Ara

Dünyada İslam

Dünyada İslam

Allah Teâlâ bize örnek olarak Nebîler, sıddîklar, şehid ve sâlihleri gösterir. Nebîlerden sonra onlara vekil olan ulemâ ve urefâdan H. Hasan Efendi hem derviş hem de mürşiddi. Üstâzını ziyârette, verilen saatten iki dakika sonra gelişi, kendinden geçmeye baygınlık geçirmesine vesîle olur. Netîcede, saatlerinin ayarından kaynaklandığı anlaşılınca gecikmenin, rahatlar.

Üstâz-ı Âlîleri, “Hasan Efendi buyursun” der. “Oğlum! Efendimin emrine muhalafet etmedim, bizi istemişler, sen bekle.” dedi. Bir müddet beklemenin sonucu, müsaade-i âlîleriyle huzûruna dâhil olduk.

Kayseri’de, Sâmî Efendi’nin görevlisi H. Şaban Efendi himmet ehliydi. “Mübârek ellerini öptüğümde duyduğum hazzı hâlâ unutamam.” H. Hasan Efendimiz, “Oğlum! Sana himmet etti” buyurdu. Daha o günlerde çocuktum. Onu bize çokça anlatır, Efendimiz tâbirini kullanırdı.

Sohbetinde H. Şaban Efendi’nin (Kavafoğlu), eller dizlerin üstünde, başlar bir tarafa eğik, herkes huzur içindeydi. Biri Allah deyince, herkes elektriklenir Allah derdi. Başı önüne eğikti. Cemaate, başını kaldırıp bakınca, cezbeyle feryâd ü figânlar kopardı. Üstâzımız bir şiir yazdı onun hakkında. Beyitin birisi şuydu:

“Unutulmaz göz ucuyla bakışın

Mâneviyat çengelini takışın.”

Sâmî Efendi H. Şaban Efendi için, “Şeriat ondan incinmedi” buyurur.

Sâmî Efendi’nin (ks) hulefâsının hep ayrı ayrı güzellikleri var, bizim zâhirî bakışımızla. Hepsini zikretmek mümkün olmadığı için, şu beyti okusak kâfî sanırım:

“Bu gülistan bahçesinde gerçi yüzbin gül biter

Bu gülistandan haber vermeye bir tek gül yeter.”

Talaslı Hafız Mehmed Efendi câmi temizliğiyle meşgûl olurdu. Kayseri’de Hunat camiinin ayakkabılıklarını temizlerken gördüm. Son derece hassastı. Cezbe hâli vardı. Kur’ân okunurken ayağa kalkar, sağa sola “Hû Hû” diye feryâd ederdi. Üstâzımızın sohbetinde de aynı hâl zuhûr etti. Hâlini garipseyenler olunca, şöyle dedi: “Bu zâtın hâli beni ayağa kaldırıyor. Haydi siz de konuşun da beni Hû Hû diye cezbelendirin bakalım” dedi.

Kayseri’de üç sâlih zât vardı. Üçü de hanımından bîzârdı. Biri de Hafız amcaydı. Bir gün eve et alır kasaptan. Hanımı, “neden kemikli aldın?” diye kafasına fırlatır. Başı yaralanan amca, kanları silerek, “başımı kanattın” der, hiç bağırıp çağırmaz.

Dereköy’den Serbest Mehmed amca, yüz yaşları dolaylarındaydı, vefât etti. Koyunları otlatırken uyuyakalır. Koyunlar başkasının ekin tarlasına girer. Tarla sâhibi öfkelenerek bir taş atar. Başı kanlar içinde kalan Serbest Mehmed amca, hiç kızmadan eline bulaşan sıcak sıcak akan kanları göstererek, “başımı yardın” der gevrek gevrek bir sesle.

