Ara

Dirlik, Birlikle Mümkündür

Dirlik, Birlikle Mümkündür

“İkiligi terk itgil birlik makâmın tutgıl
Cânlar cânın bulasın iş bu dirlik içinde”
Yûnus Emre (ks)

Dirlik, “Bir tedirginliği olmamak, üzüntü ve sıkıntısı olmama durumu, huzur, rahat” anlamlarına gelen bir kelimedir. Kelimenin bir anlamı da “hayat” yâni “dirilik”tir. Tabii bu diri olmayı sâdece “beden” anlamında değil “gönül” anlamında da düşünmek gerekir. Çünkü huzur dediğimiz konu gönülle ilgilidir. Konuyu bu şekilde ele aldığımızda sorulması gereken soru şudur: Peki, bu “dirlik” gönülde nasıl sağlanacaktır yâhut sağlanabilir?

Bu sorunun cevâbını bulabilmek için bu defa da “birlik” kelimesine bakmak gerekir. Eğer böyle düşünüyorsak bu defa da “birlik”ten ne anlamamız gerektiğini söylemeliyiz. “Birlik”, akla ilk gelen mânâsıyla sayıların ilkinin adıdır ama konu burada bitmez. Asıl görmemiz gereken bu kelimenin “eşi olmayan, tek olan” yâni “Allah” mânâsı da taşıyor olmasıdır. Burada kelimenin ayrıca “bütün” mânâsı da dikkate alındığında bu defa da “vahdet” kavramını düşünmek durumunda kalacağız demektir. Vahdet de Arapça bir kelime olarak “birlik”, “bütünlük” mânâsı taşır. Böyle düşündüğümüzde kelimenin tasavvufta kazandığı “Allâh'ın varlıkta birliği” yâni “vahdet-i vücûd” kavramının, işin esâsını teşkîl ettiği görülecektir.

Bu açıklamadan sonra artık şu cümleyi rahatlıkla kurabiliriz: “Dirlik” yâhut “dirilik”, “birlik” hâli “bir” olanla “birlik içinde olmak”la mümkündür. Durum böyle olunca insan, Allâh'a ulaşıp O’nunla bir olmak durumundadır. İşte bu birlik hâlini “Allah’tan gâfil olmamak, yaşadığımız süre içerisinde her sözümüzde, işimizde, hayâtımızda, eşyâya bakışımızda, hayâta anlam vermede Allah’la kalbî irtibat içinde olmak” ve gönlü O’na teslîm etmek şeklinde anlayabiliriz. Kalbî irtibat dedik çünkü onu arayacağımız yer, gönlümüzdür. Yûnus Emre’nin “Gönül Çalab’ın tahtı” söyleyişi bu gerçeği en yalın şekilde ifâde etmektedir. Bu da gönülde Allâh'ın muhabbetini duymakla, O’nu sevmekle, sultan olarak görmekle mümkündür. Bu durum, “Her neyi seversen îmânın oldur/ Niçe sevmeyesin sultânın oldur” diyen Yûnus Emre’nin ifâdesiyle bir îman meselesidir. 

Her Konuda Birlik

Birlik konusu böyle anlaşıldığında anlam alanını daha da genişletme imkânı bulabiliriz. Buna göre birlik aynı zamanda “Hayatla ölümün, ilimle irfânın, zâhirle bâtının, akılla gönlün, niyetle amelin, sözle davranışın birliği ve âhengi…” şeklinde anlaşılmalıdır. İşte bu çerçevede varlığı/varlığını anlamlandıran kişi, elbette huzurlu olacak, bedeni gibi kalbi de diri olacaktır. Bu dirilikle ve birlik şuuruyla her şeye beden gözüyle baktığı gibi can gözüyle de bakacaktır. Bu, fiziği aşıp metafiziğin dünyâsına girmek demektir. Aradığımız hakîkat ise işte o dünyâdadır. 

İşte modernleşme sürecinde unuttuğumuz gerçeklik budur. Modern anlayış, birliği değil çokluğu (kesreti) tercîh etmiş, böylece insanı Allah’tan (cc) koparmış, bir olması gerekenlerin arasına duvar örmüş, ölüm ve âhiret bilincini, ilim irfan, dünyâ âhiret birlikteliğini yok saymıştır. Dünyânın öncesi ve sonrasına dâir kaybedilen bilinç ise insanı dünyâya hapsetmiştir. İnsan bu şartlar içinde dört tarafı ve üzeri kapalı, ışıksız bir odada yaşamaya mahkûm bir hâle getirilmiştir. Bu da onu huzursuz, mutsuz etmektedir. Böyle bir durumda karşısındaki en büyük sorun ise varoluşa/varlığına anlam verememe sorunudur. Bu sorun çözülemediği için de dünyâ hayâtı bir cehenneme dönüşmektedir. 

