Ara

Din Karşıtlarının Müfredâtı Ne? / Hüseyin Akın

Din Karşıtlarının Müfredâtı Ne? / Hüseyin Akın

Önce şunu bir kenara yazalım: Dünyâda hayat görüşü hâline gelen her düşünce bir bağlanış, her bağlanış da bir dîndir. İlâhî direktif ve hükümleri dünyevî önceliklerle değiştiren kişi bunu seslendirmese de kendine muvâfık ve de mutâbık bir yol seçmiş demektir. Eğitim ve öğretim’in (Talim ve terbiye) aslî gāyesi insanın nefsi ile rûhu arasındaki dengeyi tesis etmektir. Sözgelimi insan fıtratından yalıtılmış biçimde tek başına bırakıldığında bencildir, cimridir, nankördür, zâfiyet içerisindedir. Şahsiyete dâir bu virüsleri ortadan kaldırmanın yolu ona uygun bir anti-virüs programı uygulamaktır. Bu tedâvi süreci bir tür müfredattır. Terbiye usûllerini göz ardı etmeden uygulandığı takdirde her insan fıtrî olana avdet eder. Paylaşımcılık ve diğerkâmlık gibi hasletler ancak karşıt bir müfredatla kişi üzerindeki anlamını ve hükmünü yitirir. Meselesi olmayanın müfredâtı da yoktur. Gidecek hedefi olmayanın yolu yordamı olmadığı gibi meselesiz kişinin dışarıdan metazori devşirdiği usûl ve yöntemler de başına dert almaktan öteye gitmez.

Çocuklarımız ve de gençlerimiz geçmiş zamanlara göre bugün daha bir eğitilmez veya zor eğitilir durumdadır. Eğitilmezliğe sebep eğer eğiten kişilerin öğrenci karşısındaki zayıflığı ve çâresizliği değilse, değiştirilmesi gereken durumun yerine yerleştirilecek durum karşısındaki direnci ve mukāvemeti ile ilgilidir. Yāni öğrencide olumlu davranış değişikliği inşâ edebilmek noktasında, eskiyi ortadan kaldırmanın zorluğunu daha çok hesâba katmamız gerekiyor. Kendi karnını doyurmanın değeri aç bir insanı doyurmanın önüne geçmiş ve bu tavır kemikleşmişse -eğitime dâir ne kadar parlak tezleriniz olursa olsun- bu malzemeyi sosyal felâketlere dayanıklı biçimde binâ edemezsiniz. Zihin arâzisine oturttuğunuzu sandığınız her binâ ufacık bir sarsıntıya dayanamayıp yıkılacaktır. Çünkü enkāzın üzerine bir şey ikāme etmeye kalkıyorsunuz. Oysa önce enkāzı kaldırmanız gerekiyor.

Yanlışın, eksiğin, kötünün ve cehâletin de kendi içerisinde bir sistemi bir müfredâtı vardır. Dış uyarıcılar dediğimiz okul ve âilenin dışarısında yer alan fizikî ve sosyal çevre de kendi gençliğini ve öğrencisini kendine özgü müfredâtıyla yetiştirmektedir. Başta pozitivizm, materyalizm, nihilizm ve hedonizm olmak üzere bütün izmlerin kendi gençlik modeline uygun bir müfredâtı olmadığını kimse söyleyemez. Üstelik bu müfredat aşkın dünyânın müfredâtına göre kendini güncellemektedir. Siz çocukları ve gençleri pozitivizmden ve nihilizmden koruyacak müfredatlar geliştiriyorsunuz da bu felsefî sistemler öyle boş duruyorlar mı sanıyorsunuz? Onların da sizin dünyânıza ve hayat felsefenize karşı kuşaklarını korumaya yönelik müfredatları var. Üstelik bu müfredatlar sizin demir kubbenizi delmeyi hedefleyecek kadar iddialı.

Dış uyarıcılar uykusunu yeterince alamamış, ergenlik esrikliği yaşayan çocuklarımızı kendi dünyâlarına uyandırıyor. O dünyâ kocaman bir market. Fizyolojik ihtiyaçları azamî oranda giderme üzerine dizayn edilmiş bir alışveriş merkezi. Ne aldığını ve aldığı şeye karşılık, alan kişinin kendinden ne verdiğini bilme imkânı yok. Sizin müfredâtınız sâdece “onu alma!” üzerine kurulmuşsa sözünüzü dinletmeniz oldukça zor. “Alma!” dedikten sonra yerine “şunu al” diye gösterebileceğiniz bir şeyiniz olmalı. Zîrâ sâdece tabiat değil aynı zamanda insan nefsi ve beyni de boşluk kabûl etmez.

