Ara

Emâneti Korumak

“Kendisine güvenilmeyen kimse, (kâmil mânâda bir) îmâna sâhip değildir.”1  Hadîs-i Şerîf’in Anlattığı: Arapça'da "güvenmek, korku ve endi­şeden emîn olmak" mânâsındaki “emn” masdarından gelen “emânet” kelimesi, “hı­yânetin” zıddı olarak isim şek­linde kullanıldığı gibi "güvenilir olmak" anlamında masdar şeklinde de kullanılır. Ayrıca "güvenilen bir kimseye koruması için geçici olarak tevdi edilen şey" mâ­nâsına da gelmekte olup kelimenin bu son kullanılışı daha yaygındır.2 Emânet kavramı, günlük dilde kastedi­len dar anlamı yanında, insanın sâhip ol­duğu ve kendisine geçici olarak verilmiş bulunan rûhî, bedenî, mâlî imkânları da kapsamaktadır. Hadîs-i şerîfin işâret ettiği husus, “koruması için geçici olarak bırakılan şey”in korunması mânâsıdır. “Mü’min” kelimesi de kök olarak aynı (emn) kelimesinden gelmektedir. Buna göre Mü’min güvenilir insandır, kendisine koruması için bırakılan her ne ise onu korur, aslâ emânete ihânet etmez. Çünkü emîn insandır. "Emîn" ise, "emânete riâyet eden kimse" demektir. “Emânet”in zıddı İhânettir demiştik. “İhânet” kelimesi ise sözlükte: “hâinlik, hıyânet, nankörlük, ahde vefâsızlık, ahdi gizlice bozarak hakka aykırı davranmak” mânâlarına gelmektedir.”3 Buna göre, Emânet sâhibi olmak yâni “mü’min” olmak tüm ahlâkî güzelliklerle donanmış olmayı, Kâmil bir mü’min olmayı anlatırken, bunun zıddı olan ihânet ise münafıklığı, nifak alâmetlerini, kınanmış, zemmedilmiş tüm kötü ahlâk özelliklerini kişinin kendisinde toplamasını ifâde etmektedir. Onun içindir ki Efendimiz (sav): “Münâfığın alâmeti üçtür: “Konuştuğu zaman yalan söyler, söz verir sözünde durmaz ve emânete ihânet eder.”4 buyurarak, mü’minleri bu konuda uyarmışlardır. Yine İbn Hıbban ve Ahmed bin Hanbel’in Enes bin Mâlik (ra)’den naklettiği bir hadiste Peygamberimiz (sav) şöyle buyurmuşlardır:  Bâzen Rasûlüllah (sav) bize hitâb ederlerdi de sâdece şöyle derlerdi: “Ahdine riâyet etmeyen kimsenin îmânı yoktur; ahdi olmayanın da dîni yoktur.”5 Buhâri ve Müslim’in Ebû Hüreyre (ra)’den rivâyet ettikleri hadîs-i şerifte Peygamberimiz (sav) şöyle buyurmuştur: Konuştuğu zaman yalan söyler, söz verir sözünde durmaz ve emânete ihânet eder. Oruç tutup namaz kılsa ve kendisinin Müslüman olduğunu zannetse bile.”6 Münâfık olan kimselerin âhiretteki yeri ise, Kur’ân-ı Kerim’in ifâdesiyle: “Cehennemin en alt tabakasıdır…”7 Mü’min, sâhip olduğu maddî ve mânevî tüm değerlere “emânet” nazarıyla bakar. Her şeyin gerçek sâhibinin Allah olduğunu ve elinde bulunan maddî ve mânevî her şeyin Allah tarafından kendisine emâneten verildiğini bilir ve o şekilde îmân eder. Mülk Allâh’ındır der ve O’nun buyrukları istikâmetinde hareket eder. Her hal ve durumda hakkı ve hakîkati söyler, hakkı söylemekten, hakkı yaşamaktan geri durmaz. İçi dışı bir olur. Çünkü mü’min olmak, Müslüman olmak bunu gerektirmektedir. Mü’min olmanın en belirgin vasıflarından biri olan Emânet sâhibi olmak, yâni güvenilir olmak aynı zamanda Peygamberlerin vasfıdır. Çünkü onlar bu vasıfları ile Allâh'ın dînini tebliğ etmişlerdir. Peygamber Efendimiz’in (sav) peygamber olmadan önce Mekke müşrikleri arasında “Muhammedü’l-Emin” / “Güvenilir Muhammed” diye tanındığını unutmayalım. Yukarıda zikrettiğimiz Hadîs-i şerif, mü’minlerin emîn / güvenilir olmaları gerektiğini, bu hâlin onların îmânlarının gereği olduğunu ifâde etmektedir. Îman sâhibi olmak, karşısındakine güven verici vasıflarla donanmak demektir. Onun içindir ki Peygamberimiz (sav): “Aldatan, hâinlik eden bizden değildir.8 