Ara

Dünyâ Saltanatından Māneviyat Sultānlığına İbrâhim b. Edhem

Dünyâ Saltanatından Māneviyat Sultānlığına İbrâhim b. Edhem

                        “Koyup İbrâhîm Edhem tâc u tahtı

Yiri külhân olupdur ışk elinden”

Yûnus Emre

Sûfîlik târihinin çok özel isimlerinden biridir İbrâhîm Edhem. Onu özel kılan ise hayâtındaki değişim/dönüşüm hikâyesidir. Bunu da bizim onu anlamamız için anahtar kavram diyebileceğimiz “terk” kavramıyla ifâdelendirmek gerekir. Bu konuda rivâyet muhtelif olmakla birlikte yaygın olarak bilinen anlatıma göre bu olay şöyle gerçekleşmiştir: O sûfî olmadan önce Belh sultānıydı ya da Belh sultānının evlâdıydı. Kimi kaynaklar ise onu çok zengin bir āilenin ferdi olarak da tanıtırlar. Bunlardan hangisini kabûl edersek edelim sonuç değişmeyecektir. Çünkü hepsinin ortak noktası onun tâc, taht, makam, mal ve şöhrete sāhip birisi olmasıdır. Fakat o, bütün bunları terk ederek zühd yoluna girmiş, ardından da yaşadığı eğitim ve imtihan süreçlerinden sonra tasavvuf düşüncesinin en sembol şahsiyetlerinden biri hâline gelmiştir.

İşte İbrâhim Edhem’in bu mānâda taşıdığı önem, onu hem târihî hem de menkıbevî bir isme dönüştürmüştür. Hakkında bilinen târihi, onun az önce de söylenildiği gibi Belh sultānı yahut onun oğlu olduğunu, Belh şehrinde doğduğunu, belli bir ilim tahsîlinden sonra ise sûfîlik yoluna girdiğini göstermektedir. Bu döneminde Horasan’dan ayrıldıktan sonra Mekke, Medîne başta olmak üzere birçok şehre ve Anadolu bölgelerine de seyahatler yapmıştır. Yine onun gittiği diyarlarda önemli isimlerden dersler aldığı görülmektedir. Bu bağlamda Süfyân es-Sevrî, Fudayl b. İyâz, Sevrî, Evzâî ve Ebû Hanife gibi önemli isimlerle ya dost ya hoca-talebe olarak münâsebetleri olmuştur. Bilhassa zāhirî ilimlerde özellikle hadis konusunda onu önemli bir isim olarak düşünmek gerekir. Tâbiîn ve tebeu’ttâbiînden hadisler rivâyet etmiştir. Yine sohbetlerinde zaman zaman şiir söylediği, hâfızasında çok sayıda beyit olduğu söylenilmektedir. Hayâtına dâir söylenilen bir bilgi de vefâtına yakın Bizanslılarla yapılan bir savaşa katıldığı ve bu esnâda şehit olduğu şeklindedir. Burasının muhtemelen Şam bölgesi olduğu sanılmakta, târihleme ise 750 yahut 780 şeklinde yapılmaktadır.

 

Menkıbeler Neler Söylemektedir?

İbrâhim Edhem’in menkıbevî hayâtı ise târihî hayâtının önündedir. Onun bu yönü o kadar çok ilgi çekmiştir ki hakkındaki bu durum “İbrâhim Ethem hikâyeleri”, “İbrâhim Edhem menkıbeleri” ve “İbrâhim Edhem destânı” gibi anlatılar ortaya çıkmasına sebep olmuştur. Bu hikâyelere göre onu terk makāmına getirip sûfîlik yoluna döndüren iki hikâye vardır. Bunlardan ilkine göre tahtının üzerinde uyuyakaldığı bir gece tavanın sallandığını hissederek uyanır. Seslenerek orada kimin ne aradığını sorar. Bir ses, “Devemi kaybettim, onu arıyorum” cevâbını verir. İbrâhim Edhem “damda deve aranır mı?” deyince, o sesin sāhibi Allâh'ı altın taht üzerinde ve atlas elbise içinde aramanın damda deve aramaktan daha büyük bir şaşkınlık olduğunu söyler. Hikâyenin diğerinde ise saraydaki bir eğlence akşamında kimsenin tanımadığı bir zât çıkagelir. Muhâfızlar ne yapsalar da mâni olamazlar. İbrâhim Edhem şaşırır. Ona “Sizi tanıyor muyuz acaba?” diye sorar. Adam da “Sanmam! Öylesine bir yolcuyum, sâdece konaklayacağım burada” der. İbrâhim Edhem, bunun üzerine “İyi ama burası han değil ki” deyince: “Burada sizden önce başkaları oturuyordu. Sizden sonra da öyle olacak. Burası nasıl saray ki biri gidiyor biri geliyor. Söyle farkı ne handan?” der. İşte İbrâhim Edhem’i tâcı tahtı terk makāmına getirdiği söylenilen olaylar bunlardan biridir.

