Osmanlı İmparatorluğu kurulduğu günden itibâren maddî sebeplere sımsıkı sarılması ve bunun yanı sıra mâneviyâtı da hiçbir zaman ihmâl etmemesi ile tanınan bir devlettir. Maddî anlamda siyâsî ve sosyal ilişkilerini kendinden emin, temkinli bir tarzda devâm ettiren Osmanlı’nın bu kararlılığının arkasında, belki de birçoğumuzun fark edemediği gibi, ilim adamlarına ve mâneviyat önderlerine gereken değeri vermesi vardır, denilse yeridir. Çünkü cihan devleti olan Osmanlı bütün hareketlerini bir denge ve ahenk içerisinde gerçekleştirmiştir. Siyâseti, ekonomik anlayışı, sosyal devletçiliği bu uygulama alanlarından sâdece birkaç başlıktır. Osmanlı gibi büyük bir devletin bu kadar uzun süre dünyâya hükmetmesini sağlayan sebepler elbette bunlarla sınırlı değildir. Osmanlı’nın maddî anlamlardaki sebeplere bağlılığını işin uzmanlarına havâle ederek bu çalışmamızda mânevî etkenlerin en başında gelen ‘pâdişah-tasavvuf ehli’ ikilemini irdelemeye çalışacağız. Bilindiği gibi Osmanlı, daha imparatorluk hâline gelmeden de tasavvuf ehli ile çok sıkı bir ilişki içerisindeydi. Osman Gazi’nin Şeyh Edebali’nin elinden ‘gazâ kılıcı’ kuşanması hattâ Edebâli’nin kızıyla evlenerek onun dâmâdı olması Osmanlı devletinin daha temelde mânevî dinamiklere ne kadar önem verdiğini gösteren bir belge niteliğindedir.1 Nurbahşiyye tarîkatı şeyhi olan Emir Sultan (Emir Buhari)’nin Yıldırım Beyazıd’ın kızı ile evlenerek dâmâdı olması2, Osmanlı-meşâyih ilişkisini neredeyse etle tırnak hâline getiren olayların önemli zincirlerinden birisini oluşturmaktadır.3 İstanbul’un fethinde Fatih’in hocası olan Akşemseddin’in Hacı Bayram Velî’nin halîfelerinden birisi olduğu unutulmamalıdır. Çünkü sâdece Osmanlı toplumunu değil bütün dünyâ insanlarını etkileyen, bir çağın kapanıp diğer bir çağın açılmasına sebep olan Fatih Sultan Mehmed gibi büyük bir pâdişâhın fetihten sonra İstanbul’a ilk olarak girmesini istediği şahıs Akşemseddin’dir.4 Bu sıkı ilişkiler XVI. ve XVII. yüzyıllarda doruk noktaya ulaşmıştır denilebilir. 1481-1512 târihleri arasında Osmanlı tahtında bulunan II. Bâyezid, tasavvufa ve tasavvuf ehline yakınlığından dolayı ‘velî ve sûfî’ şeklinde anılmaktaydı. Özellikle Halvetî şeyhi Cemâleddin Halvetî’ye olan bağlılığı onun hayatının her döneminde hissedilmiştir. Amasya’da vâli iken başlayan ilişkileri İstanbul’da devâm etmiş, pâdişah zaman zaman Cemâleddin Halvetî’nin dergâhına çeşitli yardımlar göndermiş, Muhammed Yavsî’nin ‘şeyhü’s-sultan’ ve ‘hünkâr şeyhi’ gibi unvanlarla anılmasına bu olaylar silsilesi sebep olmuştur.5 II. Bâyezid’in ayrıca Bayramî şeyhi Baba Yusuf6, Nakşibendî şeyhi