Eyüpsultan'da bir çeşme var.
Bir yanı Hazreti Hasan,
Diğer yanı Hüseyin Efendimiz için akar.
Ecdâd, bir hayır-hasenat mı yaptı?
İşte böyle mânidar yapar!...
Bütün insanlığın iyiliği düşünülerek üretilen ortak değerlerin öncüsü olarak kabûl edilen Osmanlı, insanı son derece önemli sevgi ve saygı odağı hâline getirmiş, bunun olumlu yansımaları olarak da kültür, tefekkür ve medeniyet târihine yeni usûl, vâsıta, kurum ve kuruluşlar armağan etmiştir. Bu güzel insanlar, asırlar boyunca Balkanlar’dan Anadolu’ya, İstanbul’dan Kudüs’e kadar hâkim oldukları coğrafyalarda hangi dil, din, ırk ve meşrepten olursa olsun yönetimi altındaki insanlara bir arada, barış içinde, mutlu ve mes’ûd günler yaşatmıştır. Bugün yeni devletlerin oluştuğu o eski Osmanlı ülkelerine gittiğimizde bu kapsayıcı, kucaklayıcı medeniyetin yüzlerce şâhidini görmekteyiz. Vaktiyle Osmanlı ülkesini ziyâret eden pek çok insaf ehli yabancı gezgin buralarda insana verilen değeri ve hoşgörüyü ülkelerine döndükleri zaman övgüyle dile getirmişlerdir.
Bir Zamanlar Hayır Amaçlı 26.000'den Ziyâde Vakıf Kurulmuş...
Dedelerimiz sosyal dayanışma ve yardımlaşmanın en güzel örneklerini sergileyerek birbirinden anlamlı ve zarîf eserlerle bir vakıf medeniyeti meydana getirmiştir. Devlet-millet eliyle yapılan câmi, kütüphane, köprü, çeşme, han, hamam, şifâhâne, darülaceze, imârethâne gibi mücessem eserlerin yanı sıra halk tarafından çeşitli vakıflar aracılığıyla, insanların istifâde edecekleri binek taşları, mola taşları, açık hava ibâdetgâhı olan namazgâhlar ve kuş evleri gibi insanı hayrete düşüren, düşündüren hayır eserleri kazandırmış, bunlar için vakıflar oluşturmuşlardır. Osmanlı döneminde tesbît edilebildiği kadarıyla yirmi altı binden ziyâde vakfın kurulmuş olması, ecdâdımızın bu husustaki gayretini ve fazîletini göstermesi bakımından oldukça mânidardır. O kadar çok vakıf kurulmuş, o kadar çok sahada hizmet verilmiştir ki artık tâlî hususlar için bile vakıf kurma yoluna gidilmiştir. İşte bu vakıflardan birkaç örnek: Yoksul kızlara çeyiz tedârik etmek için kurulmuş vakıf; insanlar rahatsız olmasın diye yerlerdeki tükürüklerin üzerini kül ve benzeri şeylerle örtmek için kurulan vakıf; bebeğinin süt ihtiyâcını karşılayamayan annelere sütannesi bulunması için kurulan vakıf; insanların yatsı ve sabah namazlarına aydınlık içinde gidip gelmelerini sağlayan, yol güzergâhını mum veya benzeri şeylerle aydınlatmak için kurulan vakıf; insanların hayvanlara rahatlıkla binmelerini kolaylaştıran binek taşlarının tedâriki ve kontrolü için kurulan vakıf; sırtlarında yük taşıyanların yorulduklarında dinlenmelerine imkân sağlayan konaklama (mola taşı) taşlarının tedâriki için kurulan vakıf; ihtiyaç sâhiplerinin gerektiğinde faydalandıkları, sadakayı alanın da verenin de başkaları tarafından bilinmediği, şehrin muhtelif yerlerine dikilen, evrensel iyiliğin sembolü, zarâfet ve fazîlet âbidesi sadaka taşlarının tedâriki için kurulan vakıf….
