Denizli'ye Aydın-Nazilli yolu üzerinden 1989 yılında gitmiştim. Bir oto yedek parça şirketinin pazarlama elemanı idim. O yıllarda Güneydoğu Anadolu Bölgesi ile Doğu Anadolu Bölgesi'nin bāzı noktaları hâriç Anadolu'muzun önemli bir kısmını karış karış dolaşmıştım. Ancak bu ziyâretlerimiz ticârî olduğu için sanâyi sitelerindeki müşteri ziyâretleri, şehir merkezindeki konaklama mecrâları ve otogarlar ile sınırlı idi. Gezip gördüğümüz yerlerdeki târihî ve kültürel mîrâsımız hakkında hiçbir bilgimiz bulunmuyor, bu tür konular hiç gündem olmuyordu. Bu sebeple o yıllardaki Denizli ziyâretimden zihnimde kalan şehrin tekstil konusunda ivme kazandığı, bu yönünün belirgin olduğudur.
Aradan tam 36 sene geçmiş ve biz bir vesîle yine Denizli yollarındayız. Mevsim yaz, Temmuz ayının ortalarındayız. Uçakla seyahat etmek câzip görünse de biz gezi programları için otobüsle seyahat etmeyi tercîh ediyoruz. Çünkü yol boyunca birkaç şehir, onlarca kasaba ve köyden geçerek seyahatimizi zenginleştiriyoruz. Yalova, Bursa, Balıkesir, Manisa, Akhisar, Salihli, Alaşehir güzergâhımızdaki şehir ve kasabalarımızdan bāzıları. Sözgelimi Alaşehir'den geçerken yol üzerinde ticâret borsası binâsı ve tabelası gözümüze ilişti. “Burada ticâret borsasının ne işi var?” diye kendi kendime sordum. İnternete girip biraz araştırma yaptım. Alaşehir’in nüfûsuna, geçim kaynaklarına göz attım. Yıllık 60-70 bin ton üzüm üretiliyor burada. Yörenin mutlakā başka ürün grupları da vardır zeytin ve incir gibi. Elbette burada borsa olur. Bunlar basit bilgiler gibi görünüyor ama işin aslı öyle değil, bunlar kıymetli bilgiler, önemli deneyimlerdir.
Akşam 22:30’da başlayan yolculuğumuz 9 saat sürerek sabah 07:30 gibi nihâyete erdi. Sarayköy Otogarı’nda Sedat Soyalp kardeşimiz bizi bekliyordu. Buradaki çay ocağında çaylarımızı yudumlayıp biraz nefeslendikten sonra Sarayköy Efe Meydanı'na doğru hareket ettik. Burada bir börekçiden kahvaltılık alarak konaklama alanımıza vardık. İki günlük ziyâretimiz Babadağ, Buldan, Pamukkale ve Yenicekent bölgelerine yönelik olacaktı. Vakit kalırsa Denizli merkezinde de bāzı programlar planlamıştık.
Ahmetli Köprüsü Geçilmez!
- yüzyılın sonlarında Türkmen aşîret reisi Sarıbey tarafından kurulduğu tahmîn edilen Sarayköy, târih boyunca çeşitli idârî değişiklikler geçirmiş. 1763'te Aydın'a bağlı bucak, 1867'de Denizli'nin nâhiyesi, 1882'de ise kazā olmuş. Büyük Menderes Nehri’nin suladığı verimli ovada yer alır. Nüfûsu 30.000’in üzerinde olan Sarayköy’ün geçimi dokumacılık, tekstil, jeotermal enerji ve tarıma dayanır. Millî Mücâdele’de önemli olaylara şâhitlik eden ve sarsılmaz bir direniş noktası olan ilçede, her yıl 24 Mayıs "Millî Mücâdeleye Katılım Günü" olarak yâd edilir. Bu günün anısı ve Sarayköylü vatanseverlerin gösterdiği kahramanlık nedeniyle bir efe heykeli yaptırılmış, bu heykel Sarayköy'ün sembolü olmuştur.
Menderes Nehri üzerinde kurulu, ilk yapımı Roma dönemine āit olan Ahmetli Köprüsü millî mücâdele günlerinin bir başka sessiz şâhididir. Kesme traverten taşla yapılmış yedi kemerli köprünün ortadaki iki kemeri Kurtuluş Savaşı döneminde Yunanlılar’ın Menderes Nehri’ni geçmesini önlemek için dinamitle patlatılarak yıkılmıştır, sonraki dönemlerde patlatılan kısım betonarme olarak yeniden inşî edilmiş, geçişe elverişli hâle getirilmiştir. Yakınında başka bir köprü yapıldığından günümüzde faal değildir. Sarayköy kaplıcaları ile de ünlüdür. Attuda Antik Kenti ve Sultan Sarıbaba Türbesi ilçe sınırları içerisindeki önemli ziyâret yerlerinden bāzılarıdır.