İstikāmeti hilkat ve fıtrat üzere olanların müfredâtı bidâyette yazılmıştır. Onlar neyi, nerede, nasıl yapacakları konusunda bir bocalama yaşamazlar. Problem olan hilkate ve fıtrata savaş açan, tek dünyâlı, eğreti kavramlarla başarı ve mutluluk cennetleri kurmayı vaad eden sözüm ona terbiyecilerdir. Ne yapacağını bilen eğitimci dönemi de gerilerde kaldı artık, bugünün ihtiyâcı “nasıl yapacağım?” sorusuna vereceğimiz cevapta yatmaktadır. Müfredâtı tesbît etmek, şekillendirmek teknik bir durum. Asıl, zamâna ve zamânın gençlerine-çocuklarına onu uygulayabilmek için nasıl bir yol ve yöntem uygulamak gerektiği konusunda dinamik bir zihne ve mârifete sâhip olmalıdır.

Eğitim ile öğretim birbirinden ayrılmış olsa da insanı tanıyan hiçbir zihin bu iki kelimeyi birbirinden ayrı görmez. Zîrâ öğretim bilmeyi, eğitim bulmayı sağlar. Önce biliriz sonra buluruz veya bulduğumuz şeyin ne olduğunu bilmek ile tefrîk ederiz. Bir olumsuzluğa teyitli dikkat çekmek için “bile bile yapmak” ifâdesini kullanırız. Bu aynı zamanda bir çelişkiyi üstlenmek, bilmekle bulmak arasını -ilkelerini çiğnemek pahasına- açmak demektir. “Bile bile yapmak” bilmenin gereğini yerine getirmemektir ki içten içe toplumsal kınanmayı doğurur. Halbuki her kişiden, bildiği andan itibâren kör noktayı aşmak sorumluluğu mûcibince davranması beklenir. Karşıt müfredatla yetişmiş kuşakların bulmaktan bağımsız bilmeye yönelik aydınlanma süreçleri kendi dünyâlarının dışındaki dünyâya ilgisiz kalmak şeklinde tezāhür eder. Aldıkları pozitivist müfredat onlara “neyi kaybettiğini bulma” bilgisini vermemektedir, çünkü böyle bir gücü bünyesinde barındırmamaktadır.

Müfredâtı yetiştirme telâşı yaşayanlara bir bakın, kāhir ekseriyetinin derdi öğretim yāni konuları yetiştirmektir. Terbiye yāni eğitim konusunda öğrencilerin yetişip yetişmediğini dert edinen yok denecek kadar az. Var olanlar da beyhûde uğraşıp işgüzarlık yapmakla ithâm edilmekteler. Zîrâ davranış güzelliğinin nota tahvîl edilebilecek bir tarafı yoktur. Göz ardı edilen şey öğretimin aslî gāyesinin eğitim olduğu gerçeğidir.

Pakistanlı müfessir, İslâm âlimi Mevdûdî’nin kızı Hümeyra Mevdûdî tarafından yazılan babasını anlattığı “Babam Mevdûdî” kitabını okurken müfredâta dâir bir bölüm dikkatimi çekmişti. Pakistan toplumunun da İngiliz sömürgeciliğinden çok çektiğini biliyoruz. Kızı babasının bu konudaki yaklaşımını şöyle anlatıyor:

“Lahor’a gittiğim günlerde babama İngilizlerin belirlediği müfredattan şikâyetçi oldum: “İngilizlerin Suudi Arabistan’da belirledikleri müfredat hiçbir şeye benzemiyor. Hiçbir değeri, kıymeti yok ve kesinlikle yanlış. Üstelik bunu Pakistanlı ve Mısırlı hocaların uygulamaları ise her şeyi daha da kötüye götürüyor.” Bunun üzerine babam bana bir öğretmenin, özellikle sorumluluk sâhibi bir öğretmenin rolünü anlattı: “İki tane müfredat vardır. Biri kitaplarda yazılı olan, diğeri de hocanın yüreğinde. Önemli olan hocanın yüreğinde ve zihninde olandır. Yüreği din aşkıyla tutuşan bir hoca ümmete İncil ve Tevrat’ın satırları arasından Kur’ân’ı öğretebilir. Bu kötü müfredat, değersiz kitaplar, doğru bir yöntemle okutulacak olursa yine de öğrencilere fayda verir, seviyelerini yükseltir.”

Öğreticinin niyeti, hedefidir; müfredat hayâllerle bezenmiş bu hedefte gizlidir. Siz deyin öğretmen ben diyeyim eğitimci sâdece dersi, kitabı ve konuyu işlemez, öğrencilerin rûhunu da gergef gergef işler!

Ağustos 2025, sayfa no: 36-37-38

Abone Ol

En son haberleri doğrudan gelen kutunuza alın. Asla spam yapmayız!

Sosyal Medya Hesapları

Mesaj Bırak