Ara

“Dînî Eğitimi Sevgi İle Değil Korku Yoluyla İnşâ Etmek, Temeli Bozuk Atılmış Bir Binâya Benzer”

“Dînî Eğitimi Sevgi İle Değil Korku Yoluyla İnşâ Etmek, Temeli Bozuk Atılmış Bir Binâya Benzer”

Klinik Psikolog Elif Özçelik Hocamız ile ebeveynlerin çocuklara karşı davranışları konulu röportajımızı gerçekleştirdik. Kıymetli Hocamıza teşekkür eder, sizlere iyi okumalar dilerim...

Röportaj: Muhammed Ali Baydı

Kısaca kendinizden bahseder misiniz?

Sabahattin Zaim Üniversitesi Psikolojik Danışmanlık ve Rehberlik bölümü 2018 mezunuyum. Şu an Gelişim Üniversitesi'nde klinik psikoloji alanında yüksek lisans yapıyorum. Genellikle çocuklar ve ergenler ile çalışıyorum. Hattâ ergenlerden ziyâde, ebeveynlerle entegreli şekilde çocuklar ile çalışıyorum. 

Anne babanın hayâl edip de yaşayamadığı hayat standartlarını çocuklarının yaşaması için harcadıkları çabanın çocuk üzerindeki etkileri neler olabilir?

Maalesef bu durum âilelerin birçoğunda özellikle de şimdiki ebeveynlerde çok fazla görülüyor. Aslında çocuklardaki psikolojik problemlerin temel kaynaklarından biri de bu düşüncedir. Bu şekilde yetişen çocuklar tatminsiz oluyor, hiçbir şeyden mutlu olmuyorlar. Hep alan taraf oluyorlar ve hayır yanıtını, sınır kavramını pek bilmiyorlar. Çünkü ne söylenirse alınıyor, her istedikleri yapılıyor. Aslında ebeveynler bunları çocuklarına kötülük olsun diye yapmıyor. Ben zamânında görmedim, bunun ezikliğini, burukluğunu yaşadım ama çocuğum bunları yaşamasın, özgüven sahibi olsun, kendine güvenen bir birey olsun diye bunu gerçekleştiriyorlar ama tam tersi oluyor. Çocuğun her istediği gerçekleşince özgüven sahibi olmuyor aslında özgüveni baltalanıyor. Anne şunu istiyorum, baba bunu al diyerek habire alan birey olan çocuk çekirdek âileden dışarı çıkınca yâni gerçek hayatla tanıştığında aynı şekilde bir muameleyle karşılaşmıyor ve bocalıyor. Meselâ okulda oyun problemleri yaşıyor. Öğretmen diyor ki bu ödevi yap, şunu yaz. Fakat çocuk ona bir şey söylenmesine ya da o sınırlı süre içerisinde birinin ona söylediğini yapmaya alışık değil. Çocuk genelde her istediğini yapma eğilimindedir. Böyle olunca çocukta sorumluluk bilinci de oluşmuyor. Bu sınırı olmayan çocuklar okula uyum problemini de gerçekten çok fazla yaşıyorlar. Anneden ayrılma ile ilgili problem yaşıyorlar, öğretmenle çok fazla çatışma yaşıyorlar, derse adapte olamıyorlar. Veya okulun kuralları var. Ders bittikten sonra eve gideceksin. Belli bir saate kadar da burada kalacaksın ama çocukta o sınır kavramı gelişmemiş ve orada kalmak ona çok zor geliyor. Aslında hepsi sınır problemiyle bağlantılı. Sınır probleminin altında yatan sebep de ben yaşayamadım çocuğum yaşasın düşüncesi. Çocuk arkadaşlarıyla da problem yaşıyor. Anne babası evde çocuk ne istiyorsa onu oynuyor veya onun kazanmasına izin veriyor. Dışarı dünyada bu sefer çocuk arkadaşlarıyla iletişim kurmakta zorlanıyor. Hayır ben bunu oynamayacağım, ama diğer çocuklar bunu kabul etmiyor, onu dışlıyor ve farklı oyun oynuyorlar. Sonra iki şey ortaya çıkıyor: Öfke ve sınırsızlık. Arkadaşlarına vurma, arkadaşlarıyla kavga ya da içe kapanma. Asosyal bir çocuk oluyor. Diğer problem ise sınırsızlıklarla ilgili çünkü çocuk her seferinde almaya alışıyor ve her defasında bir kademe arttırıyor. Bu sefer âile "ne oluyoruz?" diyor. Hayır demeye başlıyor. Ama çocuk hayır kelimesine alışık değil, ne olduğunu bilmiyor. Bu sefer de çocuk "ne oluyor?" diyor hayır kelimesini duyunca.

