Ara

Dünyânın Çıkış Kapısında Duruyor İnsanlık / Nuriye Eycan

Dünyânın Çıkış Kapısında Duruyor İnsanlık / Nuriye Eycan

Yaşamak nedir? Bu soruyla karşı karşıya kalıyor ya da bu soruyu kendimize sorabiliyor muyuz? Günümüz dünyâsında, düne, bugüne ve belirsiz olan yarına savrulmuş vaziyette yaşıyor, yaşamaya çalışıyor insanlık. Tüm zamanların en büyük kaybolmuşluğunu yaşıyor insanoğlu. Bencillik ve vahşet içinde, merhamet ve şefkatten uzaklaşmış; âdetâ zulmedenlerin ve zâlimlerin hüküm sürdüğü bir yer hâline geldi dünyâ. Peki ya İslâm âleminin can acıtan bu sessizliği niye? Allah Resûlü'nün (sav) âhir zaman ümmeti olan bir neslin bu kadar gaflet içinde olması, ilim sâhibi âlimlerin susması, adâlet dağıtanların terâzîsinin şaşmaya başlaması; kaybolmuşluğun aslında ne çok derinlere gittiğini göstermektedir. Beş on yıl öncesine kadar çevremizde başlayan yangının alevleri hızla bizim ülkemizin de sınırlarına kadar dayanmış durumdadır. Suriye, Ürdün, Yemen, Irak, Lübnan derken, zâlimlerin ayak bastığı İslâm beldeleri hızla genişlemekle birlikte, Müslümanlara uyguladıkları zulümler artık dayanılmaz hâle gelmiştir.

Zâlim ve azgın güruh öyle arsız öyle vicdansız ki, acımasızca sivillerin yaşadığı yerleşim alanlarını, evlerini, yuvalarını yok ediyorlar. Yaşlıları, kadınları, minicik çocukları ve onlara giden yardım tırlarını vuruyorlar koskocaman İslâm âleminin gözleri önünde. O kadar çok can acıtıcı bir çâresizlik ki bu durum.. Bir avuç bulgura koşan, yere dökülen unları toplamaya çalışan, çürük patateslerden yemeklik ayırmaya çalışan çocukların hâlini niye kimseler görmez? Hani inananlar kardeşti? İki elin parmakları, bir evin duvarları gibiydi inananlar! Bir kenarı göçerse evin her yeri yıkılırdı.

Resûlullah (sav) şöyle buyurdu: “Mü’minin mü’mine karşı durumu, bir parçası diğer parçasını sımsıkı kenetleyip tutan binâlar gibidir.” Hz. Peygamber bunu açıklamak için, iki elinin parmaklarını birbiri arasına geçirerek kenetledi.1

Üzerlerine bombalar yağan hastaneler, okullar, ibadethaneler; hani korunaklı yerlerdi onlar? İnsan hakları vardı, nerede insan hakları, nerede uluslararası sözleşmeler? Sâdece mâsum ve mazlumların hiç hakları yokmuş gibi görünüyor bu dünyâda. Onlar var ya, o zâlimler topluluğu, o münâfıklar; kendi çıkarları olduğu zaman haktan hukuktan söz ederken, nerede bir mazlum, bir mâsum varsa onlara vicdansızca sırtlarını dönüp giderler. O nedenledir ki, İslâm dünyâsının âcilen kendine gelmesi elzem olmuştur. Müslümanlar, düştükleri bu girdâbın içinden çıkmalı, çıkmanın yollarını aramalı ve kurtulmalı artık bu zavallılıktan. Kınayarak, ağlayıp âcizlenip şikâyetler ederek bir sonuca varamayacağımızın farkına varmamız ve daha fazlasını yapabilmenin yollarını aramamız gerekmektedir. 