Muslihuddin Tavîl7 ve Mevlevî şeyhi Çelebi Celâleddin Çelebi8 ile de sıkı ilişkileri olmuştur. Yavuz Sultan Selim’e gelince o, Nakşibendiyye şeyhlerinden Halîm Efendi’nin9 çok etkisinde kalmıştır. Yetişmesinde, maddî ve mânevî doyuma ulaşmasında ismi zikredilen şeyh efendinin büyük katkıları olmuştur. Yavuz’un zaman zaman tebdîl-i kıyâfet yaparak Halvetî şeyhlerinden Sünbül Sinan’ın dergâhına gittiği gelen rivâyetler arasındadır.10 Yavuz’un şu şiiri, velîler ile arasındaki münâsebeti göstermesi açısından son derece dikkat çekicidir: Pâdişâh-ı âlem olmak bir kuru kavga imiş, Bir velîye bende olmak cümleden a’lâ imiş11 Yavuz Sultan Selim ile ilgili dikkat çekici noktalardan bir tânesi de birçok kesimin şimşeklerini üzerine çeken İbn Arabî’nin kabrini Mısır seferi esnâsında yaptırmış olmasıdır.12 Cihan Pâdişâhı Kânûnî Sultan Süleyman için önce şunu belirtelim ki; vefâtı ile sonuçlana Zigedvard kalesinin kuşatılması sırasında, onunla berâber seferde askerlere moral vermesi ve duâ etmesi için çağrılan, İstanbul şeyhlerinden Muslihiddin Efendi vefâtının ardından Kânûnî’yi İstanbul’a getirmiştir.13 Kanûnî’nin bizzat kendisinin ifâdesiyle, bilinmektedir ki, Kanûnî, yüzden fazla şeyhle karşılaşmıştır.14 Bunlar içerisinde aynı zamanda babasının da hocası olan Halîm Efendi, Nakşibendiyye şeyhlerinden Mehmed Nûrullah Efendi15, Halvetî şeyhi Nûreddinzâde16 gibi önemli zatların ayrı bir yeri ve önemi olmuştur. III. Mehmed’in Halvetiyye tarîkatının Şemsiyye/Sivâsiyye yolunun pîri olan Şemseddin Sivasî, onun yeğeni Abdülmecîd Sivasî ve Celvetiyye yolunun pîri olan Aziz Mahmud Hüdâyi ile çok sıkı ilişkileri olmuştur. III. Mehmed otuz yıldır unutulan bir geleneği tekrar canlandırmış, Eğri seferine ordusunun başında çıkarak ‘Eğri Fâtihi’ unvânını kazanmıştır. Bu sefere çıkarken pâdişah, Sivas’ta yaşayan Şemseddin-i Sivasî’yi sefere dâvet etmiş, o da kendi tasarrufu ile aldığı altı deve, katır ve müridleri için alınan atlar ile birlikte17 İstanbul’u teşrif etmiştir. Onu karşılama görevini Aziz Mahmud Hüdâyi üstlenmiş, yaşlı pîri büyük bir saygı ile karşılamış ve ona üç gün hizmet etmiştir.18 Bu seferde Şems-i Sivasî, anlatılan menkîbelere göre birçok kerâmeti ile savaşın kazanılmasına katkıda bulunmuştur. Onun bu büyük çaba ve gayretleri karşısında pâdişah kendisini İstanbul’da alıkoymak istemiş ama Şems-i Sivasî yaşlılığını bahane ederek tekrar Sivas’a dönmüştür. Onun vefâtından sonra yeğeni Abdülmecîd Sivasî III. Mehmed tarafından İstanbul’a dâvet edilmiş ve kendisi Ayasofya Camii’nin vâizliğine getirilmiştir. Bu, pâdişâhın Şems-i Sivasî ve Abdülmecîd Sivasî’ye olan