Osmanlı yüzyılları boyunca, bütün gezginlerin ittifakla yazdıkları konulardan birisi de ceddimizin çevreyi ve doğal hayâtı koruma hassâsiyetidir. Çünkü onlar, bırakınız bahçelerindeki bir ağacı kesmeyi, kamuya āit yerlerdeki ağaçlara dahi kimseyi dokundurtmazlarmış. İnsanı düşünen dedelerimiz, hayvânâtı da ihmâl etmemiş, kurdun kuşun hakkını gözetmiş. Hayır-hasenâtına onları da dâhil etmiş. Zîrâ Rahmet Peygamberimiz, susuzluktan kavrulan bir köpeğe su verdiği için cenneti kazanmış olan fazîletli bir kişiyi büyük bir mutlulukla ümmetine örnek göstermiştir. Bu sebeple ecdâdımız, câmi mîmârîsinde kuşları bile düşünmüş; sokakta kalmış hayvanlar, yaralı veya hasta göçmen kuşların bakım ve tedâvî hizmeti için vakıflar kurmuştur. Kuş evleri, milletimizin hayvânâta, özellikle kuşlara verdiği değer ve önemin âdetâ simgesi olmuştur.
Açık Hava Kütüphanesi Vazîfesi Gören Kitâbeler...
Yukarıda da açıklandığı üzere dedelerimizin bize emânet bıraktığı sayılamayacak kadar hayır-hasenat eserleri vardır. Sadaka-i câriye olan yâni öldükten sonra da amel defterimize sevap yazdıran, kazandıran bu hayır eserlerindeki detaylar insanı gerçekten hayrete düşürüyor. Meselâ garip-gurabânın faydalanması için 226 seneden beri hizmet veren, Eyüp Sultan’da, Cülûs Yolu üzerindeki Mihrişah Vâlide Sultan İmâreti’nin önünden geçiyorsunuz. Şöyle başınızı yukarı kaldırdığınızda serçelerin duvardaki küçücük deliklere girip çıktıklarına şâhid oluyorsunuz. Kuş evleridir bunlar. Barınakları duvar içerisindedir. Bilindiği üzere kuş evleri saray, köşk ve konak gibi görkemli forumlarda olabildiği gibi gecekondu tarzında, buradaki gibi mütevâzı olanları da var. Pek çoğumuzun bu mütevâzı kuş evi türünden haberi dahî yok. Yeri gelmişken Eyüp Sultan'da, Şahsultan Sıbyan Mektebi güney cephesindeki kuş sarayını, görkemli kuş evlerine örnek olarak göstermek istiyoruz. Bāzı çeşmelerin ön yüzünde su kurnasının üzerinde, sağında veya solunda selsebil tarzında, kâse boyutunda küçük kurnalar vardır. Bunlar kuşlar içindir. Kuş sulağı diyoruz bunlara. Çeşmeden kuşlar da istifâde etsin diyedir.
İncelikler sayıp dökülecek gibi değil. Liste uzayıp gidiyor. Öyle ki ecdâdın bu duygu ve düşüncesinin yansımasını ebedî âlemin kapısı olan mezarlıklarda dahi gözlemleyebiliyoruz. Dedelerimiz, mezar taşlarının üstüne su koymak için küçük bir oyuk yaptırır, hayvânâtın buradan su ihtiyâcını karşılamasını arzulardı. Bizim medeniyetimiz dili olan bir medeniyettir. Bu dil esas itibârıyla vahiy merkezlidir. Beşikten mezara kadar, hayâtın bütün alanlarını ve hattâ âhiret hayâtını ihâta eder. Her duruma, olgu ve olaya dâir söyleyeceği mutlakā bir söz vardır. Eski mîmârîmize bir göz attığımızda çeşme, câmi, medrese, türbe, tekke, şifâhâne, imârethâne, kütüphane, çarşı ve benzeri yapıların uygun bir yerinde, işleviyle ilgili kitâbelere rastlarız. Bunlar yapının işlevine göre bāzan bir Âyet-i Kerîme, bāzan bir Hadîs-i Şerîf, bāzan da özlü bir söz olabiliyordu. Birbirinden güzel hat yazıları, dönemin en mâhir hattatlarına sipâriş edilir, bunlar taş ustaları tarafından âdetâ mücevher gibi mermere nakşedilirdi. Açık hava kütüphanesi vazîfesi gören bu kitâbeler, yazılar okuyanların gözüne, gönlüne rûhuna sirâyet ederdi.
