Ara

Dini Yaşamada Zayıflama!

Dini Yaşamada Zayıflama!

Dini Yaşamada Zayıflama!
Doç. Dr. Halil İbrahim Kutlay

“Allahım!.. Bize dinimizde musibet verme.”1

“Dinde Musibet” Musibetlerin En Büyüğüdür

Ümmetine duyduğu sonsuz sevgisi ve geniş rahmeti sebebiyle kıyamete kadar gelecek mü’minleri her vesileyle uyaran Rahmet Peygamberi Efendimiz (sav), bu duasıyla dinî hayatta meydana gelecek menfî değişiklere, mânevî musibetlere dikkat çekmekte, bu konuda Cenâb-ı Hakk’ın yardımını talep etmektedir.

Müslüman daima Allah’tan (cc) iyilik ve güzellik niyaz eder, hiçbir zaman musibet ve belâya talip olmaz. Ancak musibetler içinde en tehlikelisi olan ve insanın ebedî hayatını karartan mânevî musibetlere düşmemek için Rabbine yakarışta bulunur.

Dua şeklinde bu hadis bize içe dönük bir hesaplaşmayı emretmekte, dinî hayatımızı ve dinî yaşayışımızı sorgulamamızı tavsiye etmektedir. Dini yaşama ve uygulamadaki ihmalimiz ve mânevî hayattaki gafletimiz, “musibet” –yani felâket ve belâ– olarak tavsif edilmektedir bu hadis-i şerifte. Maddî musibetler ve felâketler karşısında Rabbimize iltica ettiğimiz gibi, mânevî musibetlerden korunmak için de yine O’na iltica ediyoruz bu dua ile.

Ya Rabbi!.. Bizi her çeşit belâ ve musibetlerden koru. Özellikle dinî hayatımızda meydana gelecek musibetlerden ve mânevî felaketlerden bizi koru!.. diye duâ ediyoruz.

Dinimiz kıyamete kadar ilâhî koruma ve himaye altında olduğuna göre; dinde musibet dinin kendisinde değil, dini yaşama konusunda ve inancımızı hayata yansıtma noktasında meydana gelen musibet anlamındadır. Hadisimizi nakleden alimler2, dinde musibeti gayet isabetli olarak “inanç bozukluğu, haram yeme ve ibadette tembellik gibi dinimizde eksiklik meydana getirecek musibetler” şeklinde anlamışlar, bu şekilde açıklamışlardır.

Dinî Hayatta Görülen Zayıflama Tezahürleri

Dinde musibetin hayatımıza yansıyan çok farklı şekilleri bulunmaktadır. İman, ibâdet, takvâ, ilim, şuur, cihad, ahlâk ve muamele planında dinin ölçülerinden ve güzelliklerinden uzaklaşma dinde musibetin açık örnekleridir.

İman esaslarındaki zayıflama. Dini inançlarda bulanıklık. İslâmî ölçüler yerine İslâm’a aykırı beşerî ölçülere uyma. İmanımızı gölgeleyecek, bizi şirke düşürecek sorumsuz tavırlar sergileme. Allâh’a güven ve ilahî kadere teslimiyet duygusunun zayıflaması. Ahiret inancının hayatımıza tam anlamıyla hakim olmaması…

İbâdet grafiğinde düşüklük. Farz ibadetlerin ihmali. Nafile ibadetlerin önemsenmemesi. Cemaatle namaza gereken önemin verilmemesi. Kur’ân tilâvetinin ihmali. Kur’ân’ı anlamaya ve yaşamaya yönelik çabaların zayıflaması. Peygaberimiz’in (sav) Sünnetinin gereği gibi anlaşılmaması ve önemsenmemesi.

Takvâ ve ihlas eksikliği. Günahları basite alma ve küçümseme. Helâl lokma noktasında hassasiyetin zayıflaması. Yaşlı gözlerle yapılan duâ ve zikirlerden mahrumiyet. Salih mü’minlerle beraber olma gereği duymama.