Yüce Allah âyet-i kerîmede şöyle buyurmaktadır: “Ey müminler, Yahudileri ve Hristiyanları dost edinmeyiniz. Onlar birbirlerinin dostlarıdırlar. Sizden kim onları dost edinirse o onlardan olur. Hiç kuşkusuz Allah, zâlimleri doğru yola iletmez.”2 

İnanlar için bu âyet apaçık bir uyarı olmasına rağmen, İslâm dünyâsı kendi arasında gerekli olan birlik ve berâberliği sağlayamadığı için zâlimler topluluğuna karşı yeterince mücâdele edilememektedir. 

Acaba biz Müslümanlar olarak sesimizin gür çıktığına, korkmadan zâlimlerin ve zulmedenlerin karşısında durabildiğimize inanıyor muyuz? Yoksa sâdece söylemler ve kınamalarla vicdanlarımızı mı rahatlatmaktayız? Zamansızlık sokağında kaybolmuş gibi günümüz dünyâsının insanları. Maalesef ki zâlimin zulmü karşında gaflete ve âcizlik bataklığına düşmüş, bir girdapta boğulmak üzere İslâm dünyâsının liderleri. Görünen o ki niçin yaratıldığını, yaratılış sebebinin Allâh'a kulluk, Rasûlullâh’a (sav) ümmet olmak olduğunu unutan insanoğlu için, dünyânın çıkış kapısı hızla açılmaya başlamıştır. Dökülen onca kanlı gözyaşı, hüzün, çâresizlik ve mazlumların feryâd u figānına sağırlaşan kulaklar, paslanmış çürümeye yüz tutmuş kalpler ve kör olmuş gözlerle birlikte, son durağa doğru gidişini hazırlıyor insanlık. Çıkış kapısının sonu ise herkes için meçhul. Kişi bu dünyâda ne yapmışsa onu götürür yanında, niyet ettikleri ve niyetine göre yaşadıklarının sonucunda açılır kapılar. Kimi gül bahçesi ister yolun sonunda kimi tuzlu denizlerden acı sular içer. Elbette her şeyin sâhibi Rahmân ve Rahîm olan Allah (cc) bilir, herkes için açılan o çıkış kapısının ardında saklananları. 

Zamansızlık sokağında kaybolmuş, hani arasatta kalmış ruhlar var ya, kendini dayanılmaz bir çâresizliğin içinde hisseden, sâdece ve sâdece Rabbine sığınan yürekler! İşte onlar, Rahmân ve Rahîm olan Allâh'a boynunu bükerek sessizce akan gözyaşları ile öyle bir açsın ki avuçlarını, -hani Hazreti İbrâhîm'in (as) atıldığı ateşe su taşıyan karınca misâli- desin ki: Yâ Rabbim! En aciz hâlimizle, sâdece duālarla ulaşmaya çalışıyoruz o mazlûm ve mâsumlara, bağışla bizi, bağışla bizim bu acziyetimizi, bağışla bu korkak hâlimizi, dirilt ölmüş ve ürkmüş yüreklerimizi.

Ey Rabbimiz! Dağıldık toparla bizi, suskunluğumuzu, âcizliğimizi ve günahlarımızı bağışla. Güç ver bize. Boyun eğdirme, eyvallah dedirtme zâlimlerin zulmüne. Muhakkak ki her Firavunun bir Mûsâ’sı vardır. Gālibiyet mutlakā Allâh'ındır. Allâh'ım! Sen’den gelecek her hayra muhtâcız. Yol göster yolunu ve yönünü şaşırmış, âciz ve garip kalmış âhir zaman ümmetine. Rabbimiz! Senden gelene “Tevekkeltü Alallâh” diyebilmeyi ve zâlimlerin ve zulümlerin son bulacağına olan inancımızı hep diri tutmayı nasîb eyle cümlemize...

Dipnotlar:

1 Buhârî, Salât 88, Mezâlim 5; Müslim, Birr 65

2 Mâide Sûresi 51. Âyet 

Nisan 2024, sayfa no: 12-13

Abone Ol

En son haberleri doğrudan gelen kutunuza alın. Asla spam yapmayız!

Sosyal Medya Hesapları

Mesaj Bırak