Ara

Dünyâda Bir Garip Gibi Yaşamak!

Dünyâda Bir Garip Gibi Yaşamak!

Atamız Hz. Âdem ve Hz. Havva ağlayarak indiler bu dünyâya. Çünkü onlar asıl vatanları olan cennetten ayrılıp gelmişlerdi dünyâya. Onlar için asıl vatan cennet yitikti ve sınav dünyâsına, cenneti yeniden kazanmak için gelmişlerdi.

Onların evlatları olarak bizler de ağlayarak geldik bu dünyâya. Her doğan çocuk gibi hep ağlayarak doğduk. Çünkü burası asıl yurdumuz değildi bizim. Anne babalarımız indirdiler bizi, ulvî ruhlar âleminden süflî dünyâ âlemine. Ama bizler de o indiğimiz yüceliklere tırmanmak için gelmiştik bu sınav dünyâsına. Sınavın sonucunda aşağıların aşağısına yuvarlanmak da vardı, yüceliklere yükselmek de. Tıpkı şâirin dediği gibi: Hatırlar mısın? Doğduğun zaman, sen ağlardın, gülerdi âlem. Öyle bir yaşam sür ki, mevtin (ölümün) sana hande (gülme) olsun, halka mâtem.

Geçici bir süre kalmak için geldiğimiz bu dünyâ hayâtında da hicretler hiç bitmemiştir. İnsanlar bir yerden bir yere hep göçer olmuşlardır. Rızık için, ilim için… Keşifler için, sıhhat bulmak için… İnandığı gibi yaşamak için… Yeni yerler ve yeni yüzlerle tanışmak için… Tattığı güzellikleri, hemcinslerine tattırmak için… Kimi zaman da zulmüne zulüm katmak için… Mâcerâlı bir hayâta yelken açmak için…

Gerçek bu iken bu dünyâ hayâtında bir yerden bir yere hicret etmek çok da önemli değildir. Zîrâ her nereye gitsek, her nereyi vatan tutsak, sonuçta hepimiz bu ellerden çekip gideceğiz. Çünkü bu dünyâ fânî yurdun adıdır. Hiç kimseye kalmamış, hiç kimseye kalıcı yâr olmamış, bize de olmayacaktır bu dünyâ. Onun için Peygamberimiz, Dünyâda bir garip gibi yaşa. Veya bir yolcu gibi ol. Kendini kabir ehlinden say, buyurmuştur. Hadîsi rivâyet eden Abdullah b. Ömer şöyle söylemiştir: Sabaha çıktığında akşama çıkamayacağını düşün. Akşama çıktığında da sabaha çıkamayacağını var say. Hastalanmadan önce sağlığının kıymetini bil, ölmeden önce hayâtını değerlendir. Ey Allâh’ın kulu, yarın adının ne olacağını bilemezsin/iyi mi kötü mü, dirimi ölü mü olacağını bilemezsin.1 Yine bir hadislerinde peygamberimiz şöyle buyurur: Benimle dünyânın misali, bir ağacın altında konaklayıp, sonra göçüp giden bir yolcu gibidir!2 Hiçbir ağacın altında konaklayan yolcu, onun altına kalıcı konaklar/evler yapar mı? Elbette yapmaz.

Kur’ân’da kendisine bin yıla yakın yâhud daha fazla ömür verildiği bildirilen Hz. Nûh peygambere3 (as), kıyâmete yakın zamanda insanların 70-80 senelik ömürleri olacağı söylenince, o hayretler içerisinde “bu kadar kısa süre için dünyâya gelmeye değer mi?” demiş ve eklemiştir: Herhalde onlar kendileri için kalıcı yurtlar yapmazlar, öyle ya, 70-80 senelik bir ömür için evler kurmaya değer mi? Onlar ağaç kovuklarında yâhud mağaralarda yaşar giderler! Ama hiç de öyle olmamıştır. İnsanların ömrü kısaldıkça dünyâya tutkuları ve dünyâya yatırımları artarak devâm etmiştir. Nitekim uzun ömürlülerin başında sayılan Nûh (as), rûhunu teslim edeceğinde dünyâyı iki kapılı bir han olarak bulduğunu, birinden girip ötekinden çıkıp gittiğini söylemiştir. Onun kamıştan basit bir kulübesi vardı, kendisine şöyle sağlam bir ev yapmasını teklif edenlere, sonunda ölüm olduktan sonra değer mi, nasıl olsa öleceğiz, ölümlü bir kimse için bu kadarı çok bile diye cevap vermiştir.4