Aslında başta koyması gereken tavrı âile sonra koyuyor, bu sefer çocuk bocalama yaşıyor.

Aynen öyle. Çocuk hayır kelimesini duyunca öfke nöbetleri, ağlama krizleri geçiriyor. Ebeveyn de geliyor diyor ki hocam bu çocuk çok öfkeli. Çocuk her defasında ağlıyor ama altında yatan nedir? Sınır problemi. Bu sefer de çocuk ebeveynlerle çatışma haline giriyor. Çünkü kural koyan taraf ebeveyn olmalıyken burada kural koyan taraf çocuk olmuş oluyor. Ebeveyn iletişimi dengelemeye çalışınca çocuk diyor ki ne oluyor, siz beni böyle alıştırmadınız. Ve öfke problemleri başlıyor. Ebeveynler sınırı kötü bir şeymiş gibi algılıyor, çocuğuma sınır koyarsam pısırık olur, özgüven sahibi olmaz, kendini ifâde edemez korkusu oluyor. Aslında âile sağlıklı ve tutarlı sınırlar koyarsa çocuk kendini güvende hissediyor. Şöyle bir örnek verebiliriz: Herhangi ebeveyn çocuğunu duvarları olmayan bir okula gönderir mi? Göndermez. Neden? Herkes girer herkes müdahale eder, belki çocuğu kaçırırlar. Duvarlar bir sınır gibi görünüyor ama aslında içeridekileri güvende tutuyor. Veya bir ülkede kendimizi nasıl güvende hissederiz? Kanunlarla. Bir ülkede kanun olmazsa başıma bir şey gelecek korkusuyla yaşarız. Kanunlar bizi kısıtlıyor gibi duruyor ama aslında bizi koruyorlar. Ebeveynler, çocuğu sınırlarsak kısıtlarız diye düşünüyor. Hayır, sınır çocuğu güvende tutar ve çocuk her şeyde sınırlarını anne baba sâyesinde öğrenecek. Çocuğa neyi alması, neyi almaması gerektiğini, nerede durması gerektiğini söylemek çocukta özgüven bilincini oluşturur ve çocuğun karar verme mekanizması gelişir.

Âileler çocuğun istekleri ve ihtiyaçları üzerindeki dengeyi nasıl kurmalılar?

