Evrende düzen varsa, bu, arkasında fizikî yasalar olduğu içindir. Doğa yasaları veya tabiat kânunları diye okul sıralarında öğrendiğimiz bu kânunların dindeki karşılığı Sünnetullâh veya Âdetullah’tır.
Güneşin bir sene sonra ne zaman doğacağını sâniyesine kadar biliyor ve bunu kendimizden emin olarak takvim yapraklarına yazıyorsak, güvendiğimiz bir hakîkat var demektir.
Bunca yıldız, gezegen ve gök cisimleri havada birbirinin içinden geçmesine rağmen gece yatağımızda rahat ve huzur içinde yatıyorsak, bildiğimiz bir gerçek var demektir.
Gece gündüzün düzeninden mevsimlerin varlığına ve oradan bedenimizdeki işleyişe kadar herşeyi, konan yasalara tam bir itâate borçluyuz.
Fizik âlemdeki düzeni sağlamak için konan yasalara karşılık olarak sosyal hayâtımızın düzeni için de yasalar konmuştur. Birine tekvînî yasalar, diğerine ise teşrîî yasalar denmiştir eski kaynaklarımızda.
Aradaki tek fark, birincisine tâbî olma mecburiyeti varken ikincisi insanın irâdesine bırakılmıştır.
Güneş hep yola çıkar ama insanoğlu yoldan çıkar. Güneş yolu çeker ama insanoğlu yolu çekiştirir. Güneş onca cirmine rağmen boyun eğer, insan cürmü ile başkaldırır.
Dünyâ kendisine gösterilen yolda hareket edip dönerken, insanoğlu yoldan döner. Dünyâ yörüngesinde yürümenin keyfini yaşarken, insanoğlu yörüngesinden çıkmanın veya yörüngeyi değiştirmenin ızdırâbını yaşar.
Fizik evrendeki bunca örnekler gözümüzün önünde dururken ve yasalara tâbî olmanın keyfini yaşamak varken başkaldırmanın ve yolu sorgulamanın ne âlemi var diyebilirsiniz.
Bunun tek sebebi duygularımızdır. İnsanoğlu duyguları ile değerleri arasında sınanmak üzere bir imtihan ortamına konduğu içindir.
Değerler sâbittir ve değişmez, tıpkı evrendeki yasalar gibi. Ama duygular hep değişkendir.
Değerleri rehber edinenlerin hayâtında denge ve huzur varken, duyguları ölçü alanların hayâtında istikâmet kaybolmaktadır ne yazık ki.
Öfke, şehvet, intikam, nefret, düşmanlık gibi duyguların bize ve çevremize vereceği zararlardan emîn olmanın tek yolu değerlerimizdir.
Her bir değer âdetâ bir kânun gibi bizi kaostan ve çıkmazdan alıkoyar. Ancak insanoğlu zoru görünce, değerlere daha çok sarılması gerekirken değerleri sorgulamaya başlar.
Aracımızla yolda giderken önümüze çıkan bir taş parçasından dolayı yoldan dönmek veya yoldan çıkmak çözüm değildir. Taşı kaldırmanın zahmeti yoldan çıkmanın zahmetinden daha az olacaktır.
Menfaat korkusuyla dürüstlük ve doğruluk yolundan çıkıp yalana başvurmak da yoldan çıkmak veya yoldan dönmektir.
Duygu menfaat odaklıdır. Anlık çıkarları düşünür, bencildir ve hazcıdır. Ama değerler toplumsal menfaati önceler.
Kırmızı ışık anlık olarak bizi kısıtlar ama trafikteki genel huzûru sağlar. Duygularıyla hareket edenler trafik ışıklarına tahammül edemezler.
Ruhsal dünyâmızda yaşadığımız bireysel sorunlardan âile sorunlarına ve oradan toplumsal problemlere kadar çözüm adına atılacak tek adım değerlerin ölçü alınmasıdır ki bu değerler evrensel değerlerdir. Dînin benimsediği hiçbir değer bilim ve vicdan tarafından reddedilmemiştir. Dolayısıyla değerler akıl, ilim ve dînin ittifâk ettiği temel insânî değerlerdir.
Öfke duygusuyla hareket eden bir baba, kıskançlık duygusu ile kıvranan bir komşu, intikam duygusuyla yatıp kalkan bir mağdur, nefret duygusu ile dolu akrabânın yapacağı en doğru şey değerlerini hatırlamak ve duygularını değerler terâzisinde tartmaktır.
Duyguları değerleriyle çatışıyorsa, hiçbir yorum, tevil veya tefsire girmeden duygularını eğitmeli ve dengelemeye çalışmalıdır.
Dînî değerlerine çok bağlı ve onu hayâtına kılavuz edinen bir danışanımla aramızda geçen bir diyaloğu hatırladım bu vesîle ile.
Babası ile ciddî sorunlar yaşamaktadır sevgili danışanım. Bir saat boyunca babasının kendisine revâ gördüklerini anlattı kendince. Devâmında “gel de bu babaya Öf bile demeden yaşamını devâm ettir” diyerek inandığı bir değeri sorgulamaya başladı.
Evet hiçbir kayıt ve şart konmadan, anne babaya öf denilmez ilkesi bir duygumuzla çatışmış, mağlûb olmuştu. Sorun duyguda değil değerde aranıyordu. Dolayısıyla değil öf, “höt” denilecek kadar ileri gidilmiş ve olay büyümüştü.
Sizler de sık sık şu cümlelere muhatab olmuşsunuzdur: “Yahu bildiğiniz gibi bir anne baba değil bunlar... Böyle baba mı olur… O baba olsun, ben de öf demeyeyim... Baba değil bir zâlim âdetâ... Anne mi canavar mı bilemiyorum…”
Bunun adı çıkmaz sokaktır. Zîrâ bir ilke çiğnenerek hedefe ulaşılmaz. Yolda zoru görünce yolu eleştirmek demektir. Hâlbuki aynı yolda milyonlarca insan sağ sâlim yürümüştür.
Onun içindir ki Kur’ân bize, Siz kendinize bakın ve kendinize odaklanın diyor.
Sorunu yolda veya yollarda değil duygularınızda arayın, diye anlıyorum bu uyarıyı.
Şehvet duygusuna mağlûb olup değerleri bir tarafa bırakanlar toplumlarını helâkete götürmüşlerdir.
Negatif duyguların freni değerlerdir. Değerlerin olmadığı toplumlar için her bir duygu bir mayın gibidir, nerede ne zaman patlayacağı belli olmaz.
Toplumsal değerlerin korunması ve ihyâsı bütün bir toplumun görevidir. Faydası bütün bir topluma olduğu gibi zararı da yine bütün bir toplumadır.
Hâsılı, hayâtın devâmı için değerler ne kadar önemli ise sorunların çözümünde de o kadar önemlidir. Sorunlar ancak değerlere bağlı kalınarak çözülmelidir ki daha büyük sorunlara dönüşmesin.
Demem o ki, değerlerin değerini bilenler değer üstü değer kazanırlar. Medenî toplumlar değerleri ile, ilken toplumlar duyguları ile hareket eden toplumlardır.
Öfke duygusuna mağlûb olup yıllarca kan döken Evs ve Hazrec’in bulunduğu Yesrib’i Medîne yapan da bu değerlerdir.
Ferhat Aslan - Aile Danışmanı ve Psikoterapist
Abone Ol
En son haberleri doğrudan gelen kutunuza alın. Asla spam yapmayız!
Mesaj Bırak