Babadağ'ın Sessiz Şâhitleri
Kahvaltıdan hemen sonra Babadağ’a hareket ediyoruz. Günümüzde köylerle berâber 6-7 bin nüfûsu bulunan, geçmişte farklı isimlerle anılan bu şirin kasaba 1935 yılında sırtını yasladığı dağdan esinlenerek "Babadağ" adını almıştır. Yöre halkı geçimini çoğunlukla tekstil ürünleri üretip satarak sağlıyor. Babadağ’da dokumacılığın 700 yıllık bir geçmişi vardır. Dokuma ürünleri arasında hambez, pike, kanaviçe, havlu, çarşaf başta gelmektedir. Anlatılanlara göre tekstil işiyle uğraşanların bir kısmı Babadağ dokumalarından dokuyarak kendi pazarlamaktadır. Bir diğer kısım ise yerli ve yabancı turistlerin benimsedikleri natürel el dokumalarını, nostaljik eski el tezgahlarında üreterek geçimini sağlamaktadır. Kasabanın girişindeki yamaçlarda bulunan târihî kabristan burada vaktiyle daha yoğun bir nüfus hareketliliğini haber veriyor. Zîrâ burada günümüze ulaşan yüzlerce mezar taşına rastladık. Başlıkları, desenleri, yazıları farklı farklı medeniyetimizin sessiz tanıkları.
Yöreye has ahşap târihî evler koruma altına alınmış. Yerleşim alanının dışına, daha yukarılara doğru çıkıp Yardan Çayı kenarında konaklıyoruz. Burası ağaçlar arasında, serin, sessiz bir piknik alanı. Çok kalabalık yok. Öğle namazını Çarşı Câmi-i Şerîfi'nde edâ ettikten sonra kasaba meydandaki pidecide öğle yemeğimizi yiyoruz. Buralarda tahinli pide meşhurdur. Kıymalı pidelerin ardından ortaya tahinli pide sipâriş ettik. Yapımı gāyet pratiktir. Pide hamuru lahmacun gibi açılır, üzerine bolca tahin sürülür, bunun üzerine toz şeker serpiştirilerek fırına sürülür. Hepsi bu kadar. Tahinli pidemiz servise hazırdır. Biraz künefeye benzese de bence aromasıyla, tadıyla farklı bir lezzet deneyimi. Askerliğimi Aydın Yenipazar’da jandarma olarak yaptım. Tahinli pidenin tadını, ününü buradan bilirim. Âşinâlığımız vardır.
Buldan Bezi Dünyâca Ünlüdür
Babadağ'dan ayrılarak Buldan’a hareket ediyoruz. Buldan da tıpkı Babadağ gibi eğimli bir arâzide, Antik kalıntılar ve doğal güzelliklerle çevrili bir alanda konumlanmış, Denizli’nin târihî ve kültürel açıdan zengin ilçelerinden birisidir. Nüfûsu köylerle berâber yaklaşık 30.000 civârında. Dokumacılık (tekstil) konusunda tüm Türkiye'de hattâ dünyâca meşhur bir ilçemizdir. Daha çok geleneksel biçimde evde yapılmakta olan dokuma ürünleri bu tekstil sektöründe önemli paya sâhip. İlçeye has olan Buldan bezi dünyâca ünlü bir dokuma türüdür. İlçe sınırları içinde Yenicekent Mahallesi'nde Tripolis Antik Kenti bulunur. Aracımızı Çarşı Câmi-i Şerîfi yakınlarında bir yere park edip târihî câmiye vâsıl oluyoruz. Buldan’ın merkezinde yer alan bu câmi, sâde lâkin etkileyici bir mîmârîye sâhiptir. Avluda ilk dikkatimizi çeken giriş kapısı üzerindeki mükebbire ve son cemâat yeri duvarında yedi uyurların ve sâhibül hayrat Pehlivan Hacı Halil'in isimlerinin yer aldığı kitâbe oldu. Büyük câmilerde, son cemâat yerinin câmiye bitişik duvarında yer alan balkon biçimindeki küçük çıkıntıya mükebbire deniyor. Eskiden câmilerde müezzin imâmın tekbirlerini buradan tekrarlardı. Az ötede târihî Buldan evleri arasında kalan Hacı Bekir Câmi-i Şerîfi giriş kapısı üzerinde de bu mükebbirenin farklı bir formu ile karşılaşıyoruz.