Doğan Cüceloğlu Hoca, Geliştiren Anne Baba kitabında istek ve ihtiyaçları çok güzel anlatmış. Diyor ki çocuğu kendi ayakları üzerinde durabilen ve yaşamla dans edebilen biri olarak yetiştirebilmek için onun istekleri ile ihtiyaçlarını ayırt etmek gerekiyor. Sevgi onun ihtiyacıdır ama telefonu onun isteğidir. Sevgi vermeyi dikkatle takip edin çünkü o ihtiyaç karşılanmazsa çocuk sağlıklı büyüyemez. Ama istek karşılanması birçok koşullara bağlı ve en önemlisi, bu isteği yerine geldiği zaman bunun çocuğun gelişimine nasıl bir katkıda bulunacağının bilinmesidir. İhtiyaçları karşılanmış ama istekleri dikkatle değerlendirilen çocuk, sorumlu kalmayı, sınırları bağımsız ama işbirliği içinde olmayı öğrenir. Eğer ruhsal olarak sağlıklı çocuk yetiştirmek istiyorsak onun sevme, sevilme ve öz saygı ihtiyaçlarını karşılamamız gerekiyor. İsteklerini değil bakın. İstek ne? Oyuncak, telefon, tablet.. Çocukları hep maddî yollarla mutlu etmeye çalıştığımız için doyum noktası olmuyor. Anne ve babalar çalışıyor ve çocukla fazla vakit geçiremedikleri için o açığı maddî anlamda kapamak istiyorlar. Ben anne ve babalara saatlerce oyun oynayın demiyorum. Temel ihtiyaçlarını, sevgi ihtiyacını, temas ihtiyacını, ilgi ihtiyacını, o takdir edilme ihtiyacını karşılayın. İşten geldikten sonra 20 dakika bile çocukla oynamak gerçekten çocuğa yetecektir. Ama 20 dakika telefonla oynayarak veya televizyon karşısında olarak değil. Gerçekten de çocuk desin ki annem babam benimle ilgileniyor. Şimdi ve burada mantığı vardır ya bedenen ve rûhen orada olmak, işte bu şekilde. Gelen âilelere şu soruları özellikle soruyorum: Çocuğun sevgi ihtiyacını temas ihtiyacını, oyun ihtiyacını ne kadar karşılıyorsunuz? İkincisi, çocuk ekrana ne kadar mâruz kalıyor? Mutsuzluk ve doyumsuzluğun temel sebepleri bu iki şey. 

Çocukların teknoloji ve sosyal medya kullanımı nasıl olmalıdır?

Çocuklar teknolojinin göbeğinde doğdular. Gözünü açıyor, annenin babanın elinde telefon, tablet. Bundan dolayı çocukları teknolojiden tamamıyla koparmak imkansızdır. Kontrollü etkileşimlerini sağlamamız gerekiyor. Öncelikle, çocuk 2 yaşına kadar kesinlikle telefon, tablet, televizyondan uzak durmalı. Şu an danışanların çoğu konuşma, dikkat ve öfke problemlerinden dolayı geliyorlar. Bunların aslında sebebi biraz da pandemi. Pandemide çocuklar evden çıkamadı, kimseyle bir iletişim içerisinde bulunamadı. Aileler ne yaptı? Belli bir yere kadar onlarla beraber vakit geçirebildi. Sonrasında çocuklar ister istemez bu telefona, tablete yöneldi. Sonrasında ise dikkat problemleri ortaya çıkmaya başladı. Çünkü sosyal medyada hızlı ve en kısa sürede nasıl ilgilerini çekebiliriz şeklinde içerik üretiliyor. Çocuk da o hızlı akışa alışıyor ve artık oyun oynamak, anne baba ile vakit geçirmek sıkıcı geliyor. Normal hayat sıkıcı geliyor. Çünkü internette her şey çok hızlı, çok renkli, çok canlı, çok dikkat çekici. Çocuğun dikkati kısalıyor, daralıyor ve bu alışkanlıktan sonra çocuk okula başlıyor. O saniyeler içerisinde olan akıştan sonra 45 dakika çocuk o dersi nasıl dinleyecek? Okula gitmek, öğretmeni dinlemek, o sırada oturmak onlara işkence gibi geliyor. Akranlarıyla iletişim kurmak ona sıkıcı geliyor. Çocuğun dil gelişiminin oluşabilmesi için yüz yüze bakıyor olması gerekir. Çocuğun harflerin, kelimelerin çıkış noktalarına dikkat etmesi gerekir. Ama çocuk artık bir yere odaklanamıyor. Annesi konuşurken sağa sola bakıyor, yerinde sallanıp duruyor. Bu sefer de çocukta konuşma geriliği ortaya çıkıyor, bu günümüzde en çok görülen problemlerden biri. Çocuklarda çok fazla otizm belirtileri ortaya çıktı. Dikkat eksikliği, hiperaktivite, öfke kontrol bozuklukları çok arttı. Çocuklar kavgalı, gürültülü oyun videoları izleye izleye öfke, şiddet vakaları artıyor. Arkadaşlarıyla problem yaşayıp çok fazla kavga ediyorlar. Bu çocuklara "ne yaparsın, evde ne izlersin?" diye sorunca cevap şiddet içerikli oyunlar oluyor. Huggy Wuggy gibi karakterin çok korkunç tasarlandığı bir oyunu oynayan çocuk geliyor diyor ki o karakter gelip beni yiyecek, çok korkunç. Uyuyamıyor, korkuyor. Çocuklarda bu sefer kaygı, korku eğilimleri başlıyor. Şiddet oyunlarından ise öfkeler başlıyor. Anaokulu ve ilkokul seviyelerindeki en çok gelen problemler sırf maruz kaldıkları video oyunlarından dolayı. İşte teknoloji. Âile diyor ki aman ben işimi halledeyim çocuk da orada oyalansın, hayır öyle olmuyor. Çocuk orada ne izliyor, ne oynuyor? Özellikle youtube algoritması, araştıranlar bilir, tamamıyla çocukları öfkeye, şiddete teşvik edip cinsiyetsizleştirmeye çalışıyor. Bundan dolayı âile çocuğu denetlemeli, ne izliyor bakmalı. Youtube kids falan var artık oralar da hiç güvenli değil. Ebeveyn süre sınırı koyacak. İki yaşına kadar ekran yok. İki yaşından sonra da, akılda kalması için 'yaş x10' diye söylüyoruz, 4 yaşındaysa 4x10=40 dakika maksimum. Ailenin de ne oynadığını ne izlediğini kontrol etmesi gerekiyor. Yâni günümüzde ebeveynlik kolaylaştı gibi ama tam tersi, gerçekten de çok zorlaştı. Çünkü her gelen uyaranı takip etmeleri gerekiyor. 

