Ara

Efendimiz’in (sav) Özel Hayâtından Sünnet ve Tavsiyeler “Cihâd”

Efendimiz’in (sav) Özel Hayâtından  Sünnet ve Tavsiyeler  “Cihâd”

Allah yolunda cihâd, en hayırlı amellerdendir. (Buhârî, Müslim, Ebu Davud, Neseî, Tirmizî, İbn-i Mâce, K.S.-1002) Cihâd, kulun cennetteki makâmını yükseltir. (Müslim, Neseî, K.S.-1002)

Allah yolunda bir gün nöbet beklemek, (hayırla geçen) diğer bin günden daha hayırlıdır. (Buhârî, Müslim, Tirmizî, İbn-i Mace, K.S.-986)

Resûlullah (sav), Allâh’ın kelâmı yücelsin, hâkim olsun diye savaşan kişinin cihâd yapmış olduğunu buyururdu. Kahramanlık, ırk, âile, dost veya gösteriş için savaşan cihâd sevâbı alamaz. (Buhârî, Müslim, Ebu Davud, Neseî, Tirmizî, İbn-i Mace, K.S.-1041)

Allah Resûlü (sav), insanların mücâdelesinin tamâmen Allah rızâsı için olmasına çok önem verirdi. Uhud Savaşı’nda, bir müşrik adama kuvvetle saldıran bir Müslümanın; “Al sana! Ben bir Fârisî kölesiyim!” dediğini işitir. Bunun üzerine, o adamı şöyle uyarır: “Ben ensârî kölesiyim deseydin daha iyi olmaz mıydı?” (Ebu Davud-6164, Neseî, K.S.-1044) Böylece ihlâsla ve sâdece Allah rızâsı için yapılması gereken bir ibâdete ırk kavramının karışmasını aslâ doğru bulmamıştır. Irkı için çalışanların bu hadîsi iyi düşünmesi gerekir.

Allah yolunda savaşan kişi, gidip gelinceye kadar, aralıksız oruç tutan, namaz kılan, Kur’ân okuyan kişi gibi ecrini de alır. (Buhârî, Müslim, Neseî, Tirmizî, Muvatta–6086, K.S.–994) “Sizden birinin Allah yolunda bulunması, evinde kılacağı yetmiş yıllık namazdan hayırlıdır.” (K.S. c. 5 s. 29)

Allah yolunda yapılan en küçük harcamalar için bile ecir vardır. (Buhârî, Neseî-6102, K.S.-1004) “Kim Allah yolunda bir harcama yaparsa, karşılığında yedi yüz kat alır.” (Tirmizî,Neseî-6105)

Allah yolunda cihâda katılana verilen sevap, sâdece mâlî yardımda bulunandan, yedi yüz bin kat daha fazladır. (İbn-i Mace-6107) Burada belirtilen rakam, sayısal anlamda da olabilir, çokluk mânâsında da olabilir. Allah en doğrusunu bilir.

Kendisi gidemeyip de, cihâda katılanı techiz eden, geride bıraktığı âilesine bakan da savaşa katılmış gibi ecir alır. (Buhârî, Müslim, Ebu Davud, Neseî, Tirmizî, İbn-i Mace-6108, K.S.-1007) Bunu yapmayan da beklenmedik musîbetlere mâruz kalır. (Ebu Davud, K.S.-1030)

Allah yolunda mücâdelede bulunamayan öyle insanlar vardır ki, mücâhidlerin her adımında pay sâhibi olurlar. Çünkü onlar mâzeretleri sebebiyle bulunamayan ama gönülleriyle hep cihâdda olan insanlardır. (Buhârî, Ebu Davud-6199, Müslim, K.S.-1068)

Müslümanlar savaşa çağrıldığı zaman, tereddüt etmeden, katılmak zorundadırlar. (Buhârî, Müslim-6153) Az bir zaman diliminde bile cihâd yapmak, kişiyi cennete ulaştırır. (Tirmizî, Ebu Davud, Neseî, İbn-i Mace, K.S.-990)

