“Herkesle birleştin, kaynaştın mı ummansın, madensin”
Mevlânâ
Vahdet-i vücûd (varlığın birliği) anlayışı, elbette sûfî bir telakkîdir ve bu disiplin içerisinde bir anlam ifâde eder. Bu kavramı, “Gerçek olan varlık tektir. Kâinatta asıl olan gerçeklik bu Mutlak Varlık ve O’nun kâinattaki tecellîleridir” şeklinde ifâde edebiliriz. Bu kavramın ontolojik mâhiyeti, felsefî ve tasavvufî açıdan mütâlaa edilerek insanlığın önüne bir hayat görüşü çıkarılmıştır. Hayat görüşü dememizin sebebi ise kuramsal olarak ele alınan bu anlayışın aynı zamanda hayat içinde de bir pratiğinin olmasıdır. Bunu bir üst basamak anlayış olarak “İslâm tevhîd dînidir.” esâsından hareketle “Tek Yaratıcı” ilkesi şeklinde anlamak mümkündür.
Tevhîdin Sosyolojik Boyutu
İşte bu noktada birliğin aynı zamanda sosyolojik gerçekliğe tekābül ettiğini de görürüz. Bu bakımdan birlik kavramını, hem bir sûfî nazariye hem bir akîde ilkesi ve bunlara bağlı olarak, insanların sosyal olarak birlikteliği şeklinde de anlamak kavramın özüne uygun düşecektir. Nitekim, insanlığın hayâtı da buna göre şekillenmiş, insanlar toplu olarak yāni birlik içinde yaşamak durumunda kalmışlardır. Bunun müşahhas uygulamaları ise tekkelerde hayat bulmuş, bu merkezler, dînî, tasavvufî irşad yerleri olmalarının yanı sıra sosyal hayâtın bütün tezāhürlerinin de birlik duygusu içinde yaşandığı yerler olmuştur.
Bir sûfînin, bir mü’minin huzûru; bu birliği ne ölçüde içselleştirdiği ile ilgilidir. Eğer birliği sağlamışsa dirliği de sağlamış demektir. Dirlik, birliğin bir ödülü olarak çıkar karşısına… Aynı şekilde insanların dirliği de birliklerine bağlı olarak gerçekleşir. Böylece birlik ve dirlik, birbirinin sebebi ve sonucu olan ve birbirinden ayrı düşünemeyeceğimiz iki temel kavrama dönüşür. Ama bu birliği ve dirliği sağlamak, söylendiği kadar kolay değildir. Eğer kolay olsaydı asırlar boyunca peygamberler, kanâat önderleri, mutasavvıflar, sanatkârlar…sürekli olarak birlik çağrısı yapmazlardı. Yine insanlığın târihinde birliğin bozulmasıyla meydana gelen huzursuzluklar, ayrılıklar, savaşlar olmazdı.
Din ve tasavvuf anlayışındaki birlikte, her şeyin ötesinde ve üstünde bir varlık, bir değer vardır. Kişiler, pervânelerin ışığa koşması gibi ona koşarlar. Onun gerçekliğinde kendi varlıklarını yok ederler. Bu, tümden yok oluş değil, Mutlak olanda yeni bir varlık kazanmadır. Bu kazanıma tek engel ise insanın egosudur. Ben diyen biz diyemeyeceği için birliği gerçekleştiremez ve ayrılık rüzgârlarıyla yaban çöllere düşer. Kendi etrâfında bir duvar örer. Burası mutsuzluğun hapishanesidir. Burada yalnızlığın ve güvensizliğin boğuntusunu yaşar.
Parçalanmanın Trajedisi
Çağımızda savaşlar, huzursuzluklar iyice yoğunlaşmışsa ve bunlar karşısında selîm akla sâhip olanlar yine birlikten bahsediyorsa işte meseleyi böylesi geniş bir çerçevede ele almak lâzımdır. Çünkü ters giden bir şeyler var. Yerleşim yerlerinde nüfus arttıkça yalnızlıklar da o ölçüde çoğalıyor. Beklenirdi ki apartman ve site hayâtı insanları daha çok birbirine yaklaştırsın. Sevinçler, acılar birlikte yaşansın. Zorluklar birlikte aşılsın. Câmi, kahvehane, pazar yeri…gibi mekânlar birlik duygusunun pratiğe dönüşmesini sağlayan yerler olsun. Ama öyle olmadı. Anadolu’dan diyelim ki İstanbul’a gelip bir apartman yâhut site içinde yeni bir hayâta başlayan kimse, çok geçmeden etrâfına duvar örerek yalnızlığın zırhına bürünüyor. Selâmlaşma, komşuluk, misâfirlik, yardımlaşma…gibi yine birliğin pratikleri olan davranışları hayâtından çıkarıyor. Fakat çok geçmeden görüyor ki büründüğü yalnızlık zırhı onu korumuyor, boğuyor. İşin trajik tarafı, bundan kurtulacağına buna daha çok sarılıyor. Çünkü yalnızlığın ve yabancılaşmanın en kötü tarafı insana verdiği korku ve güvensizlik hissidir. İnsan, bu hisle çevresindekileri hep yabancı, güvenilmez varlıklar olarak görüyor. İşte yalnızlık zırhına daha sıkı sarılması bundandır.
Bu meseleler etrâfında düşünürken şunu gözden kaçırmamak gerekir. Bir sûfîyi Mutlak Varlık’la bütünleştiren aşkın bir değer vardır. O varlık, O’na yönelenlerin hepsi için ortak değerdir. Zâten öyle olmasından dolayı birlik onun varlığında sağlanabilmektedir. Allah’tan başka ilâh yoktur diyen bir muvahhid de aynı şuurun insandır. Yine bu birleşmede güven hissi hâkimdir. Bağlılık sevgiye dayalı bir bağlılıktır.
