“Her şey zıddıyla kāimdir, kıymetlidir ve bilinir” kāidesince hayâtımızda mevcut olan her şeyin gece ve gündüz gibi bir zıddı vardır. İnsan, diğer insanlar tarafından kendisinde var olan iyi ve kötü haller ve sıfatlarla tanımlanır. Kişi, ne kadar “ben kötü bir insan değilim, iyi birisiyim” dese de, “âyinesi iştir kişinin lafa bakılmaz, şahsın görünür rütbe-i aklı eserinde” anlayışınca, insan diğer insanlar tarafından vasıfları ve yaptığı işlerin netîceleri ile “iyi ahlâklı” veya “kötü ahlâklı” diye tanınır ve nitelendirilir.
Söz ile öz birliği, öz ile söz birliği mü'minin sıfatıdır. Özün söze, sözün de öze farklılığı ise münâfıkların ahlâkı ve sıfatıdır. Özün sözünü veya sözün özünü söyleyebilmek, şahsiyetli bir kişilik ve ne yaptığının şuurunda olmakla alâkalıdır. Rasûlullah Efendimiz’in (sav); “Ameller niyetlere göredir ve herkes niyetinin karşılığını alacaktır.”[1] buyruğunda ifâde edilen, amelin niceliği ve niteliği yâni nasıl ve ne kadar olursa olsun, asıl olan amelin özdeki niyetinin karşılığını bulacağıdır. “Sînelerin gizlediğini bilen”[2] Allâhu Teâlâ tarafından insanın değerlendirilmesi ise ameli ile değil, amelinin “özü” yâni “niyeti” ile olur. Yûnus Emre sultānımız:
Gaflet ile Hakk'ı buldum diyenler
Er yarın Hak dîvânında bellolur
Ahret tedârikin gördüm diyenler
Er yarın Hak dîvânında bellolur
diyerek, söze değil öze bakılacağını, kimin ihlâslı bir er olduğunun kıyâmet günü, hesap günü Hakk dîvânında belli olacağını haber vermektedir.
Mü'minin, söz ile öz birliğini yâni ihlâsını Efendimiz (sav): “Şehit olmayı Yüce Allah’tan samîmî olarak dileyen kimseyi, Allah, rahat yatağında vefât etse bile, şehitlerin derecesine eriştirir.”[3] hadîs-i şerîfiyle müjdelemektedir. Cenâb-ı Hakk’ın; “Allah yolunda öldürülenleri sakın ölü sanmayın. Bilakis onlar diridirler; Allâh'ın, lütuf ve kereminden kendilerine verdikleri ile sevinçli bir halde Rableri yanında rızıklara mazhar olmaktadırlar. Arkalarından gelecek ve henüz kendilerine katılmamış olan şehit kardeşlerine de hiçbir keder ve korku bulunmadığı müjdesinin sevincini duymaktadırlar. Onlar, Allah’tan gelen nîmet ve keremin; Allâh'ın, mü'minlerin ecrini zāyi etmeyeceği müjdesinin sevinci içindedirler.”[4] âyet-i kerîmesiyle vasfettiği üstün nîmetlere mü’minin rahat yatağında vâsıl olması, onun özü ile sözünün birliğinden, yâni ihlâsındandır.
Amelin Sâlih ve Sahîh Olma Şartlarını Allah ve Rasûlü Belirler
“Asra yemîn olsun ki, hiç şüphesiz, insan hüsrandadır. Ancak îmân edip, sâlih amel işleyenler, birbirine hakkı ve sabrı tavsiye edenler müstesnâ.”[5]
Mevlâmız, amelleri sâlih olması şartıyla kabûl etmektedir. Amelin sâlih olması için zâhiren Allah ve Rasûlü’nün belirlediği İslâm fıkhına uygun olması, bâtınen de niyetin ihlâslı olması şartı vardır. Amel, hem zâhiren hem de bâtınen Allah ve Rasûlü’nün tebliğ ettiğinden yâni dinden olmayan uydurma şeylerden arındırılmalı, sâf, berrâk ve hâlis yapılmalıdır. Bunu elde edebilmek için de, mü'min işlediği amelin sıhhat şartlarını, ilm-i hâlini erbâbından tâlim ederken (“İlim talep etmek/öğrenmek her Müslümana farzdır”[6]), bâtınî hâlinin tezkiyesi ve kalbinin tasfiyesi için de ehline mürâcaat etmelidir. Kāl ile hâlin yâni söz ile özün vahdeti, zâhir ve bâtının, iç ve dışın tâlim ve terbiyesine muhtaçtır. Her iki konuda da mütehassıs olan Rabbânî âlimler ise kibrit-i ahmer gibidirler. Rabbimiz şöyle buyurur: “Ona hem kötülük hem de ondan sakınma yolu ilhâm eden hakkı için ki: Nefsini maddî ve mânevî kirlerden arındıran felâha erer.”[7]