Müslümanlarla kâfirlerin savaştığı bir esnâda, savaşmadan (veya mâzeretine binâen katılamadığı için) savaşa katılmayı içinden geçirmeden ölen kişi nifak üzere ölmüş gibidir. (Müslim, Ebu Davud, Nesi-6154)

Allah Resûlü (sav), düşmanla karşılaşmayı temennî etmez ancak karşılaşırsa da sabredip dayanır, mücâdele ederdi. (Buhârî, Müslim- 6156)

Özrü olan bir kimsenin cihâda katılma mecbûriyeti kalkar. A’mâ olan Abdullah b. Çahş ile Abdullah ibn-i Mektum, Bedir Savaşı’na katılamayınca, durumlarının ne olacağını Resûlullâh’a (sav) sordular. Resûlullah (sav) de gelen âyete dayanarak (Nisâ, 95-96.) mâzeretli olduklarını belirtmiştir. (Buhârî, Tirmizî, K.S.-572)

On beş yaşına gelen bir delikanlı, ihtiyaç duyulursa İslâmî bir savaşta mükellef olabilir. (Kütübü Sitte-960) Allah yolunda cihâd etmeyi düşünmemek, nifak üzere olmak demektir. (Müslim, Ebu Davud, Neseî, K.S.-1029) Dünyâya dalarak Allah yolunda cihâdı terk etmen, perişanlığı getirir. (Ebu Davud- 6158)

Şöhret, ganîmet (Neseî-6151), kahramanlık, yiğitlik, eş-dost-akraba, gösteriş için savaşan, cihâd ecrinden aslâ bir şey alamaz. Sâdece ve sâdece Allah rızâsı için olmalıdır. (Buhârî, Müslim, Ebu Davud, Neseî, Tirmizî, İbn-i Mace-6160)

Allah yolunda cihâd, mal ile can ile ve dil ile de olur. “Mallarınızla, canlarınızla ve dillerinizle cihâd ediniz.” (Ebu Davud, Neseî-6152, K.S.-1027) “Müşriklere karşı dillerinizle de cihâd edin.” (Ebu Davud, Neseî, K.S. c. 8 s. 195)

Allah yolunda cihâdın en önemlilerinden biri de, nefisle yapılan cihâddır. “El mücâhidü men câhede nefsehû: Gerçek mücâhid, nefsiyle cihâd edendir.” (Tirmizî, K.S.-998)

Resûlullah (sav), Mekke döneminde bazı sahâbilerin savaş ve direniş için mücâdele isteklerine (Neseî, K.S.-562) izin vermemişti. Allah yolunda savaşa, inen âyetlerden sonra izin vermiştir.

Allah yolunda cihâd edemese bile bir şahıs, bunu samîmî olarak isterse, Allah ona bu ecri verir. (Tirmizî, Ebu Davud, Nesi, K.S.-991)

Allah Resûlü (sav), bir müfreze veya bir ordu gönderdiğinde sabahleyin görderirdi. (Ebu Davud, Tirmizî-3163, K.S.-2181)

Cihâda çıkacağı zaman, bir insan olarak gereken tedbirleri alırdı. Uhud Savaşı’na giderken iki zırh giymişti. (Ebu Davud, İbn-i Mace, 4253)

Efendimiz (sav), kendisinin katılmadığı seferlerde, kılıcını Hz. Ali veya Üsame (ra)’a verirdi. (Müsned, Taberani-611-)

Allah yolunda yapılacak çalışmalarda arkadaşlarını yalnız bırakmamak, gecikmemek (Müsned-6082), sefere katılmak gerektiğinde oyalanmamak, birlikten ayrılmamak gerektiğini emrederdi. (Tirmizî-3164)

Allah Resûlü (sav), çevre kabîlelerden Mekke’ye gelip de Müslüman olanların orada kalmasın istemez, kabîlelerine dönerek İslâm’ı anlatmalarını, beklemelerini isterdi. (Müslim-8908)