buyurmuşlardır. Mü’minler, içinde yaşadıkları toplumda “tanıdığı tanımadığı herkese selâm verirler.” Selâm vermek, kelime mânâsı îtibâriyle “selâmet ve huzûr içinde ol, sulh ve sükûn, barış ve huzur seninle olsun” demektir, duâ etmektir. Bu Hz. Peygamber’in (sav) bir sünnetidir. Mü’minler namazlarına “Allâhu Ekber” tekbiriyle başlarlar ve namazlarını “selâm vererek” barış ve huzur duâsıyla bitirirler. Hülâsa İslâm toplumu barış ve huzur toplumudur. Bütün bu husûsiyetler, îmân etmiş olmanın gereğidir, emânet sâhibi olmak demek bu sorumluluk duygusuna sâhip olmak demektir. Îmânın zıddı ise kötü ahlâk sâhibi olmaktır. Çünkü onu bu kötü ahlâkından engelleyecek bir mânevî güç, bir iç dinamik yoktur. Artık îmansız, inançsız kimselerin yürekleri paslıdır. Paslı yürek ise sînede yüktür. Îmandır o cevher ki ilâhi ne büyüktür Îmansız yürek sînede yüktür (M. Akif). Kötü ahlâkın huy hâline gelmesi ise bir felâkettir. Peygamberimiz (sav) bir başka hadislerinde şöyle buyurmuşlardır: “Kötü tabiatlı/huylu olan kimse cennete giremez.”9 Fıtrat üzere yaratılmış olan insan dâima iyilikler ve güzellikler üzeredir. Allah Teâlâ insandan bu hâlini (fıtrat üzere bulunduğu hâlini) devâm ettirmesini ister. Kur’ân âyetleri ve Hz. Peygamber (sav)’in hadisleri hep bu gerçeği telkin etmektedir. Fıtrat çizgisinden ayrılan insan, yanlışa düşer. Ahlâkî güzelliklerini kaybeder. İşlenen her bir günah kalpte kara bir leke oluşturur ve sonunda kalp kararır ve katılaşır. Artık “kötü ahlâk” onun tabiatı ve huyu hâline gelir. Devamlı kötülüklerle, günahlarla hemhâl olan insan, her an Allâh’ın rahmetinden adım adım uzaklaşır. Allah’tan ve O’nun buyruklarından uzak bir yaşam, sonunda onu cehenneme götürür. Hadîs-i şerif bu hakîkate işâret etmekte ve insanın kendisini kontrol etmesini, tevbe edip Ahlâk güzellikleriyle donanmasını hatırlatmaktadır. Mevlânâ Celâleddîn-i Rûmî hazretlerine kötü huylu ve kötü tabiatlı kimselerden sorulunca, cevap olarak şu ibretli hâdiseyi anlatır: "Bir gün bir akrep, bir ırmağın kenarında dolaşıyordu. Birdenbire bir kaplumbağa akrebin yanına gelip ona: - Burada ne yapıyorsun? dedi. Akrep: - Ben ırmağın öte yanına geçmek için bir çâre arıyorum. Çünkü benim bütün yavrularım ırmağın öte yanındadır, diye söyledi. Kaplumbağa da şefkati ve yabancıya iyi davranması sebebiyle onu en yakın bir akrabâsıymış gibi sırtına alıp su üzerinde yüzmeye başladı. Irmağın ortasına gelince akrebin sokmak arzusu uyandı. Kaplumbağanın sırtında iğnesini dokundurdu. Kaplumbağa; - Ne yapıyorsun? diye sordu. Akrep: - Hünerimi gösteriyorum. Sen bana iyilik edip yarama merhem koydun. Ben de sana iğnemi sokuyorum. Benim göstereceğim şefkat de ancak budur, dedi. Bunun üzerine kaplumbağa hemen suya daldı. Akrep de boğulup gitti... Câhil, yakınlık gösterse de sonunda câhilliğinden ötürü seni incitir. Ahmağın sevgisi, ayının sevgisine benzer. Onun kîni sevgi, sevgisi kindir. Bunun için sizler de içinizdeki kötü nefsi öldürün. Bu hususta ihmâl göstermeyin. Onu diri bırakmayın çünkü o akreptir..." Prof. Dr. Ali Çelik (Ağustos 2016) Dipnotlar: 1 Ahmed b. Hanbel,Müsned, III, 135, 154, 210, 251; Münâvî, Feyzu’l-Kadir, VI,381, ha. 9704-9705 2 Bkz. Râgıb , “emn" mad ; bkz. Toksarı, Ali., DİA, XI, “Emânet” mad. 3 Ö. N. Bilmen., Ahlâk Lügatçesi. 4 Buhârî, "îmân", 24; Müslim, "îmân", 107-108 5 Tefsiru’l-Menâr, Enfal,27’nin tefsiri 6 Aynı kaynak. 7 Nisa,145 8 Müslim, İman, 164 (101) 9 Tirmizi, İbn Mâce

Abone Ol

En son haberleri doğrudan gelen kutunuza alın. Asla spam yapmayız!

Sosyal Medya Hesapları

Mesaj Bırak