İlim adamlarının kurulu düzene, hakim unsurlara ve zalim idarecilere şirin görünme arzusuna kapılmaları. İslâmî gerçekleri açıkça anlatmamaları ya da anlatamamaları. Halk arasında bid’at ve hurafelerin yaygınlaşması. Halka yönelik ilim halkalarının azalması. İslâmî eğitim müesseselerinin desteklenmemesi ya da üvey evlat muamelesi görmesi.

Şuur: Basiret ve feraset eksikliği.. Her çeşit sapma ve taklitçiliğe karşı metanetle duracak İslâmî şahsiyetin zayıflaması.. Kimlik bunalımı. Yahudi ve Hırıstiyanları, dinsiz ve münafıkları, Allah düşmanlarını dost edinme. Onların hayat tarzına özenti duyma. Haksızlıklara ve zulme karşı tepkisiz kalma. Fitneye yardımcı ve destek olma. İslâm düşmanlarını sevindirecek davranışlar sergileme.

Cihad ruhunun zayıflaması. Allah için mücadele azminin kaybolması. İslâmî tebliğ ve davet görevinin ihmal edilmesi. İslâmı yanlış tanıyan, bilgisizliği sebebiyle İslâm’a düşman olan zavallılara İslâm’ın güzelliğini tanıtacak çalışmalara önem vermeme. Allah yolunda şehid olma arzusunun yok olması.

Ahlâk: Fedakârlık, ikramseverlik, yardımseverlik, kanaatkârlık gibi ahlâkî faziletlerin erimeye yüz tutması. Bunun yerine bencillik, açgözlülük, gurur, gösteriş ve şöhret sevgisinin hakim olması. Nefsî arzuların, şehevî zevklerin tatmininde aşırılık. Mevki ve makam hırsı, tavizkâr bir hayat yaşama, maddî doyumsuzluk. Allah rızası gözetilmeyen aşırı tenkitçilik hastalığı. Gönülleri fethedecek engin rahmet, şefkat, hoşgörü ve anlayıştan mahrumiyet. Kabalık, katı kalplilik ve anlayışsızlık.

Muamele planında, günlük hayatta dine yabancılaşma. Dini dünyadan, dünyayı dinden ayrı düşünme. Dinle dünya arasındaki dengeyi kuramama. Aile hayatı, iş hayatı, ticaret hayatı ve eğitim hayatında dejenerasyon… Faiz, fuhuş, rüşvet, haksız kazanç, kumar ve piyango oyunlarının, skandal ve yolsuzlukların yaygınlaşması.. Cahiliyet döneminin belirli özellikleri olan Allâh’a şirk koşma, beşerî sistem ve ideolojileri yüceltme, ırkçılık hastalığı, faizcilik belası ve açık-saçıklığın yaygınlaşması ve benzeri durumlar mânevî musibetlerin açık görüntüleridir.

Bütün bu tesbitleri, karamsar ve kötümser bir tablo çizmek için değil; sadece geçmişler bugün arasında bir köprü kurmak için, ya da ideal İslâmî hayatla günümüzde yaşanan hayat arasındaki farklılaşmaya temas etmek için ortaya koymaktayız. Bu tesbitler ayrıca bizim bu konuda ne kadar ihmalkâr olduğumuzu ve ne kadar büyük bir sorumluluk taşıdığımızı göstermektedir.

Yüzyıllarca Hak Yol üzerinde yürüyen Müslüman toplumun bu güzel çizgiyi terketmesi ya da terketme tehlikesi yaşaması çok acıdır. Yüzyıllar boyunca hakkı yaşayan, hakkın yayılması için var gücüyle çalışan ve bu uğurda çarpışan, insanlığa vakar ve edeb’iyle örnek olan insanların torunları; büyük emeklerle kazanılmış bu değerli birikimi kolayca ve hoyratça harcamamalı, ellerinde dünya-ahiret saadetinin reçetesi varken sosyal buhranlara ve kişilik bunalımlarına düşmemelidirler.

Hidayete erdikten, doğru yolu bulduktan sonra sapıklığa ve yamukluğa düşmek mânevî musibetlerin en büyüklerindendir. Kur’ân-ı Kerîm bize bu konuda şöyle bir dua telkin etmektedir: “Ey Rabbimiz!.. Bizi hidayete erdirdikten sonra kalplerimizi eğriltme. Sen’in katından bize rahmet bağışla. Şüphesiz Sen sonsuz bağışta bulunansın.” (Âl-i İmrân, 8.)