İyi olsun günahkâr olsun, cihâd zamânı yönetici/komutanla birlikte savaşmak gereklidir. (Ebu Davud-6151)

Savaş Uygulamaları

Allah yolunda savaşmanın, kıyâmete kadar devâm edeceğini haber vermiştir. (Neseî -3157)

Efendimiz (sav), bir savaşa niyetlendiği zaman genelde kapalı ifâdeler kullanır, asıl hedefi belli etmezdi. Bazen de açıkça belirtirdi. (Buhârî, Müslim, Ebu Davud, Neseî, Tirmizî-7006)

Resûlullah (sav), önemli savaşlara bizzat katılır ve mücâhidlere moral verirdi. (Buhârî, Müslim, Tirmizî, K.S.-4259)

Allah Resûlü (sav) insanların en cesâretlisiydi. Savaş esnâsında insanlar korkuya kapıldığı zaman onlara birlik olmalarını, sabır, tahammül ve sükûnet göstermelerini istirdi. (Ebu Davud-6202) Sıkışık anlarda ashab, Peygamber Efendimiz’in yanına gelerek, ona sığınırlardı. (Buhârî, Müslim, Tirmizî-6659)

Savaşa katılanların ismini kaydettirirdi. (Buhârî, Müslim, Ebu Davud,Neseî, Tirmizî,-7006)

Çocukların cihâda katılma arzusunu dikkate alır ancak küçükleri kabûl etmezdi. (Buhârî, Müslim, Ebu Davud, Neseî, Tirmiz, K.S.-2339)

Cihâd birliğinin yolda hiçbir canlıya ve çevreye zarar vermemesini emrederdi. (Ebu Davud, K.S.-2190)

Resûlullah (sav) bir bölgede ezan okunuyorsa, oraya saldırmazdı. (Müslim, Tirmizî, Ebu Davud, K.S.-1051-1052)

Savaştan mağlubiyetle ayrılanlara, istenen sonucu alamadan gelenlere moral verir, (Ebu Davud, Tirmizî 6186) kaçmak zorunda kalanları kınamazdı. “ Yâ Resûlullah (sav), bizler firârî olduk!” diyen böyle bir gruba; “ Hayır sizler ferarun (firariler) değil, akkarun (savaşa tekar dönmek için manevra yapmış) olanlarsınız” demiştir. (Ebu Davud, Tirmizî, K.S.-1057)

Allah Resûlü (sav) cihâd seferlerinde yüksek yerlere çıktığı zaman “Allâhu Ekber!”, aşağılarda, vâdilerde bulundukları zaman da “Sübhânallâh” derlerdi. (Ebu Davud-6166, K.S. 1034)

Allah Resûlü (sav), savaşlarda parola kullanırdı. Savaşın birinde ensârın parolası Abdurrahman, muhacirlerin parolası ise Abdullah idi. (Ebu Davud-6167) Yine “Yâ Mansur, Emit, emit: Ey yardım olunan, öldür, öldür.” parolasını kullanmıştır. (Ebu Davud-6168, K.S.-1035)

Düşmanın gece baskınına karşı savunma yaparken, “Hamim, lâ yunserun: Hamim, onlar yardım görmeyecekler.” denilmesini isterdi. (Ebu Davud-6161, Tirmizî, K.S.-1036)

Peygamber Efendimiz (sav) savaşa katıldığı zaman güneş doğduktan sonra erkenden hücûma başlar, güneş tepedeyken ara verir, harâret dinince yine başlar, ikindi namazı geçmeden kılar ve o günkü mücâdelesini sonlandırırdı. (Buhârî, Ebu Davud, Tirmizî-6181, K. S.-1050)