bağlılığını ve sevgisini göstermesi açısından önemli bir örnektir.19 1.Ahmed dönemi devletin kargaşalarla boğuşmaya başladığı bir dönemdir. Ancak I. Ahmed’in adâletli ve dirâyetli yönetimi ile devlet eski günlerindeki ihtişâmına dönmüştür. I. Ahmed’in bu âdil ve tâvizsiz yönetiminin arkasında devrin önde gelen tasavvuf ehlinin payı çok büyük olmuştur. I. Ahmed, Aziz Mahmud Hüdâyî’nin atının arkasında yürüyecek kadar tasavvuf ehline saygı gösteren20, Abdülmecîd Sivasî’ye ‘Pederim’ diyecek kadar onları seven bir kişiliğe sâhiptir.21 Sultan Ahmed Camii’nin temeli atılırken I. Ahmed; Aziz Mahmud Hüdâyi, Abdülmecîd Sivasî, Şeyhü’l-İslam Mehmed Efendi gibi zâtların da orada hazır bulunmasını istemiş, ilk kazmayı Aziz Mahmud Hüdâyi ile berâber pâdişah vurmuştur. Buraya kadar zikredilen örneklerden anlaşılıyor ki, Osmanlı gibi bir cihan devletinin maddî temelleri ne kadar sağlam atılıp devlet bu sağlam temeller üzerine kurulmuşsa devletin mânevî temellerine de en az o kadar değer verilmiştir. Mânevî temelini, ilim ve ahlâk timsâli kimselerle perçinleyen Osmanlı ve yönetimi bu önemli etkenini de hassas ve seviyeli bir şekilde yürütmeyi hedeflemiştir. Kısır çekişmelere meydan vermeden, dünyâ çıkarı için değil Allâh’ın kullarına hizmet şuuru ile hareket eden insanlarla mânevî temellerini sağlamlaştırmıştır. Şemseddin Sivasî’nin Eğri seferinden sonra Sultan III. Mehmed’e yaptığı tavsiyeler pâdişahlar ve sûfîler arasındaki ilişkiyi göstermesi yönüyle dikkat çekicidir: Şems-i Sivasî: ‘Pâdişâhım! Dedeniz II. Mehmed Han İstanbul’u fethetmeyi duâcıları Akşemseddin’in bereketiyle başardılar. Fetih kazanılınca: ‘Pâdişâhım! Bu fethin şükrânesi olarak nice câmiler, mescidler, medreseler, hanlar, hamamlar,… yaptırmak gereklidir.’demişti. Gerçekten de dedenizin ne kadar hayır ve hasenât yaptığı sizin de mâlûmunuzdur. Aynı şekilde sizin de isminiz sultan Mehmed ve duâcınız hakîrin ismi de Şems’tir. Bu fetih öyle bir fetihtir ki İstanbul’un fethi kadar önem arz etmektedir. Dolayısıyla bu yüce fethin şükrânesi olarak fakirlerin, düşkünlerin üzerinden maddî ve mânevî zorlukları kaldırıp İslâm askerlerini dînin ilkelerine uygun yaşayan insanlardan seçmeniz olacaktır.’ demiştir. Şeyh Efendi’nin bu sözlerini pâdişah: ‘Bin can ile kabûl ettim ve nasihatinize fazlasıyla uyulacaktır’ cevâbını vermiştir.22 İşte insanların dünyâ ve âhiret mutluluklarını temin için çalışan büyük şahsiyetlerin, insanları bu mutluluklara ulaştıracak makamların en önemlisi olan yönetimin başındaki insanlara bizzat verdikleri nasihatler ve söyledikleri sözler… Aziz Mahmud Hüdâyî ise Sultan I. Ahmed’i, halkın