Efendimiz (sav) başka bir hadîs-i şerîfinde sâlih amelin merkezi olan kalp hakkında şöyle buyurmaktadır: “Dikkat edin! Vücutta öyle bir et parçası vardır ki, o iyi/doğru/düzgün olursa bütün vücut iyi/doğru/düzgün olur; o bozulursa bütün vücut bozulur. Dikkat edin! O, kalptir.”[8] İhlâsın mekânı ve tasdîk makāmı olan kalbin sâlih olabilmesi ve selîm kalabilmesi Rabbânî âlimlerin terbiyesinde dikkat ve çaba gerektirir. Rabbimiz şöyle buyurur: “O gün ki ne mal, ne mülk, ne evlat insana fayda eder. O gün insana fayda sağlayan tek şey, Allâh'a teslîm ettiği selîm bir kalp (gönül) olur.”[9] Selîm bir kalple yapılan amellere bakar Rabbimiz, dış görünüşe, mal ve mülke değil. “Allah sizin dış görünüşünüze ve mallarınıza bakmaz. Ama o sizin kalplerinize ve işlerinize bakar.”[10]
Cebrâil aleyhisselâm, Peygamberimizin de (sav) aralarında bulunduğu bir sahabe topluluğuna insan sûretinde gelmiş, “Îman, İslâm, İhsan ve kıyâmet alâmetleri” gibi bāzı soruları Allah Rasûlü'ne (sav) sorarak cevaplarını almıştır. İşte Cebrâil’in (as) bizzat soru sorarak ve cevaplarını tasdîk ederek telkîn ettiği bu hadîs-i şerîf, Cibril hadîsi diye mâruf ve meşhûr olmuştur. Hadîs-i şerîfte, İslâm, Îman ve İhsan üçlü sıralamasında, sağlam bir îmânın şartları, yapılması gereken başlıca ameller ve ihsan hâliyle “Allâh'ı görüyormuş gibi” yaşanan bir kulluk, en azından “her ne kadar sen O’nu göremiyorsan da O mutlakā seni görüyor”[11] hâli ve bu hâlin her mü'minin vasfı olması gerektiği anlatılmaktadır. İnsanın her ânını murâkabe eden Allâhu Teâlâ’nın varlığına ve her amelini kaydeden ve kendisini bir an olsun terketmeyen Kirâmen Kâtibîn meleklerinin şehâdetine îkān ile îmân eden mü'min, kalbi selîm olan ihlâslı bir mü'mindir. İhlâslı mü'min ise, elinden ve dilinden hem kendisinin hem de başkalarının güvende olduğu kimsedir. Başkasının malına, ırzına kem gözle bakmaz. Allâh'ın men ettiği/yasakladığı şeylerden kendini muhâfaza eder. Efendimiz (sav) şöyle buyurur:
''Zinâ eden kişi zinâ ettiği sıra, mü'min olduğu halde zinâ etmez. Hırsızlık yapan kişi hırsızlık ettiği sıra, mü'min olduğu halde hırsızlık etmez, içki içen kişi içki içtiği sıra, mü'min olduğu halde içki içmez.''[12]
En Azı da Şirk Olan Riyâ
Makālemizin başında yer alan “Her şey zıddıyla kāimdir, kıymetlidir ve bilinir” kāidesi “ihlâs” için söz konusu olduğunda hiç şüphesiz ihlâsın zıddı olan “riyâ” çıkar karşımıza. Hakîkatte olmadığı halde iyi görünmek, gösteriş, samîmiyetten uzaklık, Allah rızāsını değil de, dünyevî bir maksad gütmek, insanların rızāsını aramaktır riyâ. İmam Gazâlî’nin (ra) tâbiriyle riyâ; “İyi görünerek insanların kalbinde yer almayı istemek veya Allâh'a yaptığı ibâdet ile kulları kasdetmek”tir.