Bu anlam sorununun çözülmesi ise nereden geldiğimizi, nereye gideceğimizi ve bu iki süreç arasında yâni hayatta nasıl yaşamamız gerektiğini bilmekle mümkün olacaktır. Bu yüzdendir ki meselâ Yûnus Emre, bir şiirinde kendi varlığına anlam bulabilmek/verebilmek için “Yûnus, bu dünyâya niye geldin?” sorusunu sormaktadır. Aslında bu soru sâdece Yûnus Emre’nin değil hepimizin cevap bulması gereken bir sorudur. Nitekim o da bu soruyu sorduktan sonra bizler için bir cevap da vermekte ve “Gece gündüz Hakk’ı zikretsin dilin” diyerek bu yazıda bahsi geçen “birlik ve dirlik” meselesini nasıl anlamamız gerektiğini ortaya koymaktadır. Çünkü dilin Hakk’ı zikretmesi her an onunla olmasının bir ifâdesidir.

Tevhîdin Öncüleri

Konunun izahı için Yûnus Emre’den yola çıktık ama böylesi bir durum karşısında târih boyunca gerek peygamberler gerek onlardan sonra gelip hakîkati dillendiren âlimler, ârifler de aynı sorunun cevâbını bize bildiren/bulduran isimlerdir. Onlar bu hakîkatin tebliğcileri ve temsilcileri olarak, hem ferde hem topluma ilk olarak kesretten kurtulma ve birlikte bir olma çağrısı yapmışlardır. Böyle olması da tabiidir. Zîrâ bir’i unutan çokluğa düşeceğinden şirâzesini kaybedecek, istikamet üzere bir hayat yaşayamayacaktır. Bugün için de asıl sorun işte budur. Öyleyse tevhîdî bir bilinçle yola çıkılmalıdır önce. Bu gerçekleştikten sonra yaşadığımız sorunları tesbît etmek ve onları sağlıklı çözümlere ulaştırmak zor olmayacaktır.

Tabii bu noktada insan öncelikle kendini tanımlamalı ve varlığını anlamlandırmalıdır. Bu da bizi başta bilgi kavramı olmak üzere varoluş, ahlâk ve estetik kavramalarına götürecektir. İşte bu konuda da o bahsedilen yol rehberlerinin sözlerine kulak vermek gerekmektedir. Onların temel çağrısı kulluk üzerine olmuştur. Tabii bu kavramı da kadîm târifi içinde düşünmek gerekir. Yine sözlüklere mürâcaat edelim. Kul, sözlüklerde “Allah tarafından yaratılmış olan insan” şeklinde tanımlanır. Kelimenin sonradan kazandığı “köle” mânâsı da kulluğun Yaradan’a teslîmiyet mânâsına geldiğini ortaya koyar. Buna göre ikisi de anlamlı kelimelerdir ve sanıldığı gibi insan onurunu inciten ifâdeler değildir. 

Kulluk Onurdur

İşte kendimizi Allah karşısında “kul”, “köle” olarak gördüğümüzde ise yerimizi, konumumuzu sağlıklı olarak belirlemiş oluruz. O zaman anlarız ki mâdem ki Allah ile aramızda bir yaratan-yaratılan ilişkisi var, öyleyse her şeyi bu ilişki içinde düşünmemiz gerekir. Yûnus Emre’nin dediği gibi “Kul pâdişahsız olmaz/Pâdişah kulsuz değil”dir. Artık gönlümüzde ve zihnimizde O varsa, O asılın birer yansımaları olarak var olmayı O’na inanmakla, O’nu sevmekle ve O’nunla birlik hâli içinde olmakla gerçekleştirebiliriz. Bu ilişkide önem taşıyan ahlâk ise O’na karşı davranışlarımızın mâhiyetini ve şeklini belirleyici değerler manzûmesi demektir. Estetik ise bu yapılanların, “Allah güzeldir ve güzeli sever” hükmünce güzel yapılması demektir. Bu, içinde samîmiyeti barındıran bir anlayıştır. Biz bunu ihlâs kelimesiyle de ifâde edebiliriz. 

Bütün bunların netîcesinde ise birlik, dirliğin dâimî şartı olarak Allah’la (cc) kulu arasında, akılla gönül, ilimle irfan, dünyâ ile âhiret, hayat ile ölüm arasında da gerçekleşeceği için ortaya çıkacak huzur netîcesinde dirlik/dirilik gerçekleşecektir.

Bütün bunlardan sonra konuyu toparlamak adına şunları söyleyebiliriz. Bizim insan olarak bütün derdimiz ayrılık ve vuslat meselesidir. Allah’tan ayrılığa sebep olan gaflet, vuslatı gerçekleştirecek olan ise birlik ve buna bağlı olarak dirlik/diriliktir. Gaflet “açık gerçeği görememe” olarak anlaşıldığında, gâfil olmanın bizi Hak’tan uzaklaştırdığını, birlik ve dirliğin O'na yaklaştırdığını anlamış oluruz. Konuyu böyle anlıyorsak kelime-i tevhîd’i, kelime-i şehâdeti bu anlam ve anlama çerçevesinde düşünmek gerekmektedir. Ne zaman ki bu temel ilksel sözü sâdece lafız olarak değil mânâ olarak anlamış ve varlığımıza buna göre bir anlam katmışsak o zaman gafletten uzak birlik hâlinin huzur iklîminde yaşamaya başlamışız demektir.

Aralık 2023, sayfa no:63-64-65

Abone Ol

En son haberleri doğrudan gelen kutunuza alın. Asla spam yapmayız!

Sosyal Medya Hesapları

Mesaj Bırak