Meselâ târihî çeşmeleri incelediğimizde aşağıda zikredeceğimiz iki âyet-i kerîmeden birini veya ikisini birlikte sıkça görürüz: “Hayâtı olan her şeyi sudan yarattık.” (Enbiyâ, 30.) “Rableri onlara tertemiz bir içecek içirecektir.” (İnsan, 21.) Kütüphanelerimizin giriş kapısında ise genellikle “O sahîfelerde dosdoğru hükümler vardır.” (Beyyine, 3.) Âyet-i Kerîmesi vardır. Yine pek çok câmimizin ana giriş kapısında, okuyanlara esenlik veren bir Âyet-i Kerîmeyi görürüz: “Oraya güven içinde, esenlikle girin.” (Hicr, 46.) Elbette bu medeniyet dilinden târihî kabristanlarımız da fazlasıyla nasîbini almıştır. Nasıl almasın ki? Mâdem ki öldükten sonra dirileceğimize îmân etmişiz, bu dünyâ hayâtı bizim için kısa bir konaklama, bir gölgelikten ibârettir; gāyet tabiîdir ki ebedî bir hayat için bu dilin söyleyeceği çok şey olmalı. Dedelerimiz bunu “Hüve’l-Bâkî” ile özetlemiş. "Ezelî ve Ebedî olan ancak Rabbimizdir" mânâsı. Rahmân Sûre-i Celîlesi, 27. Âyet-i Kerîmesinde Cenâb-ı Mevlâmız şöyle buyurur: “Yeryüzünde bulunan her şey fânîdir. Ancak azamet ve ikram sâhibi Rabbinin zâtı bâkî kalacaktır."
Ecdâdın “Hayır İçinde Hayır” İşlerine Bir Örnek...
Bu yazıyı kaleme almamıza ve böyle uzun bir girizgâh yapmamıza vesîle olan ise işte bu hayır eserlerinden birisi, Sadrâzam Semiz Ali Paşa Çeşmesi’dir. Eyüp Sultan'da, Akarçeşme mevkiinde, Cezeri Kasım Paşa Câmi-i Şerîfi karşısında yer alır. Çömlekçiler caddesi ile Haydar Baba caddesinin birleştiği yerdedir. Zal Mahmûd Paşa Camii'nin arkasından Ebu Derdâ hazretlerinin makāmına doğru bir yol uzanır. İşte bu yolun sonuna doğru sağ koldadır. Çift cepheli olan bu köşe çeşmesi, 1558 yılında Sadrazam Semiz Ali Paşa tarafından yaptırılmış. 1604 yılında bir tâmir gören yapı, en son 1994 yılında Eyüp Sultan Belediyesi tarafından restorasyona tâbi tutulmuş. Suyu akan nâdir çeşmelerimizdendir. Semiz Ali Paşa, çeşmenin kitâbeli olan ön yüzünü Hz. Hüseyin Efendimiz, yan yüzünü ise Hz. Hasan Efendimizin rûh-u şerifleri için yaptırmış. Biz buna “Nûrun alâ nûr” yâni “Nur üstüne nur” diyoruz. Ecdâdın “hayır içinde hayır” işlerine ve Ehl-i Beyt sevgisine iyi bir örnek teşkîl ettiği için paylaşmak istedik. Çeşmenin ön yüzünde üç satır hâlinde hazırlanmış şu târih kitâbesi yer alır: "Dokuz yüz altmış altı’da yapub kazdırmamış târih / Vezir-i âzam’ı Sultan Süleymân’ın û bi-hemta / Hasan ile Hüseyin’in rûhi içün hoş itmiş sebil / İki cânipten akması ana şâhit dürür de Hakk’a / Bin onüç’de bilüb aslını didim bülbüli târih / Döküb malı bu zibâ çeşmeyi yaptın Ali Paşa” H. 966 M.1558
Semiz Ali Paşa Latîfeci ve Hoş Sohbet Olarak Biliniyor...