Nesiller Arası Değişim

“En hayırlı ümmet” vasfının ilk muhatapları olan Sahabe-i Kiram’ın İslâm’ı yaşama hususundaki hassasiyetleri, günahlardan sakınma konusundaki titizlikleri bilinmektedir. Ancak sahabe neslinden sonra zamanla bu hassasiyet gereği gibi korunamayacak, Rasûlullah’ın (sav) değerli talebeleri olan Sahabe nesli ile bir sonraki Tabiîn nesli arasında bile bariz farklılık meydana gelecektir. Nurdan istifade edenler arasında anlayış farklılığı yaşanacaktır. Bu farklılığı Enes b. Malik (ra) şöyle açıklayacaktır: “Siz, öyle işler yapıyorsunuz ki, sizin gözünüzde bunlar kıldan daha basittir. Ama biz bunları Peygamberimiz (sav) zamanında insanı helâk edici şeylerden –büyük günahlardan– sayıyorduk.”3

İlk yüzyılda bu kadar değişiklik meydana gelirse, elbette asırlar sonrasında çok daha farklı değişiklikler meydana gelecektir. Bu değişim, insanlığın dünya ve ahiretine yararlı olumlu yönde bir değişim olduğu takdirde elbette takdirle karşılanacaktır. Buna karşılık dinde musibet olarak nitelenebilecek şekilde karakter ve kişilik bazında olumsuz bir değişim meydana getirdiği takdirde; bu değişim ana İslâmî çizgiden ayrılma sebebiyle iman ehli tarafından hoş karşılanmayacaktır.

Günümüzde yaşayan nesiller arasındaki farklılık gayet açık bir şekilde görülmektedir. İnanç, ibâdet, ahlâk anlayışı açısından; kültür ve medeniyet değerlendirmesi yönünden torun dedesine, kız anneannesine yabancı ise, dede-oğul-torun arasında kapanması çok zor büyük bir mânevî uçurum meydana gelmişse, bunun adı değişim değil, nesiller arası kırılma ve yabancılaşmadır. Bu kısaca şahsiyet eksikliği ve kimlik bunalımıdır.

İnsanlığın sürekli değişim yaşadığı sosyolojik bir gerçektir. Bu sebeple özellikle gençliğin eğitimiyle meşgul olanlar bu değişimi dikkate almak zorundadırlar. Üslûp, metot, sunuş ve vitrin konusunda değişime ayak uydurmak gerekmektedir.

Hatta bu konuda Hz. Ömer’e (ra) nisbet edilen güzel bir söz vardır: “Gençleri serbest bırakın. Çünkü onlar sizin zamanınızdan başka bir zaman için varedildiler.”4

Ama yeni nesildeki bu değişim, temel inanç ve ahlâk esaslarında meydana gelen bir değişim olmamalı, kökte ve özde bir değişim yaşanmamalıdır. Ana gaye ve prensipler değişmemeli, adalet, hürriyet, şefkat, hoşgörü, karşılıklı sevgi ve saygı gibi evrensel fıtrî ölçüler bozulmamalıdır.

Göz göre göre taze, körpe, masum neslimizi ateistlerin, misyonerlerin, satanistlerin, sabataistlerin ve uyuşturucu tacirlerinin ağına yem olarak teslim edemeyiz. Bilakis gençliğe kucak açmak, onları bağrımıza basmak, genç nesle her yönden kucak açmak, onları bağrımıza basmak, genç nesle her yönden destek olmak zorundayız. Biricik evladımız, fidan gibi gençlerimiz, genç kızlarımız gözümüzün önünde çevrenin, arkadaşın ve medyanın kurbanı olurken ilgisiz kalamayız. Çünkü biz huzur ve saadet elçileriyiz. Rahmet Peygamberi’nin ümmetiyiz. Bütün insanlığı rahmet ve şefkatle kucaklamalıyız.