Ama okul, âile bireylerinin kontrolünde olmayan bir alan, orada âileler çocuklarını nasıl koruyacaklar?

Çocuğa 'bugün okulda ne yaptın' diye sorarsan çocuk hiçbir şey anlatmaz. Biraz daha duygulara yönelik sorular sormanız gerekiyor. Meselâ bugün seni sinirlendiren veya seni heyecanlandıran, mutlu eden bir şeyler oldu mu gibi sorular sorulmalıdır, zâten çocuk hemen anlatmaya başlayacak. Peki ya duygularını açmıyorsa? Aile ona yol göstersin anne eğer çalışan bir anneyse iş yerinde böyle bir şey söylediler bu gerçekten beni çok üzdü veya işimi yaparken böyle bir aksilik oldu, beni çok sinirlendirdi gibi cümleler kullanıp yol göstersin veya anne ev hanımıysa yemeği yapıyordum bir baktım yemek taşmış ocak batmış, ben onu görünce bir heyecanlandım gibi. Birazcık daha duygularını ifâde etmeye yönelik sohbet olacak. Bazen âile, "konuşuyoruz bizi geçiştiriyor" diyor. Bu durumdan kurtulmanın en iyi yolu uyku öncesidir. Tam uyku öncesi çocuklar dökülür. Yatağa erken gidilecek, bir kitap okunabilir veya çocuk seviyorsa anne-baba-çocuk sohbet saati olabilir. Hadi gel bugün neler yaptık birazcık bunlardan konuşalım. Böylelikle okulda, çevresinde ne olduğu öğrenilmiş olur. Bir diğer nokta, anne baba çocuğa sınır koyup bunlar zararlı deyip kendileri kafasını telefondan, tabletten kaldırmıyorsa, çocuk bu sefer hani zararlıydı demeye başlar. Ben büyüğüm ben yapabilirim gibi cevapları çocuklar kabul etmez. Söylediğinizle yaptığınız davranışlar çelişmeyecek. Çünkü çocuklar söze nasihate değil davranışlara bakar. 

Annenin ve babanın çocuğun karakter oluşumundaki etkisi nedir?