Riyâ, mânevî büyük bir hastalık ve bir nevi şirktir. Tedâvisi ise elzemdir. Mütehassısları ise gönül doktorlarıdır, “sâdıklarla berâber olmaktır.”[13] Mü'min amellerinde Allah rızâsını gâye ve hedef edinir. Amel, dünyevî bir menfaat için yapılınca, o menfaat ilâh edinilmiş olur. Efendimiz (sav), şirkin bu şeklini şirk-i hafî, yâni gizli şirk olarak vasıflandırmıştır. Diğer hadîs-i şerîflerinde ise şöyle buyururlar:
“Riyânın en azı da şirktir.”[14]
“Muhakkak ki, sizin için en çok korktuğum şey, küçük şirk, yâni riyâdır. “[15]
“Her kim duyulsun diye bir iş işlerse, Allah onun kıymetsizliğini duyurur. Her kim gösteriş olsun diye bir iş yaparsa, Allah da onun gösteriş yapmasını ve değersizliğini ortaya çıkarır.”[16]
“Kıyâmet günü ilk çağrılacaklar, Kur'ân'ı ezberleyen biri, Allah yolunda öldürülen biri ve bir de çok malı olan biridir. Allah Teâlâ Hazretleri Kur'ân okuyana:
“Ben Resûlüme inzâl buyurduğum şeyi sana öğretmedim mi?” diye soracak. Adam:
“Evet yâ Rabbi!” diyecek.
“Bildiklerinle ne amelde bulundun?” diye Rabb Teâlâ tekrar soracak.
Adam:
“Ben onu gündüz ve gece boyunca okurdum” diyecek. Allâh Teâlâ Hazretleri:
“Yalan söylüyorsun!” diyecek. Melekler de ona:
“Yalan söylüyorsun!” diye çıkışacaklar. Allah Teâlâ Hazretleri ona:
“Bilakis sen, “Falanca Kur'ân okuyor” densin diye okudun ve bu da söylendi” der.
Sonra, mal sâhibi getirilir. Allah Teâlâ Hazretleri:
“Ben sana bolca mal vermedim mi? Hattâ o kadar bol verdim ki kimseye muhtaç olmadın?” der. Zengin adam, “Evet yâ Rabbi” der.
“Sana verdiğimle ne amelde bulundun?” diye Rabb Teâlâ sorar. Adam:
“Sıla-i rahimde bulunur ve tasadduk ederdim” der. Allâh Teâlâ Hazretleri:
“Bilakis sen: “Falanca cömerttir” desinler diye bunu yaptın ve bu da denildi” der.
Sonra Allah yolunda öldürülen getirilir. Allah Teâlâ Hazretleri:
“Niçin öldürüldün?” diye sorar. Adam:
“Senin yolunda cihadla emrolundum. Ben de öldürülünceye kadar savaştım” der. Hakk Teâlâ ona:
“Yalan söylüyorsun!” der. Ona melekler de:
“Yalan söylüyorsun!” diye çıkışırlar. Allah Teâlâ Hazretleri ona tekrar:
“Bilakis sen: “Falanca cesurdur” desinler diye düşündün ve bu da söylendi” buyurur. Sonra (Resûlullah (as) Ebû Hüreyre'nin dizine vurup):
“Ey Ebâ Hüreyre! Bu üç kimse, Kıyâmet günü, cehennemin, aleyhlerinde kabaracağı Allâh'ın ilk üç mahlûkudur!” dedi.”[17]
Makālemizi, sâdıklardan Yahyalılı Hacı Hasan Efendi hazretlerinin bir şiiriyle hitâma erdirelim:
El gördülük yaptın amel
Buzdan kurmuş idin temel
Şöhret ile olmaz kemâl
Evlerimi yıktın nefis
Amelime riyâ katar
Ahlâklarım beter beter
Aklım ânın sözün tutar
Zincirini taktın nefis
[1] Buhārî, Bedü’l-Vahy, 1; Müslim, İmare, 155; Ebu Dâvûd, Talak, 11.
[2] Mü’min sûresi, 40/19; Mülk sûresi, 67/13; Lokmân sûresi, 31/23; Tegâbun sûresi, 64/4.
[3] Müslim, İmâre, 156, 157; Ebû Dâvûd, İstigfâr, 26; Neseî, Cihâd, 36; ibn Mâce, Cihâd, 15.
[4] Âl-i İmrân, 2/169-171.
[5] Asr sûresi, 103/1-3.
[6] İbn Mâce, Mukaddime, 17.
[7] Şems sûresi, 91/8-9.
[8] Buhārî, İman, 39.
[9] Şuarâ sûresi, 26/88-89.
[10] Müslim, Birr, 33; İbn Mâce, Zühd, 9; Ahmed b. Hanbel, 2/285, 539.
[11] Buhārî, Îman, 1; Müslim,Îmân, 1.
[12] Buhāri, Esribe, 1.
[13] Tevbe sûresi, 9/119.
[14] İbn Mâce, Fiten, 16.
[15] Tirmizî, Hudut, 24.
[16] Müslim, Zühd, 38.
[17] Müslim, İmâret, 152; Tirmizî, Zühd, 48; Nesâî, Cihâd 22.
Ekim 2024, sayfa no: 58-59-60-61
Abone Ol
En son haberleri doğrudan gelen kutunuza alın. Asla spam yapmayız!
Mesaj Bırak