Dinde ve taatte sebat etmek, yılmadan aynı ulvî gaye için çalışmak mü’minin en önemli özelliklerinden biridir. Kalpler Cenâb-ı Hakk’ın tasarrufu altında olduğuna göre; kalbimizin yamulmaması, eğrilmemesi, dinde ve kullukta sebat etmesi için Cenâb-ı Hakk’a yalvarıp yakaracağız. Bu sebeple Efendimiz (sav) gibi daima: “Ey kalpleri değiştiren Allah!. Kalbimi dinin üzerinde sebatkâr eyle.”5 diye dua edeceğiz.

Rızık endişesi, makam hırsı ve şöhret arzusu gibi basit dünya çıkarları sebebiyle dinini, inancını, fikrini ve düşüncesini satmak, önemsiz bazı menfaatler elde etmek için İslâmî kişilikten ve gerçek Müslüman kimliğinden vazgeçmek dinî musibetlerin en büyüklerindendir. Sorumsuzca söylenen sözler ve isabetsiz davranışlarla kolayca iman gömleğini çıkarmak, fitne döneminin en belirgin özelliklerinden biridir:

“Karanlık gece parçaları gibi fitneler gelmeden önce amellere koşun. O zaman kişi mü’min olarak sabahlar, kâfir olarak akşamlar. Mü’min olarak akşamlar, kâfir olarak sabahlar. Basit dünya çıkarı karşılığında dinini satar.”6

Hadisin son cümlesini bir defa daha tekrar edelim: “Kişi, basit dünya çıkarı karşılığında dinini satar.” Bu nebevî uyarı, her Müslümanın kulağına küpe olmalıdır. Bu mecazî ifade, din gibi en kutsal değeri dünyalıklara değişmenin her çeşidini yasaklamakta, dinî açıdan en geçerli bir izin bulunmadan maddî çıkarlar uğruna din adına verilecek tavizlerin veya fetva müessesesinin özüne ve ruhuna aykırı olan sözde(!) fetvaların dini satma anlamına geleceğine işaret etmektedir. Dinde tavizkârlık ise, mânevî musibetlerin belki de en acı, en üzücü ve en korkunç olanıdır.

Kökten Kopmamak

Eskimez ana ilkelerde ve temel prensiplerde meydana gelen değişim çürümedir, dejenerasyondur, yabancılaşmadır. Bu çeşit değişim, kökten kopmak, kurumaya yüz tutmak demektir. Kökten kopmak asıl çizgide hedefsizliğe ve gayesizliğe sürüklenmektir.

Muhammed İkbal, “Bir yaprak daldan koparsa çürür ve bahardan ümidi kesilir. Fert yalnız başına hedefi bulamaz. O hedefsizliğe eğilim gösterir. Cemaat onu disipline bağlar.” Sözüyle Müslümanı bir ağaç yaprağına benzetmektedir.

Kökten gıdasını alan ağaç yaprağı, yemyeşil ve canlı kalmaya devam edecek, ağaca güzellik verecektir. Daldan kopan, kökle irtibatını kaybeden yaprak ise ağacın altına düşecek, bir müddet sonra kuruyacak, değerini kaybedecek ve çöpçü tarafından süpürülecektir.

Kök, İslâm cemaatidir. Kök, İslâm toplumudur. Kök, Kur’ân ve Sünnet’in eskimez ölçüleridir. Bu kökten kopanlar tarih boyunca önce yalnızlığa mahkûm olmuşlar, sonra da cisimleri gibi isimleri de silinip gitmiştir.

Yeni doğan her günle birlikte yepyeni bir imtihan sayfası açıldığına göre, mü’min bu imtihanı başarıyla vermek için gayret etmelidir. Gelişen olaylar karşısında imanın sesine kulak verme yerine, kendini günlük olayların akışına veya sapık akımlara kaptıranlar selin üzerindeki çerçöp gibi sürüklenip gideceklerdir.

Hangi sebeple olursa olsun özel düşünce ve anlayışlar geliştirerek İslâm cemaatinden kopmak, İslâm toplumundan uzak hayat yaşamak tasvip edilecek bir durum değildir. Mânevî hayatımızda hastalıklarımız varsa, hep birlikte şifa bulmak için çalışmalı; bu çeşit hastalıklarımız yoksa manen hasta olan kardeşlerimize acil yardımda bulunmak için seferber olmak zorundayız.