Kadınların da savaşta yardımcı eleman olarak bulunduğu olurdu. Kadınlar; hasta ve yaralıları tedâvi eder, şehitleri taşır, okları toplayıp verir, su getirip dağıtır, yemek yaparlardı. Onlara da ganîmette belli bir pay verirdi. (Buhârî, Ebu Davud, 1105, K.S.-1058, 1059) Huneyn Savaşı’nda elinde hançerle Rümeysa (ra)‘yı görünce; “Bu nedir?” diye sormuştu. Ümmü Süleym de; “Bunu, müşriklerden biri bana yaklaşacak olursa karnına saplamak için temin ettim.” diye cevap vermişti. Bu cevap Resûlullâh (sav)’in hoşuna gitti ve tebessüm etti. (Müslim, Ebu Davud, K.S.-4293)

Resûlullah (sav), savaşa katılan kadınları ayrı bir yerde tutar, bazı Müslümanlara da onları gözetmelerini söylerdi. Uhud Savaşı’nda Hasan b. Sabit’i bu amaçla görevlendirmiştir. (Taberani- 6566)

Savaşta esir alınanları, rehin tutulan bazı Müslümanları kurtarmak için fidye olarak kullanırdı. Bir gazve sonucu elde edilen esirler arasında çok güzel biri vardı. Seleme (ra)’in hissesine düşen bu esîri Resûlullah (sav) ondan istedi. Sonra Mekke’de bulunan bir grup Müslümanın kurtarılması için fidye olarak verdi. (Müslim, Ebu Davud, K.S.-4258)

Resûlullah (sav), İslâm’a olan kindarlığı, saldırganlığı ve ahlâksızlığından dolayı bazı kimseler hakkında ölüm fermânı çıkartırdı. Yazdığı şiirlerle Müslümanlara, peygamberimizin eşlerine hayâsızca saldıran Ka’b. b. Eşref’i, uyarılar fayda vermeyince yok etmiştir. (Ebu Davud, K.S-4242)

Cihâd seferi dönüşü Mescid-i Nebevî’de iki rekat namaz kılardı. (Buhârî, Müslim, Ebu Davud, Neseî, Tirmizî-7006)

Müşriklerin Müslümanlarla birlikte savaşa katılmasını uygun görmezdi. (Müslim, Tirmizî, Ebu Davud, K.S.-4237) Âlimler zarûret hâlinde buna cevaz vermişlerdir.

İnsanların kibirli yürüyüşlerini aslâ sevmeyen Resûlullah (sav), savaş ortamında gururlu ve çalımlı yürüyüş ve edâya onay vermiştir. (Ebu Davud, Neseî, K.S.-5227)

Savaş sonucu bir düşman ölüsünü parayla satın almak isteyen müşriklere karşı çıkmıştı. “Bizim ne onun cesedine ne de cesedinden gelecek paraya ihtiyacımız var!” diyerek cenâzeyi onlara göndermişti. Halbuki müşrikler çok yüklü bir para teklif etmişlerdi. O müşrik ölüsü bile olsa cesede dokunulmasını, ticârete dönüştürülmesini bir insan ve peygamber olarak hoş görmemişti. (Tirmizî K.S.-1076)

Savaşta Dikkat Edilecekler..

Allah Resûlü (sav), çarpışma öncesi, savaşta nasıl davranılması gerektiğini anlatır, askerin de görüşünü alırdı. (Taberani-6174) Savaş esnâsında gereksiz gürültü yapmayı,bağırıp çağırmayı uygun görmezdi. (K.S. c. 5 s. 82)

Savaşta düşmanı aldatmak, yanıltmak için değişik yollara başvurur, askerî bilgi ve haberlerin sızmaması için tedbir alırdı. “Elharbu hud’atun: Harp hîledir.” buyururdu. (Ebu Davud-6169, Buhârî, Müslim, K.S.-1037)

Resûlullah (sav) savaşırken; “Allâh’ım, sen benim dayanağımsın, yardımcımsın. Senin yardımınla düşmanın oyununu bozarım. Senin yardımınla saldırırım, Seninle düşmana karşı savaşırım.” (Tirmizî, Ebu Davud, 6170 K.S. -1033)

Resûlullah (sav), bir ordunun veya bir müfrezenin başına bir komutan tâyin ettiği zaman onlara; Allahtan korkmasını, berâberindeki Müslümanlara iyi davranmasını tavsiye ederdi. Ayrıca şu konularda kesin tâlimat verirdi:

"Gittiğiniz yerde mescid gördüğünüz ya da ezan sesi duyduğunuz zaman hiç kimseye ilişmeyin. (Ebu Davud, Tirmizî-6183)

Allâh’ın adıyla, Allah için düşmanlarına karşı savaşın.

