa’d b. Ebî Serh komutasında savaşan İslâm ordusuna halîfe tarafından yardıma gönderildi. Onun gelmesi üzerine İslâm askerleri çok sevinmiş ve tekbir getirerek bu sevinçlerini belli etmişlerdi. Müslüman askerlerin bu şekilde yüksek sesle tekbir getirmelerini işiten Subayta şehrinin vâlisi ve Bizans ordu komutanı Georg, bunun sebebini sormuş ve İslâm ordusuna gelen takviye birlik hakkında bilgi almıştı. Abdullah b. Zübeyir, arkadaşları ile birlikte katıldığı İfrikiyye (Afrika) savaşında, korkusuzca düşmanın üzerine saldırmaya başladı. Öğle vaktine kadar kılıcını elinden düşürmez ve devamlı savaşır; ama bakar ki İslâm ordusunda bir dağınıklık var. Komutan Abdullah b. Sa’d b. Ebî Serh, ön saflarda yok. Savaşın durduğu bir anda komutanı bulur ve sert bir üslupla neden askerlerin önünde çarpışmadığını sorar. Komutan der ki: “Düşman kuvvetlerinin komutanı, başıma yüz bin dinar ödül koymuş ve üstelik kim beni öldürürse kızını ona vereceğini vaad etmiş. Bu sebepten dolayı düşman askerleri beni öldürmek için fırsat kolluyorlar. İslâm askerlerinin ileri gelenleri de bana ordunun gerisinde durmamı söylediler.” Abdullah b. Zübeyir, komutanın böyle demesine sinirlenir ve şöyle der: “Böyle taktik mi olur? Sen gelip önde savaşmalısın, ki askerlerin aşka ve şevke gelsinler. Mâdem düşmanın komutanı böyle bir ödül koymuş, sen de aynı ödülü koy ve düşman ordu komutanının kafasını kim getirirse ona yüz bin dinar vereceğini ve bu kahramânı onun kızı ile evlendireceğini söyle. Savaş ancak bu şekilde kazanılır, korkarak değil.”  

Ordu komutanı Abdullah, bu söyleneni yaptı. Bunun üzerine askerler, aşkla ve şevkle saldırıya geçtiler. Abdullah b. Zübeyir, her zamanki gibi ön saflarda savaştı ve düşman ordusunun komutanı Georg’un kafasını koparmak ona nasîp oldu. Netîcede savaşı Müslümanlar kazandı. Komutan Abdullah b. Sa’d, er oğlu er olan Abdullah’a vaad ettiği yüz bin dinarı ve düşman ordusunun kızını vermek ister ama bizim Abdullah şöyle der: “Ben ne ganîmet için ne de câriye için savaştım. Ben, sâdece ve sâdece Allah rızâsı için savaştım. Yaptığım hizmetin karşılığını burada alarak âhiretteki mükâfâtımın eksilmesini istemem. Rabbimin rızâsı bana mükâfât olarak yeter.”5

Şu anda da, Müslümanların kanını akıtan ve canını çeken zâlimlerin kafasını koparacak bir Abdullah aranıyor. Bir er oğlu er aranıyor. İnşâallah bulunur.

Dipnotlar:

1 İbn Kesir, el-Bidâye, III,179.

2 İbn Sa’d, et-Tabakât, III, 16; İbn Hacer, el-İsâbe, I,624.

3 İbn Hacer, el-İsâbe, II, 1048.

4 Zehebî, Siyer, IV, 399.

5 Halîfe b. Hayyât, Tarih, I, 136.

Abone Ol

En son haberleri doğrudan gelen kutunuza alın. Asla spam yapmayız!

Sosyal Medya Hesapları

Mesaj Bırak