Dinî anlayışımız, dinî yaşayışımız ve dinî ölçülerimiz –itiraf edelim ki– günden güne gerçekten bariz bir şekilde zayıflamakta, şerre ve zulme karşı geçmişteki metanet, dirayet ve salâbetimizi kaybetmekteyiz. Her gün taze kan almamız gerekirken kan kaybediyoruz. İslâmî müesseseler, vakıflar, kurslar ve okulların geleceğini –Allâh’ın izniyle– yeniden inşa etmek yerine; iman kardeşlerimizle dalaşır, birbirimize düşer, birbirimizi acı bir şekilde yaralarsak, gittikçe gücümüzü ve kuvvetimizi yitirir, düşmanlara maskara oluruz.

Geleceğe güvenle bakabilmek için, kişileri ve olayları değerlendirirken imanî basiretimizi ve ferasetimizi kullanmalıyız. Hiçbir zaman fitneye alet olmamalı, fitneye kapılmamalı, fitneyi körüklememeliyiz. Fitneciler bizi kullanmamalı, sırtımıza binememelidirler. Hz. Ali’nin (ra); “Fitne zamanunda, sütü sağılmayan, sırtına binilmeyen deve yavrusu gibi ol.”7 tavsiyesini unutmamalıyız.

Daha ne çeşit musibet bekliyoruz? İslam ümmeti akan kanlar ve kurban edilen canlar karşısında aciz ve çaresiz değil mi? Yoksul, mazlum, çareszi çilekeş ve cefakâr Müslüman kardeşlerimize ne kadar ilgi gösterebiliyoruz? Malımızı ve canımızı Allah yoluna adayabiliyor muyuz? Allah yolunda ne kadar infakta bulunuyoruz? Cihadı, şehitliği, cephedeki mücahidleri hiç düşünüyor muyuz?

Yaptığımız ibadetten, okuduğumuz Kur’ân’dan ne kadar haz alabiliyoruz? Günde Rabbimize ayırdığımız kaç dakikamız var? Dualarımızıyaşlı gözlerle ıslatabiliyor muyuz? Aile hayatımızı ve iş hayatımızı inancımıza paralel ahlakî ve mânevî güzelliklerle süsleyebiliyor muyuz? Hiç mânevî muhasebe yapıyor muyuz?

Allah aşkına söyleyin… Hiç ölümü, ölümden sonrasını, kabri, mahşeri, hesabı, Cennet ve Cehennemi, ahiret sahnelerini düşünüyor musunuz? Yoksa hiç ölmeyeceğinizi mi sanıyorsunuz?

Dipnotlar:
1 Tirmizî, Deavât 80, 5/528 Hadis No: 3502; Hadisimiz, Hâkim ve Zehebî’ye göre Buharî’nin şartlarına uygun sahih hadistir. Hadis kaynakları ve derecesi hakkında ilgi için “Önce Allah Korkusu” başlıklı makaleye bakılabilir. (Yenidünya Dergisi, sayı 73, Kasım 1999)
2 Aliyyü’l-Karî, Mirkatü’l-Mefatîh: 3/154; Münavî, Feyzu’l-Kadîr: 2/132; İbn Allân, Delilü’l-Falihîn: 5/308
3 Buharî: Rikak 32
4 Mustafa Tahhan, Müslüman Gençliğin El Kitabı, Risale Yayınları, İstanbul, 1996, s. 45. (Hz. Ömer’in sözünün orijinal ifadesi: De’ûhum. Fe-innehum vücidû li-zemanin gayri zemanikum.)
5 Tirmizî: Kader 7; İbi Mâce: Mukaddime 13; Ahmed b. Hanbel: Müsned: 2/4
6 Müslim: İman 186; Tirmizî: Fiten 30; İbn Mâce: İkame 78; Ahmed b. Hanbel, Müsned: 2/304
7 Kevserî, et-Tahrîru’l-Vecîz, thk. Abdulfettah Ebu Gudde: s.80

Ağustos 2019, sayfa no: 24-25-26-2728-29

Abone Ol

En son haberleri doğrudan gelen kutunuza alın. Asla spam yapmayız!

Sosyal Medya Hesapları

Mesaj Bırak