Etrâfımız rengârenk boyalı, kimi ahşap kimi yığma taştan yapılmış ve sıra sıra dizilmiş târihî evlerle çevrili.
Ahşap cumbalı sundurmaları, işlemeli kapı ve pencereleri, süslü saçak ve bacalarıyla Buldan evleri hakîkaten görülmeye değer. Beyler Sokağı, Dokuma Pazarı Caddesi, Evliyâzâdeler ve Çelebiler konakları ile Eski Hükûmet Konağı önemli ziyâret noktalarından bāzılarıdır. Buldan’ın dokumacılık târihini ve el sanatlarını tanıtan “Belediye El Sanatları Müzesi”, restorasyona tâbi tutulmuş târihî bir binâda yer alır. Geleneksel Buldan bezleri ve diğer el sanatları hakkında bilgi edinmek için ziyâret edilebilir.
Sessizlik ve Huzur İklîmi Hâkim
Çarşı, Çaybaşı, Yeşildere, Girne ve Helvacılar mahallelerinde yer alan târihî evleri sokak sokak dolaşıyoruz.
Bāzı evlerin altında geleneksel dokuma tezgâhları şakır şakır çalışıyor. Hayretimizi gizleyemiyoruz. Etrâfımızda onlarca tekstil ürünleri satan dükkan var. Buldan bezinden yapılmış peştemallar, bornozlar, havlular, masa örtüleri, şallar, envâî çeşit hediyelik ürünler. Daha neler neler. Anadolu'nun pek çok noktasında olduğu gibi burada da sessizlik ve huzur iklîmi hâkim. Tahinli poğaça eşliğinde çaylarımızı yudumlayıp Yenicekent istikāmetine doğru yola koyuluyoruz. Etrâfımız üzüm bağları ile dolu. Üzüm bağlarının etrâfında ise incir ve zeytin ağaçları. Üzüm bağlarının yola bakan kısmında tezgâh üzerinde ürünlerini satan çiftçilerle karşılaşıyoruz. Aracımızı park edip “bismillâh” diyerek mevsimin ilk ürünlerinden tadıyoruz. Yenicekent Mahallesi'ndeyiz. Burada Emir Sultan Türbesi’ni ziyâret edeceğiz. Büyük Tekke Türbesi, halk arasında Emir Sultan Türbesi olarak da bilinir. İlk yapımı 14.-15. yüzyıla târihlenen ve Mimar Sinan dönemi türbe yapılarıyla benzerlik gösteren yapı sekizgen formludur. Devşirme malzemeden inşâ edilmiştir. Devâsâ boyuttaki taşları civardaki Tripolis Antik Kenti’nden getirilmiş olmalı.
Türbe civârındaki kazılarda bāzı mezar kalıntıları ve antik taş bloklar meydana çıkarılmıştır. Mevtâlara ve cümle geçmişlerimizin ruhlarına bir Fâtiha, üç İhlâs-ı şerîf okuyarak alandan ayrılıyoruz. İstikāmet akşam konaklayacağımız Sarayköy.
Güzellikler Meşheri Diyebileceğimiz Bir Mâbed Kaderine Terk Edilmiş Vaziyette!
Sabah erken saatlerde kahvaltımızı Sarayköy-Pamukkale yolu üzerinde yer alan Adaköy’de bir çay ocağında yaparak yolumuza devâm ettik. Pamukkale’ye varmadan Akköy Mahallesi'nde Târihî Yukarı Câmi-i Şerîfi’ni ziyâret ediyoruz. Mâbed kaynaklarda Boyalı Câmii olarak da geçer. Câmi ahşap malzeme işçiliği ve yoğun resim süslemeleri ile biliniyor. Yakın zamanda yanı başında betonarme yeni bir câmi inşâ edilmiş. Fakat ne yazık ki târihî câmideki güzelliklerden mahrum olarak. Nedir bunlar? Cennet tasvirleri, Kâbe tasvîri, ağaçlar, çiçekler ve envâî çeşit tezyînat örneği. Boyalı Câmii ibâdete kapalı ve kaderine terk edilmiş vaziyette. Böyle bir güzelliğin göz göre göre yok olmasına yürek dayanmaz. İstikāmet Karahayıt Mahallesi. Buranın kaplıcaları meşhurdur. Yılın her mevsiminde ana kaynağından çıkan kendine has kırmızı renkli şifâlı termal suyun ve termal çamurun sıcaklığı 58 ºC olup Ege Üniversitesi hidroklimatoloji enstitüsünün vermiş olduğu rapora göre içerdiği zengin mineralleri ile eşsiz bir sağlık kaynağıdır. Çoraplarımızı çıkarıp travertenlerle kaplı göletlerde şifâ niyetine yalın ayaklarla bir müddet dolaşıyoruz.