Semiz Ali Paşa, Kānûnî Sultan Süleyman Hān'ın saltanatı döneminde 1561-1565 yılları arasında sadrâzamlık yapmış bir devlet adamıdır. 1520’li yıllarda devşirme olarak alınmış ve İstanbul’a getirildiğinde akrabâsı Vezîriâzam İbrâhim Paşa’nın kethüdâsı Çeşte Bâlî’nin yardımıyla saraya girmiş. Hersekli olup Praçe (Praća) kasabasından Poturoğulları’ndandır. Hırvat kökenli olduğu da söylenir. Vakfiyesinde babasının adı Hüseyin diye geçer.
Semiz Ali Paşa, Osmanlı ordusunda çeşitli görevler aldıktan sonra 1548-49 İran seferi sırasındaki yararlılıklarının karşılığı olarak Mısır Paşası, ardından da vezir yapılmış. 1553’te İstanbul’a döndüğünde üçüncü vezir olmuş. En sonunda da Rüstem Paşa’nın ölümüyle boşalan sadâret makāmına getirilmiş. 30 Zilkade 972’de (29 Haziran 1565) vefât eden Semiz Ali Paşa, Eyüp Sultan Türbesi’nin büyük kapısının yanındaki cüzhânenin bahçesine defnedilmiş. Burası, Hacı Beşir Ağa Türbesi'nin yanındaki küçük hazîredir. Semiz Ali Paşa, latîfeci ve hoş sohbet olarak biliniyor. Kaynaklarda, çok iri yarı, şişman ve uzun boylu olduğu için kendisini taşıyacak at bulunamadığı kaydedilen Ali Paşa, şişmanlığından dolayı “Semiz”, “Kalın” gibi lakaplarla da anılmış.
Ardı sıra pek çok hayır eseri bırakan Semiz Ali Paşa’nın İstanbul, Eyüp Sultan’da, Çömlekçiler caddesindeki bahse konu çeşmesi, Otakçıbaşı mahallesinde başka bir çeşmesi ve İslambey mahallesinde bir mescidi bulunuyor. Karagümrük’te Mimar Sinan’ın eseri olan Cedid Ali Paşa Medresesi’ni, Rumeli’de Ereğli kasabasında iki çeşmeyi, Silivri’de Akviran köyünde bir câmiyi o yaptırmış. Babaeski’de Mimar Sinan tarafından inşâ edilen Cedid Ali Paşa Câmii, Edirne’de yine Mimar Sinan’ın yaptığı Ali Paşa Çarşısı’nın yanısıra çarşı kapılarına yakın bir câmi ve mescid de yine ona āittir. Ali Paşa’nın nükteleri târihe geçmiş, şakaları letâifnâmelerde yer almıştır. Batı kaynaklarında da çok zekî, nâzik, iyi niyetli, müşfik, ılımlı ve barış sever bir devlet adamı olarak nitelendirilmiştir. Kānûnî Sultan Süleyman Han devrinde Alman imparatorunun elçisi sıfatıyla İstanbul'a gelen Flaman asıllı diplomat Busbeke, görüşmeler sırasında Ali Paşa gibi zekî bir insanın karşısında zihninin açık olması için yemek yemeyip açlığa katlandığını söyler ve onun en zor meseleleri bile çözdüğünü ifâde eder.
Yararlanılan kaynaklar:
Ali Şükrü Çoruk (Editör), Eyüplü Meşhurlar, Eyüp Sultan Bel. Yay., İstanbul, 2015.
Avni Arslan- Ziya Demirel, Osmanlı Tarihinden İlginç Hikâye ve Anekdotlar, Akçağ Yayınları, Ankara, 2007.
Erhan Afyoncu, Semiz Ali Paşa, TDVİA, c.36., İstanbul, 2009.
Hasan Özönder, Deniz Feneri Dergisi, Sayı:6
İskender Pala ve Diğerleri, Osmanlı Çağının Satır Araları, İBB Kültür A.Ş. Yay., İstanbul, 2006.
Mehmet Nermi Haskan, Eyüp Sultan Tarihi, Eyüp Sultan Bel. Yay., İstanbul, 2009.
Yılmaz Öztuna, Türkiye Tarihi, c 3., Ötüken Yayınları, 1983.
Mart 2025, sayfa no: 56-57-58-59-60
Abone Ol
En son haberleri doğrudan gelen kutunuza alın. Asla spam yapmayız!
Mesaj Bırak