Aşırı hareketlerden kaçının.

İşkence yapmayın.

Ganîmete hâinlik etmeyin.

Düşman ölülürinin âzâlarına zarar vermeyin.

Çocukları, kadınları ve yaşlıları öldürmeyin.

Düşmanla karşılaştığınızda onlara şu üç şeyi sunun:

a-‘Müslüman olun, kurtulun.’

b-‘Cizye/vergi verin, kurtulun.’

c-Bu ikisine de yanaşmazlarsa onlarla savaşın." (Müslim, Ebu Davud, Neseî,-6176, Ebu Davud-6177, K.S.-1045,1049, Muvatta, İbn-i Mace, K.S. -4245, 6873)

Yağmacılığa aslâ izin vermezdi. Bir seferde, sâhibinden izinsiz bir koyunun kesilip kazana konulduğunu öğrenince kızdı ve yayı ile yemek kazanını devirerek; "Yağmalanmış şey ölü hayvan etinden daha helâl değildir." buyurdu.

Hayber savaşında sâhiplerinden izinsiz bahçeden birşeyler alan, buna engel olan kadınları itip kakan kimselerin durumu kendisine haber verilince, herkesi toplayarak sert bir şekilde uyarmıştır. (Ebu Davud, K.S. -1083)

Savaşta müsle yapılmasını, yâni düşman ölüsünün kulak ve burnunu koparmak, gözlerini çıkarmak, karnını deşmek, ciğerini sökmek gibi kötü cezâlandırmaları yasaklamıştı. (Buhârî K.S. -1065,4980)

Şu dört ay 'Haram Aylar' olup, bu aylarda normal şartlarda savaşılması haramdır: Zilkade, Zilhicce, Muharrem ve Şa’ban ayları. (Buhârî, Müslim, Ebu Davud-K.S. 2/313)

Şehid

Allah Resûlu (sav) şehitlerle ilgili şu tespitlerde ve büyük müjdelerde bulunmuştur:

"Allah (cc), şehidin kul hakkı hâriç tüm günahlarını bağışlar." (Müslim-4764, Neseî-6122) Bir defasında adamın biri gelerek, şehidin tüm günahlarının bağışlanıp bağışlanmadığını sorar. "Evet." cevâbı veren Efendimiz Aleyhissalatü Vesselâm, sonra adamı çağırarak buyurur: "Allah yolunda ölmek tüm hatâları örter ancak borç (kul hakkı) hâriç. Zîrâ Cibril az önce bunu bana gizlice söyledi." (Neseî-6122, Müslim, Muvatta,Neseî,K.S.-1013,1014)

Şehitlerin rûhu yeşil kuşlarda cenneti temâşâ eder, orada diledikleri gibi gezinir. Allah (cc) onların bir isteklerinin olup olmadığını sorar, onlar da bir eksiklerinin olmadığını, nimetler içinde gezindiklerini ancak tekrar eski bedenlerine geçip şehit olmak istediklerini söylemektedirler. (Müslim, Tirmizî-6119)

Şehitlerin dışında hiç kimse, cennete girdikten sonra dünyâya dönmek istemez. Onlar da cihâd edip tekrar şehîd olmak isterler. (Buhârî, Müslim, K.S.-1017)

Şehitler kabir azâbından, hesâbından da muaftırlar. (Neseî -6131, K.S.-1018)

Şehitler öldürülürken, bir çimdikten duyulan acı kadar acı duyar. (Tirmizî, Neseî-6131, K.S.-1019)