ihtiyaçlarını temin için daha dikkatli ve istekli olması konusunda, şu satırlarla uyarmıştır: ‘Sakarya suyunu kesip odun çıkarmayı murâd edinmişsiz. Halk-ı amme ve hassa ziyâde mesrurlardır. İhtiyaç da zarûret de küllîdir. Ve odunun bedeli dahi yoktur. Her nesnenin bedeli bulunur saâdetlu pâdişâhım, azîm hayırdır. Böyle hayır olmaz. ‘el-hayru lâ yuahhar’. Merhum ve mağfûrun leh ceddiniz Sultan Süleyman Han Hazretleri Kağıthâne suyunu getirip ammeyi su ile ziyâfet etmişti. Sizler saadetiniz odun ile…’23 1.Ahmed, Aziz Mahmud Hüdâyi ve Abdülmecîd Sivasî arasında yaşanan şu olay da hem pâdişahla mürşid-i kâmillerin ilişkisini hem de mürşid-i kâmillerin birbirlerine olan hürmetini çarpıcı bir şekilde göstermektedir: ‘Sultan I. Ahmed Aziz Mahmud Hüdayî’ye bir hediye göndermiş, o da bunu kabûl etmeyerek pâdişâha iâde etmişti. Aynı hediyeyi pâdişah Abdülmecîd Sivasî’ye göndermiş ve Sivasî Efendi bu hediyeyi kabûl edince, pâdişah: ‘Bu hediyeyi Hüdayî’ye gönderdiğim halde kabûl buyurmadılar’ demişti. Abdülmecîd Sivasî Efendi de: ‘Hüdâyî bir ankâdır ki, lâşeye tenezzül etmez’ cevâbını vermişti. Birkaç gün sonra Hüdâyî ile karşılaşan pâdişah: ‘Hediyeyi Sivasî Efendi kabûl etti’ deyince Hüdayî de: ‘Pâdişâhım! Şeyh Abdülmecîd Sivasî bir deryâdır ki, deryâya bir katre çirkef mâsivâ düşmekle mülevves olmaz’ diyerek cevap vermiştir.’24 Dünyâya yön veren Osmanlı Sultanlarının gönül dünyâlarını şekillendiren mâneviyat erlerinin güzel ahlâkı işte böyleydi. Bu güzel ahlâktan hissesine düşen payı alan Osmanlı Sultanları, bu azim ve kararlıkla dünyâya yön vermeyi başarmışlardı. Netîce Olarak Şunu Söyleyebiliriz: Osmanlı Pâdişahları hiçbir zaman tasavvuf ehlinden uzak kalmamıştır. Pâdişahların tasavvuf ehli ile olan münâsebetlerini bu zikredilen örneklerle sınırlandırmamız mümkün değildir. Onlar, insanı kazanmak için gönül dünyâsına yönelik eylemlerin çok önemli olduğunu görmüşler, gönül dünyâsına hükmeden insanlar ile olmayı, onların halleri ile donanmayı ve önderi oldukları topluma böylelikle yön vermeyi hedeflemişlerdir. Bu hedeflerini sağlamak için seviyeli, çıkar ilişkilerinden uzak, gönül ile yapılan bir alış-veriş içerisine girmişler, devletin en parlak dönemlerini de bu gönül zenginliğini yakaladıklarında gerçekleştirmişlerdir. Yavuz Sultan Selim’in: ‘Pâdişâh-ı âlem olmak bir kuru kavga imiş, Bir velîye bende olmak cümleden a’lâ imiş’ mısrâlarını hatırlatmamız yerinde olacaktır. Bu çalışmamıza, hakkı tavsiye konusunda kararlı tutumu ile göze çarpan büyük sûfî Abdülmecîd-i Sivasî’nin, Sultan I. Ahmed’e tespit ettiği eksiklikleri dile getirdiği, önemli uyarılarla dolu