Bireyin kişilik özellikleri ve bilişsel özellikleri yedi yaşına kadar büyük oranda tamamlanmış olur. Yâni bir çocuğa kazandırılacak ne varsa erken çocukluk olarak tanımlanan 0-6 yaşlarda değerlendirilmeli. Çocuğun karakteri âilesi ile olan ilişkisi, âilesinden öğrendiği kişilik özellikleriyle oluşur. Ve bu ilk, çocuk annenin rahmine düştüğü anda başlar. Anne ruhsal olarak ne kadar rahatsa bu çocuğun karakterine yansıyor. Anne ne kadar kaygılı, endişeli veya üzgün bir hamilelik geçirdiyse bu da çocuğun karakterine yansıyor. Bazen anneler kızabiliyor hep annelerden mi kaynaklı sorunlar diye, tabii ki babaların da suçları var. Ama şöyle, ilk bağ anne ile kuruluyor, ilk annesinin sesini duyuyor. Annenin kalp atışlarını hissediyor. Doğum sonrası ilk 18 ay da gerçekten çocuğun karakterini etkileyen dönemlerden biridir. Çocuk bu ben-merkezli dönemde ihtiyacı hemen karşılansın istiyor. Acıkınca hemen karnım doyurulsun, altına yaptıysa hemen altım değiştirilsin, ağlıyorsa hemen annem gelsin bana sarılsın istiyor. Sonrasında ise fiziksel ihtiyaçların yanı sıra duygusal ihtiyaçların da doyurulması gerekiyor. Annenin temas etmesi, kucağına alması, onunla konuşması, okşayıp göz teması kurması gerekir. Eğer çocuk doğduktan sonra anne hiçbir şekilde onunla iletişim kurmuyorsa, sadece karnını doyurmak için kucağına alıyorsa bu çocuklarda bazı psikolojik problemlere neden olabiliyor. Anne çocuğun hem fiziksel hem duygusal ihtiyaçlarını karşılıyorsa ama tutarlı bir şekilde karşılıyorsa çocukta önce anneye sonra kendisine güven duygusu oluşuyor. Eğer tutarsız davranışlarda bulunuyorsa, bugün sarılıp öpüyor, seviyor, ertesi gün göz teması bile kurmuyor öfkeliyse, kaygılıysa ne oluyor? Çocuğun en çok güvenmesi gereken kişi annesiyken bu güven bağı kurulmuyor. İlk başlarda güven bağı kurulmadığında ileride kendine güvenle ilgili sıkıntılar başlıyor. Bir sonraki dönem çocukluk dönemidir. Bu dönemde çocuk annesini, babasını, toplumu, çevreyi taklit ederek öğrenmeye başlıyor. Anne-baba bir davranışı yapıyorsa çocuk da mutlaka o davranışı yapıyor. Çocuğun zihnini boş bir film kaseti olarak düşünelim. Annesinin babasının, çevresinin yaptığı davranışları, okulda öğretmenin, arkadaşlarının davranışlarını kasete almaya başlıyor. Kaseti dolduruyor, her şeyi izliyor, inceliyor. Gerçekten çok iyi gözlemcilerdir. Ebeveynin farkında olmadığı davranışları bile kasete alıyor, kaset dolduktan sonra o davranışları uygulamaya sokuyor. Eğer ebeveyn çok yalan söylüyorsa o davranışı çocukta da görüyoruz. Meselâ baba sinirlendi elindeki cismi fırlattı, ebeveyn geliyor hocam elindeki her şeyi fırlatıyor e bu çocuk nereden öğrendi bunu? Bu kaseti kimden doldurdu? Anne ve babadan. Yâni karakter için ilk önce anne babanın kendi davranışlarını, çocuğun çevresini gözden geçirmeleri gerekiyor. Çocuk hamur gibidir onu şekillendiren ebeveyn, okulu, çevresidir. Sağlam karakterli çocuk yetiştirmek istiyorsak temeli sağlam âileler olmak zorundayız. 

Dînî eğitim hangi yaşta verilmeli ve nelere dikkat edilmelidir?