Denizli’nin 18 km kuzeyinde yer alan Pamukkale'deyiz. İlk yapımı mîlattan önce ikinci yüzyıla târihlenen Hierapolis antik kenti burada yer alır. Domitian Kapısı, tiyatro, Frontinus Caddesi, agora, Kuzey Bizans Kapısı, gymnasium, tritonlu çeşme binâsı, Apollon Kutsal Alanı, su kanalları ve nympheumlar, surlar, Aziz Philippus Martyriumu ve Köprüsü, Direkli Kilisesi, katedral ve Roma Hamamı kalıntıları Hierapolis’te görülebilecek birimlerden bāzıları. Pamukkale'yi daha ziyâde UNESCO Dünyâ Mîrâsı Listesi’nde bulunan ve doğal bir hârika olan travertenleri ile biliriz. Beyaz travertenler, termal suların kalsiyum karbonat birikimiyle oluşmuş ve 2700 metre uzunluğunda, 160 metre yüksekliğinde bir alanı kaplar. Suyun sıcaklığı 35-100°C arasında değişir ve içinde kalsiyum bikarbonat, magnezyum, sülfat gibi mineraller bulunur. Halk arasında şifâlı olarak bilinen bu suyun cilt hastalıkları, romatizma ve dolaşım sorunlarına iyi geldiği düşünülür.
Bunlar Bir Vakt Beğler İdi
Hierapolis Antik Kenti ve Travertenleri müze kart ile ziyâret edilebilir. Ziyâret alanına 5-10 dakîkada bir kalkan araçlarla intikāl etmiştik. Dönüşümüzü kuzey nekropol denilen mezarlık alanından yapıyoruz. Yaklaşık bir kilometrelik yol boyunca, etrâfımız mezar yapılarıyla dolu. Bunların bāzıları lahit şeklinde, bāzıları bir oda bir türbe büyüklüğünde devâsâ yapılardır. Bu mezaristandan geçip de tefekküre dalmamak, ibret nazarıyla bakmamak mümkün değil. Hakîm-i ve Kâdir-i mutlak olan Cenâb-ı Mevlâmız Rûm Sûre-i Celîlesi, 42. Âyet-i Kerîmesinde meâlen buyuruyor: “Yeryüzünde dolaşın da önceki milletlerin sonlarının nasıl olduğuna bakın. Onların çoğu Allâh’a ortak koşan kimselerdi.” Yûnusleyin: Bunlar bir vakt beğler idi/ Kapıcılar korlar idi./ Gel şimdi gör bilmeyesin/ Beğ hangidir, ya kulları?!” Bu vesîleyle Pamukkale'de mihmandarlığımızı üstlenen târihçi-yazar Salih Soyalp hocamıza teşekkür ediyoruz.
Denizli'de Frig, Lidya, Pers, Helenistik, Roma, Bizans, Selçuklu ve Osmanlı izlerini taşıyan târihî eserlerin izini sürmek mümkün. Laodikeia Antik Kenti, Çardak Kervansarayı, Akhan, İlbade Kabristanı gibi ziyâret edilecek daha nice târihî ve kültürel mîras; Keloğlan Mağarası ve Kısık Kanyonu gibi görülecek nice doğal güzellikler; 800 yıllık Ulu Câmi-i Şerîfi'nin oldu bittiye getirilerek bir gecede ortadan kaldırılması gibi hüzünlü hikâyeler var. Ancak zamânımızın kısıtlı olması sebebiyle buralara yönelik ziyâret gerçekleştiremedik. İnşâallah başka bir sefere. Şimdilik Denizli’nin coğrafî işâret alan, çatal-bıçak kullanılmadan elle yenen kuzu kebabından tadarak ziyâretimizi tamamlıyoruz. Buraya Otogar yakınlarında yer alan Bayramyeri Meydanı’ndan geçerek ulaştık. Memleketimizin doğusu ayrı, batısı ayrı bir güzel; güneyi ayrı, kuzeyi daha başka bir güzel. Cenâb-ı Mevlâmız kadrini, kıymetini bilenlerden, şükrünü edâ edenlerden eylesin inşâallah. Başka bir yazıda buluşmak dileğiyle, hoşça bakın zâtınıza efendim.
Eylül 2025, sayfa no: 52-53-54-55-56-57
Abone Ol
En son haberleri doğrudan gelen kutunuza alın. Asla spam yapmayız!
Mesaj Bırak