Dereköy’ün aşağısında Kesteliç köyü var. Evliyâdan meşhur H. Mücellit Hoca burada meskûn. Bahçesinin suyunu elinden alırlar. Suyu isteyince, hiç sulanması mümkün olmayan süpürgelik otu, yavşanları sularlar. Hiç kızıp darılmaz. “İşiniz bitince müsaade edin suyu” der.

En çok kavga mahallede sudan olur. Üstâzımızın da suyunu keserler. Hiç sinirlenmeden, suyu ister. Karşıdaki su hırsızı münâsebetsiz söz söyler. Üstâzımız, “bu su ile abdest al, guslet” der. Bu yumuşak tâbirlere adam, alaylı ifâdelerle karşılık verir.

“Hasan hoca

Yoldaş oldun

Gündüz gece

Okur Kur’ân

Hece hece”

Bu mealde övgüye mazhar olan İpek Hocamızın, Üstâzımızla geçen hâtıraları bir destandır bitmez. Bize şöyle bir hâdiseyi tatlı diliyle nakletti: “Üstâzımızın bahçesinde Tahir Hocamız ve seçkin bir topluluk sofradaydık. Lokmalar midemize düşüyordu. Ama kalbimize inen feyiz neydi? Bu kalbî gıdâyı düşünürken, başımı yukarı kaldırdım. Bir de ne göreyim, Üstâzımız; bize balkondan teveccüh buyuruyor.”

Bu hâtıralar bilenlere hikâye gibi gelmez. Çünkü İslâm, bu kutlu kimselerin omuzlarında yükseldi. Onlar ilâhî pazarda can ve mallarını sattılar. Ucuza gitmemek için, rızâ âleminde Cemâl-i İlâhî’yi kasdettiler. Tevbe Sûresi’nin 111. âyetinin sırrına mazhar oldular. Şüphesiz Allah, mü’minlerden canlarını ve mallarını, kendilerine vereceği cennet karşılığında satın almıştır. Artık, onlar Allah yolunda savaşırlar, öldürürler ve ölürler. Allah, bunu Tevrat’ta, İncil’de ve Kur’ân’da kesin olarak va’detmiştir. Kimdir sözünü Allah’tan daha iyi yerine getiren? O hâlde, yapmış olduğunuz bu alışverişten dolayı sevinin. İşte asıl bu büyük başarıdır.”

Kıt kanaat geçindiler. Din yolunda hizmet için her şeylerini fedâ ettiler. Zikrullâh ile, demiri âyineleştirdiler. Gül yaprağının her noktasında gül olduğu gibi, vücudlarının her zerresinde zikrullâh uyandı. Nefis tezkiyesi ve rûhî gelişimle ölümü öldürdüler. Kabirde bile kefenleri çürümedi. Bakara Sûresi 154. âyetin muhâtabı oldular. “Allah yolunda öldürülenler için "ölüler" demeyin. Hayır, onlar diridirler, fakat siz bilemezsiniz.”

İslâm’ın hâkimiyeti, nefis terbiyesinden geçer. Üstazlarımızın yetiştirdiği bu mübârek insanlar, edeb ve terbiye süzgecinden geçmiştir. Hadîs-i Şerif’de Aleyhissalât ü Vesselâm Efendimiz: "Küçük cihaddan büyük cihâda dönüyoruz." Diğer bir Hadîs-i Şerif’lerinde de, “Hakîkî mücâhid nefsine karşı cihad açan kimsedir." buyurur. Rabbimiz (cc) Resûlullâh (sav)’e düşmanla savaşmaları için bir ordu gönderdi. İslâm ordusu savaştan dönünce onlara:"Âferin küçük cihâdı yapanlara; ancak büyük cihad onlar için farz olarak kalmıştır" buyurdular. Ashaptan bazıları "Yâ Resûlallah! Cihad-ı Ekber nedir?" deyince Hazret-i Peygamber (sav): "Nefisle cihaddır." buyurdular.

Abone Ol

En son haberleri doğrudan gelen kutunuza alın. Asla spam yapmayız!

Sosyal Medya Hesapları

Mesaj Bırak