Rivâyete göre Yüce Rabbimiz ölüm meleğini Mûsâ (as)’a gönderdiğinde o, bir tokat atarak meleği geri göndermişti. Melek, Yâ Rabb, Sen beni ölümü istemeyen birine göndermişsin deyince, Yüce Rabbimiz meleğe şöyle buyurmuştur: Git Mûsâ’ya söyle, elini bir öküzün sırtına koysun, elinin altındaki her kıl karşılığında ona bir sene ilâve ömür vereceğim. Melek bu haberi getirince Hz. Mûsâ, Rabbine şöyle sorar: Sonra ne olacak Yâ Rabb? Rabbimiz: Sonra çâre yok, ölüm deyince Mûsâ aleyhisselâm, o halde şimdi al emânetini yâ Rabb der ve son nefesini verir.5

İnsanda Vatan Sevgisi

Dünyâ sonlu olmasına rağmen, insana sevdirilmiştir. Zâten dünyâya bu ismin verilmesinin bir sebebi de, insanın ona çok yakın, onunla iç içe olmasıdır. Bu durum, dünyâda yaşamanın bir gereğidir. Öyle olmasaydı dünyâ hayâtı çekilmez ve yaşanmaz olurdu. Bu yüzden yeryüzünün halîfesi olarak dünyâya gönderilen insan, dünyâyı îmâr etmekle görevlendirilmiştir. Allâh’a kulluk edin; O'ndan başka ilâhınız yoktur; sizi yeryüzünde yaratıp orayı îmâr etmenizi dileyen O'dur.6 Burada önemli olan insanın nerede duracağını bilmesi, bir gün bırakıp gideceği fânî dünyâya o kadar değer vermesi, dünyâyı âhiretin önüne geçirmemesi ve dünyâyı âhiret yurdunu kazanma aracı olarak kullanabilmesidir.

Elbette her insanın doğup büyüdüğü vatanına karşı ayrı bir sevgisi, ilgisi ve ayrı bir özlemi vardır. Peygamberimiz, elli üç yıllık baba ocağı Mekke’sini inancı uğruna terk etmek zorunda kalınca, hicret yolunda Mekke’ye dönerek gözyaşları içerisinde özlemini şöyle dile getirmiştir: "Vallâhi ey Mekke, biliyorum ki sen, Allâh’ın yarattığı yerlerin en hayırlısı ve Allâh’a en sevgili olanısın! Eğer senin halkın beni senden çıkarmamış olsaydı, senden çıkmazdım!"7 Bu sevdâsına rağmen O, gerektiğinde inancı uğruna vatanını terk etmesini bilmiştir. Mekke doğumlu olan ve ömrünün büyük bir kısmı Mekke’de geçen Peygamberimiz Medîne’ye yerleşmiş, orada vefât etmiş ve oraya defnedilmiştir.

Hicretle birlikte yerleşip yurt edindiği Medîne ile ilgili de şöyle duâ etmiştir: "Allâhım! Mekke'yi bize sevdirdiğin gibi Medîne'yi de bize sevdir! Allâhım! Medîne'yi bize rızkı bol ve ferah bir yurt kıl!.."8

Hz. Âişe de yurt sevgisini şöyle dile getirir: "Hicret olmasaydı Mekke'den dışarı çıkmazdım. Çünkü ben, gökyüzünü en iyi Mekke'de izlerdim. Hilâlin Mekke'deki kadar güzel göründüğü başka bir yer bilmiyorum. Gönlüm, Mekke'de huzur bulduğu kadar başka hiçbir yerde huzur bulmamıştır."9

Hangi sebeple olursa olsun memleketimizi terk etmek durumunda kaldığımızda, gurbet ellerde yaşarken dünyâ hayâtında da gurbette olduğumuzu hatırlamalı, kendimizi asıl ve kalıcı yurdumuz olan âhirete hazırlamamamız gerektiğini unutmamalıyız. Şâirin dediği gibi: Hasis sarraf, kendine bir başka kese diktir. Mezarda geçer akçe neyse onu biriktir.

Dipnotlar:

[1] Tirmizî, Zühd, 25; Tuhfetü’l-Ahvezî.

2 Ahmed b. Hanbel, Müsned.

3 29 Ankebût 14.

4 Kurtubî, Âlûsî, Tefsîr.

5 Buharî, Müslim.

6 11 Hûd 61.

7 Ahmed, IV, 305; Tirmizî, Manakıb 68.

8 Hamevî, Mu'cemü'l-Büldân, V, 99.

9 Hamevî, Mu'cemü'l-Büldân, V, 212.

Ocak 2018, sayfa no: 10-11-12-13

Abone Ol

En son haberleri doğrudan gelen kutunuza alın. Asla spam yapmayız!

Sosyal Medya Hesapları

Mesaj Bırak