Bu hikâyelerin hangisini esas alırsak alalım, ikisinde de öz aynıdır. Yāni terk olayıdır. Tasavvufta bu hal çok önemli görülür. Bu konuda özel bir literatür bile oluşarak terk kavramı “Terk-i dünyâ - dünyâyı terk etmek, Terk-i ukbâ - âhiretteki nimetleri terk etmek, Terk-i hesti - kendi benliğini, varlığını terk etmek, Terk-i terk - terki de terk etmek, O'nda yok olmak” şeklinde çeşitli merhaleler içerisinde ele alınıp anlatılmıştır. İşte o, dünyevî olan saltanatı terk etmiş ama ona mānevî anlamda sultanlık nasîb olmuştur. Bunu hikâyelendiren anlatımı da onun nereden nereye geldiğini anlatma açısından söylemek istiyoruz. Buna göre İbrâhim Edhem bir gün deniz kenarında oturmuş elbisesini dikerken, memleketin vâlisi yanındakilerle birlikte oradan geçip bu hâli görünce şöyle düşünür: “Bak şu dünün hükümdârına! Böyle yapmakla eline ne geçti?” İbrâhim bin Edhem vâlinin aklından geçenleri anlar. Kaldırıp iğnesini denize fırlatır. Sonra; “Balıklar iğnemi getirin.” deyince, bir balık, denize atılan iğneyi getirir. İbrâhim Edhem iğneyi balığın ağzından aldıktan sonra vâliye dönerek “Elime bu iğne geçti!” der. Bu māneviyat sultanlığının, Allâh'ın izni ile kerâmet ehlinden olmanın bir hikâyesidir. Başka bir deyişle Allah için yapılan terkin insanı nasıl bir makāma yükselteceğini gösteren bir anlatımdır.

İşte İbrâhim Edhem, merkezinde bu “terk” kavramı olan değişim hikâyesiyle tasavvuf târihinin en özel sîmâlarından biri olmuş, hem de onun bu özelliği bilhassa sûfî şâirlerin şiirlerinde telmih yoluyla işlenmiştir. Meselâ Cem Sultan ona “Sultanlık olmaz ise dervişlik de hoştur/Gör nice terk edindi tâcı ve tahtı Edhem” şeklinde atıfta bulunur. Günümüz şâirlerinden Cahit Zarifoğlu da Gülücük kitabında onun menkıbelerini şiirleştirir: Meselâ balığın iğne getirmesi şu şekilde dile getirilir: “Şimdi yoksul/ Kendi yamar giysilerini/ Ama balıklar bulup getirir/ İğnesi düşse denize”. Yine rahmetli Necip Fazıl da İbrâhim Edhem için bir piyes kaleme alarak onun hikâyesini anlatmıştır. Burada, İngiliz şâiri James Henry Leigh Hunt’ın da onun için “Abou ben Adhem” adlı bir şiir kaleme aldığını, ayrıca pek çok doğulu ve batılı yazarın ona dâir makāleler yazdığı, ona atıflarda bulunduğunu da söylemiş olalım.

Yûnus Emre Şiirinde İbrâhim Edhem

İşte Yûnus Emre de ona şiirlerinde atıf yapan isimlerin en başta gelenidir. Çünkü bu ilgi sâdece bir sûfînin diğer bir sûfîye duyduğu muhabbetin ötesinde bir mānâya sāhiptir. Her şeyden önce Yûnus Emre’ninki de İbrâhim Edhem’inki gibi bir terk hikâyesidir ve bu terk meselesi aslında hayat seyrini değiştiren bir başlangıcı ifâde eder. Yûnus Emre, Hacı Bektaş dergâhında “Buğday ve nefes” ikilemi arasında önce buğdayı seçse de yaşadığı bir iç muhasebe netîcesinde buğdayı terk eder. Halvetî geleneğine göre ise kadı ve âlim Yûnus’a ilk ders olarak “bilmem” virdi verilir. Bilmem demek, gönlünde ve zihninde yük, engel olan şeyleri terk demektir. Yûnus Emre de bu dersi ihlâsla yapar ve sonunda bırakın ilmi, malı mülkü, kendi varlığını bile unutacak hâle gelir hattâ adını bile unutur, adını soranlara “bilmem” cevâbını verir. Böyle bir eğitimin netîcesinde de “Derviş Yûnus” yāni “Bizim Yûnus” olur. Çünkü mâsivâdan yāni “İnsanı Allah’tan uzaklaştıran her şey”den kurtulmuştur.