Şehitler de îman dereceleri, sâlih amelleri, savaşataki azim ve cesâretlerine göre derece derecedirler. (Tirmizî-6127, K.S. -1015)

Bir kimsenin şehit sayılabilmesi için Allah yolunda ve Müslüman olarak vefât etmiş olması gerekir. (Buhârî, Müslim-6129)

Malı uğrunda öldürülen, canı uğrunda öldürülen, nâmusu uğrunda öldürülen de şehittir. (Ebu Davud, Neseî, İbn-i Mace, Tirmizî-6146 K.S. 1196)

Haksızlığa uğrayan kişi kendini savunurken ölürse şehittir. (Neseî-6147, Taberani-6056, İbn-i Mace, K.S. -6794) Savaşta yanlışlıkla kendini vuran kişi de şehittir. (Ebu Davud-6145, K.S. 1153)

Denizde boğularak ölen (Ebu Davud 6141, K.S. 1151), yangında ölen, zatü'l cenb hastalığından ölen, karnındaki çocuğuyla doğum yaparken ölen kadın (Rezin-6145, Muvatta, Tirmizî, K.S. -1150), gurbette ölen (İbn-i Mace, K.S.-6495), yanarak ölen (Muvatta, Ebu Davud, Neseî 4143), vebâdan, karın ağrısından, üzerine duvar yıkılarak ölen de (sevapça) şehittir. (Müslim, Muvatta, Tirmizî-6143, K.S.-1149,1150,5431)

Allah yolunda şehit edilen murâbıtın amel defteri kapanmaz ve kabir azâbı da görmez. (Tirmizî, Ebu Davud, K.S. 987)

Allah Resûlü (sav) mü’minlere en büyük şehâdet müjdesi olarak şunu vermiştir: "Bir kimse Allah'tan içtenlikle şehit olmayı isterse yatağında bile ölse, onu şehitlerin derecesine ulaştırır." (Müslim, Ebu Davud, Neseî, Tirmizî, İbn-i Mace, K.S. -1022)

Allah yolunda yaralanan kişi kıyâmet günü misk kokulu akan kanıyla haşrolunur. (Buhârî, Müslim, Ebu Davud, Neseî, Tirmizî, İbn-i Mace, K.S.-992-993)

Efendimiz (sav)'den...

"Allah yolunda bir gün nöbet tutmak, bir ay oruç tutmakla gece namazı kılmaktan daha hayırlıdır. Kim nöbette ölürse kabir fitnesinden korunur, bunun sevâbı kıyâmet gününe kadar defterine arttırılarak yazılır." (Müslim,Neseî, Tirmizî-6076)

"Muhammed’in canı elinde olan Allâh’a yemîn ederim ki, Allah yolunda savaşa çıkıp öldürülmeyi, sonra yine çıkıp öldürülmeyi, sonra yine çıkıp öldürülmeyi ne kadar isterdim." (Buhârî, Müslim, Neseî, Muvatta-6085, K.S. 993, 4662)

"Allah yolunda kâfir öldüren, sonra doğruluktan ayrılmayan, aşırıya kaçmadan orta bir yol izleyen kimse ile kâfir, cehennemde bir araya gelmez.

Mü’min için Allah yolunda tutulan tozla cehennem soluğu bir araya gelmez. İnanmış mü’min bir kulun kalbinde, îmanla kıskançlık bir araya gelmez." (Müslim, Ebu Davud, Neseî-6093)

“Ey insanlar, düşmanla karşılaşmayı temennî etmeyin. Ancak karşılaşacak olursanız sabredin. Bilin ki, cennet kılıçların gölgesi altındadır.” (Müslim, Tirmizî-6095, Buhârî, Ebu Davud, K.S.-1031)

Mehmet Nezir Gül (Ocak 2017)

Abone Ol

En son haberleri doğrudan gelen kutunuza alın. Asla spam yapmayız!

Sosyal Medya Hesapları

Mesaj Bırak