Ara

Dostluk ve Mutlak Dost

Dostluk ve Mutlak Dost

“Dost olarak Allah yeter, yardımcı olarak da Allah yeter!” (Nisa, 45. E.Hamdi Yazır )

Dost dediğimizde akla gelen ilk özellik onun güvenilebilir biri olması durumudur. Ancak bu güvenilirlik sıradan bir güvenilirlik değildir. İnsan, mahallesinin bakkalına da güvenir. Onun kendisini aldatmayacağını bilir. Dostluk bağlamındaki güvenilirlik insanın sırrını paylaşabileceği, mahremiyetini teslim edebileceği nitelikte birinin güvenilirliğidir. Mahalle bakkalının bize aldatmayacağı konusunda ona güven duysak bile, bu güven ona mahrem halimizi açma bağlamında bir nitelik taşımaz. Dost, kendisiyle sırrımızı paylaşabildiğimiz biridir.

Gene de dostluğun kişi için bir “güvenlik alanı” oluşturduğunu söylemek dost ilişkisini gözümüzde birdenbire bir çıkar ilişkisine dönüştürebilir. Sözü geçen güvenilirlik alanı çitlerle çevrilip oluşturulmuş bir sınırı ifade etmiyor. Bilakis orada dostlar arasında sınırların sonsuzca açılmış olmasını öngören bir güven duygusu vardır. Dostluk ilişkisinin tek taraflı olmayıp en az ikili bir ilişki biçimi olduğunu düşünürsek tarafların sınırlarını birbirine sonuna kadar açık tutmuş olduğunu görürüz. Sınırlar açıktır, fakat o sınırların ihlal edilmesi endişesi mevcut değildir.

Başka bir yerde söylemiştim, dostluk bu güvenilirlik alanını oluşturmak için kurulmamıştır; bu güvenilirlik alanı o dostluğun amaçlanmamış sonucu olarak hâsıl olmuştur. Bu güvenilirlik alanının korunması için, böylece, başkasının bekçiliğine ihtiyaç hissedilmez. O alan, dostluk tarafından kendiliğinden meydana getirildiği gibi, aynı dostluk tarafından korunur: bekçilere ve bekçi köpeklerine ihtiyaç yoktur.

Dostluk ilişkisindeki güvenilirlik alanı yapay bir oluşum ve yapay bir sınır halinde meydana getirilmiş olsaydı bu alanın korunması için fazladan tedbirlere ihtiyaç duyulurdu. Onu korumak için bekçiler ve bekçi köpekleri beslemek gerekirdi. Dostluk ilişkisinin hâsıl ettiği güvenilirlik alanıysa bu tür bir bedel ödemekten müstağnidir.

Burada, dostluk ilişkisinin çıkar gözetmeyen bir durum olduğunu vurgulamalıyız. Dostluk ilişkisinin varbulunduğu yerde, dostlar arasında karşılıklı olarak fedakârlık, feragat, cesaret halinin geçerli olduğunu da kabullerimizin arasına dercetmemiz gerekir. Cesaret niçin? Çünkü güven besliyorsun. Kalbini ve kapını açtığın kimsenin de, sana kalbini ve kapısını açmasını ve o açık kapıya bekçilik edebileceğine ilişkin bir cesaret sahibi olması gerekiyor; elbet karşılıklı olarak...

Hayır, her ne kadar dostluk ilişkisi karşılık beklemese de, bu ilişki, sevgi ilişkisinden farklı olarak mutlaka iki taraflı olmak zorundadır. Sevgi tek taraflı olabilir ve tek taraflı gelişebilir, fakat dostluk ilişkisi iki tarafın varlığını gerektirir.

Buraya kadar insan-insan arasındaki dostluk ilişkisini söz konusu ettik. Dostluğun mutlak biçimi Allah (cc) ile kul arasında olanıdır. Kur’ân’ın muhtelif ayetlerinde dosttan ve dostluk ilişkisinden söz açılır.

Dostluk ilişkisinin güveni, sırrını paylaşmayı, mahremiyetini açmayı gerektirdiğini ve bu durumların karşılıklı olarak sınır tanımadığını ifade ediyorsak, bu sınır tanımazlık kendini ancak Allah ile kul arasındaki ilişkide gösterir. Kullar arasındaki bu nitelikteki ilişkilerde daima bir risk payı söz konusu olabilir. En azından bazı dostluk ilişkilerinin hüsranla sonuçlandığı hususunda bir bilgimiz mevcuttur. Oysa mutlak biçimde sınır tanımayan dostluk ilişkisi, insanın ancak Allah ile olan münasebetinde ortaya çıkar. Kul, Allah’a karşı mutlak bir rıza içindedir. Allah’tan da kendisinden razı olmasını diler. Tasavvufta bu ilişki nefsin mertebeleri arasında zikredilir ve Allah (cc) ile kul arasındaki bu ilişki biçimi raziye/marziye kavramlarıyla anılır.

Allâh’a dostluk ya da Allâh’ın dostluğu, O’nun rızasının dışına çıkmamayı tazammun eder. Bu bağlamda Hz. İbrahim’im halil sıfatı zikretmeye değer sayılmalı. Hz. İbrahim dost olarak yalnızca Allâh’ın razı olacağı duâları ederdi. Habibullah’a (sav) ise Allah ne duâ etmek istediğini sorardı.

Öyleyse dostluğun kendi nedir, ne olabilir?

Sırtımızı kendine döndürdüğümüzde ondan mutlak biçimde hayırdan başka bir şey beklemediğimiz ve kendisiyle aramızda bir güvenlik alanı oluşturduğumuz birini düşünüyoruz. Bu hal kul ile kul arasında da gelişse bile, bunun mutlak biçimde tecellisi ancak Allah ile kul arasında mümkün olur. Allah’tan razı olan ve Allâh’ın kendisinden razı olmasını talep eden kulun yaşadığı hal tanımlamaya çalıştığımız dostluk ilişkisinin mutlak tecellisi olarak karşımıza çıkar. Bu durum ise Allah ile O’nun dostları arasında kurulan bir ilişki biçimidir.

Rasim Özdenören (Aralık 2016)

Abone Ol

En son haberleri doğrudan gelen kutunuza alın. Asla spam yapmayız!

Sosyal Medya Hesapları

Mesaj Bırak