Bu hikâyelerden hangisini dikkate alırsak alalım durum aynıdır. İşte bu terkle Yûnus’u Yûnus yapan yol açılır. Burada buğdayı ister gerçek mānâsında istersek dünyâ, zāhirî ilim vb. mānâda düşünelim bu bir şeyi değiştirmez. Önemli olan bir şeyi terk edip yeni bir yola girmektir. Dikkat edilirse terk edilenler belli ki insana ayak bağı olan şeylerdir. Böylece kişi bu terk hâdisesiyle zincirlerini kırıp hakikat yolunda yürüyebilme sürecine girmektedir. Çünkü başlangıçta terk edilen mal, makam vb. maddî şeyler olsa bile bunun nihâî hedefi benliği terk ederek gönlü Hakk’a teslîm etmektir. Yûnus Emre bu hâli bir duā ifâdesiyle: “Al gider benden benliği, doldur içime senliği/Burda iken öldür beni varıp orda ölmeyeyim” şeklinde dile getirir. Benlik terk edilirse senlik dolacak böylece insan yaratıcı ile en üst ve derin seviyede bir münâsebete girmiş olacaktır.

 

Yûnus Emre, işte bu terk kavramından dolayı İbrâhim Edhem’e özel bir ilgi duyar. Bunu dîvânında on'a yakın beyitte ondan bahsetmesinden anlıyoruz. Bunlardan terk hâdisesini en kapsamlı şekilde veren şu beyittir: “Görmez misin Edhem'i tahtını terk eyledi/Hak katında hâs oldı bir eski palâs ile” Görülüyor ki onu Hak katında değerli kılan tahtını terk hâdisesidir. Ama bu terki Allah aşkı için yapmıştır. “Koyup İbrâhim Edhem tâc ü tahtı/ Yeri külhan olupdur aşk elinden.” Yûnus Emre, İbrâhim Edhem hâdisesine atıf yaparken kimi beyitlerde onun hikayesi ile kendi hikâyesi arasında benzerlikler de kurar: “İbrâhim Edhem vaktı terk itdi tâc u tahtı/Allâh ışkına bakdı ol sırrı tuyan benem” Burada tâcı tahtı terk etmenin aşk için olması gerektiği, Yûnus Emre’nin de aynı şeyi yaptığı ve böylece Hak’la aralarına giren ağyârı terk ederek baştan ayağa aşka büründükleri, aşkın sırrını duyar hâle geldikleri ifâde edilmektedir. Tabii bu noktada mesâfe almak bu aşkın ateşiyle yanmaktan geçer. Bir beyitte de buna temâs edilerek “Koyup İbrahîm Edhem tâc u tahtı/Yiri külhān olupdur ışk elinden” der. Külhanda odunlar yanıp kül olurlar. Bu durum aşkta fânî olmanın zirvesidir.

Yûnus Emre’nin onun deniz kıyısında gösterdiği kerâmeti de şiirleştirdiği görülür. “Hor bakma sen toprağa, toprakta neler yatur/Kani bunca evliyâ, yüz bin Peygamber yatur” beytiyle başlayan şiirinde peygamberlerden başka velîlerin de isimlerini sayıp hikâyelerine atıf yapar. İşte bunlardan biri de “İğnesin suya atan/Balıklara getirten/ Tâcın tahtın terk eden/İbrâhim Edhem yatur” beytinde anlattığı İbrâhim Edhem’dir. Bu iki ismi bir arada düşünmemizi gerektiren Hak aşkına düşme, benlikten vazgeçme gibi pek çok şeyden söz edilebilir ama asıl özellik terk hâdisesi olmuştur. Çünkü bu hâdise sâdece ilk terk edilen şeyden ibâret kalmamaktadır. Bu yolda “seyr” yâhut terk cehâletten ilme, kötü ve çirkin huylardan güzel ahlâka, kendi varlığından Hakk’a, kesretten vahdete doğru yürümektir. Bunu sağlayan da o yolculuğun başlangıçtaki ilk adımıdır. Bu İbrâhim Ethem için tâc ve taht, Yûnus Emre için buğday sembolü ile ifâde edilen ilim yâhut madde olmuştur.

Kaynakça

Necip Fazıl Kısakürek-İbrâhim Edhem

Cahit Zarifoğlu- Gülücük

Faruk Kadri Timurtaş- Yûnus Emre Divanı

Halime Gül-İbrâhim bin Edhem ve Tasavvuf Tarihindeki Yeri, Konya 2008

Nureddin Albayrak-DİA İbrâhim b. Edhem maddesi, İstanbul 2000

https://www.sehriyar.info/?pnum=628

Abone Ol

En son haberleri doğrudan gelen kutunuza alın. Asla spam yapmayız!

Sosyal Medya Hesapları

Mesaj Bırak