Ebeveynlerin yanlış yol izledikleri bir önemli konu da dînî eğitim süreci. Dinsizleşme, ateizm, deizmin popüler olması aslında çocuklukta doğru verilemeyen dînî eğitimden kaynaklanıyor. Çocuk bu alanda iyi bir eğitim alsa bile sürdürülebilirliği de âileye bağlıdır. Çünkü beyin sürekliliği olmayan bilgileri arka plana atar. Dînî eğitimde en önemli konulardan biri de şu, bilgilerin çocuklara baskı ve zorla verilmemesi gerekiyor. Ebeveyn Allah’ı, peygamberi bilsin istiyor. Bunları iyi niyetli yapıyor, ama bunun dozu kaçınca çocukta kaygılar, korkular, geri çekilmeler başlıyor. Çocukların bilişsel gelişimi vardır. Soyut işlem, somut işlem dönemi gibi. Sekiz yaşa kadar çocuklar soyut şeyleri algılayamazlar beyinlerinde o kısım tam gelişmemiştir. Allah, melek, cennet, cehennem bunları çocuk algılayamıyor. Hani ben göremiyorum diyor. Meselâ bir âile diyorsa "böyle yapma bak günah sonra Allah seni yakar. Sen böyle yaptın ve seni kimsenin görmediğini sanıyorsun ama Allah seni görüyor. Allah seni her yerde izliyor." Çocuk diyor ki, Allah kim? Nasıl bir şey? Küçük bir çocuğun bu kavramları algılayabilmesi çok zor. Ve çocuk zihninde şöyle somutlaştırıyor: Bir çift göz var her yerde beni izliyor, takip ediyor. Ve Allâh'ı sevmemeye, Allah'tan korkmaya başlıyor. Bilgisayara kapasitesinden fazla veri yüklerseniz kaldırmaz, çöker. Bu durum da aynı böyle aslında. Soyut kavramlar gelişmeden Allah, cennet, cehennem gibi kavramları çocuğa anlatmaya çalışıyoruz ama anlamıyor ve korkup dinden uzaklaşmaya başlıyor ve bunu biz aşılamış oluyoruz. Bir hadîs-i şerifte Peygamber Efendimiz (sav) şöyle buyuruyor:

"İnsanlara anlayabilecekleri şeyler söyleyiniz. Siz Allah ve Resûlü'nün yalanlanmasını ister misiniz?" 

Çocuğun anlayabileceği, algılayabileceği şekilde anlatmak gerekiyor. Özellikle 8 yaşa kadar soyut kavramları çocuk merak edip sormuyorsa fazla detaya girip anlatmamak, kısa, özet bilgiler vermek gerekir. Eğer hâlâ sorguluyorsa soruya soruyla cevap vermek gerekir: Sence niçin olabilir? Bırakın kendi anladığı, kafasında canlandırdığı şeyleri anlatıp bilinç oturtmaya çalışsın. 8 yaşına kadar dîni sevdirecek konuların anlatılması gerekiyor. Bu anlatımları yapan, çocukların yaşlarına uygun pedagojik süreçten geçmiş çok güzel kitaplar var Peygamberleri anlatan, Allâh'ı anlatan. Onlarla ilk önce çocuklara dîni sevdireceğiz. Çocuk 8 yaştan sonra biraz daha soyut kavramları anlamaya başlıyor, tabii tam olarak oluşumu 11 yaşa kadar sürer. O zaman çocuk gerçekten de Allah’ı, sevabı, günahı anlamlandırabiliyor. 3-6 yaşları biraz daha dîni sevdirme ile ilgili, sekiz yaş sonrasında biraz daha ibâdetlere yönelik faaliyetlere, eğitimlere girilebilir. Dînî eğitimi sevgi ile değil korku yoluyla inşâ etmek, temeli bozuk atılmış bir binâya benzer. Elbet bir gün yıkılmaya mahkûmdur. Malzemeleri doğru bir şekilde ve doğru bir alanda kullanarak binâyı güçlü kılabiliriz.

Ağustos 2023, sayfa no: 34-35-36-37-38

Abone Ol

En son haberleri doğrudan gelen kutunuza alın. Asla spam yapmayız!

Sosyal Medya Hesapları

Mesaj Bırak