Meselenin toplumsal görüntüsündeki duruma bakıldığında ise aynı temel kuralın geçerli olduğunu görürüz. Ortak değerler, ortak idealler, ortak inanışlar, anlayışlar ve ortak davranışlar… İşte bütün bunlar varsa birlik, dolayısıyla dirlik gerçekleşebiliyor. Bu birliğin ve dirliğin huzûrunu yaşayan kişi öylesine yüce bir gönlün sâhibi oluyor ki bu defa farklı inanışta, tutumda, anlayışta olanları kucaklayabiliyor, onlarla ortak inançları olmasa bile ortak insanlık paydasıyla değerleriyle onlarla da birlik içinde olabiliyor. O zaman bir câmi ile bir kilise yan yana inşâ edilebiliyor, bir siyah bir beyazla farklılıkları ayrılık olarak değil zenginlik olarak değerlendirerek bir arada yaşayabiliyor. Farklı dinden iki âile komşuluk ilişkisi kurabiliyor.
Ne zaman ki insan, “biz” bilincinden kopup tekrar “ben” kabuğuna bürünüyorsa o zaman câmideki ile kilisedeki arasında, siyahla beyaz arasında duvar örülüyor, o zaman birlik şemsiyesi parçalanıyor. Ondan sonrasında ise olacakları tahmîn etmek güç değil… Tefrîka, düşmanlık, öfke, güvensizlik, şüphe… İnsanın yüreğini teslîm alan duygular bunlar oluyor. Hayat -bir teşbih olarak söyleyecek olursak- cehenneme dönüyor. Sonrasında insanlığımız adına utanç sayfaları açılıyor önümüzde… Zulümler, mağduriyetler, kan, gözyaşı…birbirini tâkip ediyor.
Birlik Mîmarları
İşte bütün bunlardan sonra şunu söylemeliyiz ki, çağımızın meseleleri üzerinde kafa yorarken, târih bizim için hep bir okuma alanı olmalıdır. İnsanlığın birlik zamanlarıyla kavga, mücâdele zamanları sürekli göz önünde tutularak, dünden bugüne taşıyabileceğimiz değerleri iyi tesbît etmeliyiz. Meselâ 13. asrın olaylarını hatırlayalım. Haçlı ve Moğol saldırılarının ardından birlik ve dirliğini yitiren Anadolu’da Selçuklu gecesinden sonra bir Osmanlı sabahı nasıl doğdu? Beyliklere ayrılmış olanlar, nasıl bir beyliğin etrâfında yeniden birleşti ve altı yüz yıl süren bir Osmanlı medeniyeti nasıl kuruldu?
Bütün bu gelişmeleri sâdece başa gelen siyâsîlerin siyâsî dehâlarıyla ve gayretleriyle açıklamak yeterli olamayacaktır. Çünkü târihe baktığımızda o fetret çağında bir Mevlânâ’yı görmekteyiz. Yûnus Emre ile tanış olmaktayız. Bu ve benzeri isimlerin neden en çok birlik üzerinde durduklarını anlamak aslında hiç de zor değildir. Bunlar, dağılma döneminde sosyal birliğin yeniden inşâsında gayret içerisinde oldular. Daha sonraki aşamalarda ise meselâ Osmanlı beyliğinin kuruluşunda Osman Gazi’nin yanında Şeyh Edebâlî’yi görürüz. O ki Osmanlı devletinin mânevî temeline ilk harcı koyan bir insandır. Yine Bursa’da Yıldırım Beyazıt’ın yanında Emir Sultan, Fatih’in yanında Akşemseddin vardır.
Doğrudan doğruya bir devlet adamının mânevî desteği olmanın ötesinde halk içinde benzer bir gayreti gösteren daha nice birlik mîmarları vardır. Somuncu Baba, Hacı Bayram Velî, İbrâhim Tennurî, İbrâhim Gülşenî ve daha niceleri… Bütün bu isimler hem yaşadıkları çağlarda hem de etkilerini sonraki zamanlara da ulaştırarak bütün çağlarda birlik fikrinin mîmarları olarak toplumsal dirliğin de mânevî mîmarları olmuşlardır. Dikkatli bir gözle bakacak olursak bugün Anadolu’da bu tür isimlerin yollarını sürdürenler yine aynı şekilde birer mânevî merkez olarak hizmet yapmaktadırlar.
Bütün bunlardan dolayı bu tür mânevî merkezleri ve buralarda yapılan hizmetleri, sosyolojik ve psikolojik açıdan da izlemek, gözlemek ve değerlendirmek gerekir. Bilhassa sivil toplum kuruluşlarının öneminin son derece arttığı günümüzde bu merkezlerin uygulamaları, anlayışları dikkatle incelenmelidir. İnsanları kānûnen bir sosyal merkeze şeklen bağlayabilirsiniz ama; esas olan kalbî bağlılıklardır. Tasavvuf ve onun merkezleri sayılan dergâhlar, tekkeler…târihî tecrübelerinden mutlaka istifâde edilen yerler olmalı ve bu konulardaki önyargılardan sıyrılarak hareket edilmelidir. Birlik ve dirliğe son derece ihtiyaç duyduğumuz bir zamanda tasavvufun birlik anlayışı, çağımızdaki problemlerin çözümünde de bizlere önemli katkılar sağlayacaktır.
Ağustos 2025, sayfa no: 58-59-60
Abone Ol
En son haberleri doğrudan gelen kutunuza alın. Asla spam yapmayız!
Mesaj Bırak