şu manzûmesi ile son verelim: Dinle ey pâdişehim nâfî’ olan sözlerimi Habl-ı Kur’ân ile sâbit kadem ol bi’l-ikrâm Bed düâ-yı fukarâdan seni az var sakunur Habl-ı Kur’ân ile sâbit kadem ol bi’l-ikrâm Şahse mansıb mı gerek, mansıba âdem mi gerek Dîn ü devlete layık nedir ey fahr-i kirâm Cevr u zulmün sebebi Rûm u Arap içre bu kim Câhili zâlimi vâli kılarak tutdu zalâm Biri bu câhile hiç maslahat ısmarlama kim Geçe ashâb-ı maârif önüne ola imâm Ulemâ zeyyine girdi cühelâ at saldı Bu dürür sâha-yı dîni bozan ey fahr-i izâm Küfr ile mülk durub zulmile durmasa gerek Sakın ey şâh-ı cihâniyân ü cihandâr müdâm Tişe-i hikmetle mezra’a-i ma’delet Meşveret tohumunu saç sula dimağ ile müdâm25 Fatih Çınar (Mayıs 2016) Dipnotlar: Hasan Kâmil Yılmaz, Osmanlı Sultanları ve Mutasavvıflar, Mavera, c.VIII, s.92-95, İstanbul 1984. 2 Reşat Öngören, Osmanlılarda Tasavvuf, s.19, İz Yayıncılık, İstanbul, Târihsiz. 3 Selçuk Eraydın, Tasavvuf ve Tarîkatlar, s.303 vd, MÜİFVY, İstanbul 2001. 4 Özellikle Somuncu Baba, Hacı Bayram Velî ve Akşemseddin’in devlet ricali ile ilgili olarak bkz, Ethem Cebecioğlu, Hacı Bayram Velî, TDVY, Ankara 1999. 5 Mehmed Paşa, Nişancı Târihi, s.179. 6 Mehmet Tahir, Osmanlı Müellifleri, c.I, s.41. 7 Belîğ, Güldeste, s.180. 8 Sâkıb Dede, Sefine-i Mevleviyân, c.I, s.143; Sultan Veled’in yattığı yerin kıble tarafındaki pencerenin altındaki kitabe de türbenin II. Bâyezid tarafından tamir ettirildiği yazmaktadır. Bkz, Abdülbaki Gölpınarlı, Mevlana’dan Sonra Mevlevîlik, İstanbul 1953, s.153. 9 Taşköprüzâde, eş-Şekâik, s. 380-382. 10 Yusuf b. Yakub, Meşâyih-i Halvetiyye, s.44. 11 Osman Türer, Osmanlı İmparatorluğunda Pâdişah-Tarîkat Şeyhi Münâsebetine Dâir Târihi Bir Örnek, TDA, XXVIII(1984), s.183. 12 Eraydın, Tasavvuf ve Tarîkatlar, s.304. 13 İsmail Hakkı Uzunçarşılı, Osmanlı Târihi, Ankara 1975, c.III, s. 348. 14 Muhyî, Menâkıb-ı Gülşenî, s.415. 15 Müstakımzâde, Meşâyihnâme-i İslâm, vr. 16a. 16 Atâî, Zeyl-i Şekâyik, s.213. 17 Nazmî, Hediyyetü’l-İhvan, vr.71b-72a. 18 Uzunçarşılı, Osmanlı Târihi, c.III, s. 348. 19 Cengiz Gündoğdu, Abdülmecid Sivâsî, Hayatı, Eserleri ve Tasavvufî Görüşleri, KBY, Anlara 2000, s.71. 20 Evliya Çelebi, Seyahatnâme, c.I, s.214 21 Nazmi, Hediyye, s.40. 22 Nazmî, Hediyye, vr.75b. Bu târihi hadisenin detayları için bkz., Türer, Osmanlı İmparatorluğu’nda Pâdişah-Tarîkat Şeyhi Münâsebetine Dair Târihi Bir Örnek, s.181-194. 23 Tezâkir-i Hüdâyî, vr.132b-134a. 24 Hüseyin Vassaf, Sefîne-i Evliyâ, c.III, s.257. 25 Koçu, Abdülmecîd Efendi, c.I, s.100.
Abone Ol
En son haberleri doğrudan gelen kutunuza alın. Asla spam yapmayız!
Mesaj Bırak